Γνωστά και Όχι, Τελευταίων Ημερών!
1.
Yeni partinin kurulacağı tarih açıklandı! Ali Babacan ve Abdullah Gül…
Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan tarafından kurulacağı iddia edilen “Yeni parti” ile ilgili Reuters’tan çarpıcı bir haber geldi. Reuters’a konuşan bazı yetkililerin, “Babacan ve Gül büyük ihtimalle bu sonbaharda yeni parti kuracak” dediği belirtildi.
27 Haziran 2019
Ajans, Ali Babacan‘a yakın olduğunu söyleyen danışmanlarından birinin, yeni partinin “Babacan ve Gül bu sonbaharda büyük ihtimalle parti kuracak” dediğini aktardı. Kurulacak bu yeni parti ile ilgili olarak konuşan bu kişi, parti politikasının AK Parti’nin ilk dönemine benzeyeceğini vurguladı. Konuyla yakından ilgilenen bir diğer danışman ise, bu iki ismin parti kurmayı 6 aydır düşündüğünü fakat 31 Mart seçimleri sonrasında buna hız verdiğini aktardı.
“Ahmet Davutoğlu şu aşamada yeni partide yok”
Reuters, Babacan ve Gül’den doğrudan yorum alamazken danışmanlardan biri, partinin nasıl finanse edileceğine dair bir açıklama yapmadığını vurguladı. İsmi açıklanmayan yetkili, şu an yapılan yeni parti görüşmelerinde mevcut AK Parti vekillerininve diğer siyasetçilerle birlikte akademisyenlerin de olduğunu söyledi.
Reuters’a konuşan ve ismini açıklamayan bir AK Parti’li yetkili ise,“Babacan güçlü ve saygı duyulan bir figür” dedi. AK Parti’li yetkili partinin seçim sonucunun sorumluluğunu alması gerektiğini söylerken, “Hem ülkeyi yönettiğimiz hem de insanlarla olduğumuz eski siyasetimize geri dönmeliyiz” dedi.
Ali Babacan’ındanışmanı, AK Parti’nin meclisteki bazı vekillerinden destek aldıklarını söylerken, kaç kişi olduğunu belirtmedi. Yetkili, “Birkaç sürpriz önemli destekçi beklediklerini” söylerken bir isim vermedi. Öte yandan Reuters’a konuşan Ahmet Davutoğlu’na yakın bir kaynak, şu aşamada kurulması planlanan yeni partiye katılmayacağını öne sürdü.
2.
Bakan Hulusi Akar’dan F-35 mesajı: NATO’yu zayıflatır
Milli Savunma Bakanı Akar, gündemdeki F-35 krizine ilişkin açıklamalarda bulundu.
27 Haziran 2019
Bakan Akar’ın açıklamalarından satırbaşları:
-“F-35 savaş uçağından Türkiye’yi mahrum bırakmaya çalışmak NATO’nun da savunmasını ve caydırıcılığını ciddi ölçüde azaltır“!
-“F-35 uçağı ve programının güvenliği, stratejik ortağımız ABD için olduğu kadar Türkiye için de çok büyük önem taşımaktadır.”
-“(F-35 Programı) Bu bir ticari anlaşmadır. Bu kapsamda her ortamda tüm haklarımızın sonuna kadar savunucusu olacağız.”
3.
Tehditleri Türkiye için boş laf! Roket ve füze menzilimizde
Türkiye ile Yunanistan arasında devam eden Doğu Akdeniz gerginliği, Yunan Başbakan Çipras’ın “Ordumuz hazır” çıkışıyla yeni bir boyut kazandı. Çipras’ın açıklamaları askeri çevrelerde ‘dikkate alınmaya değmez’ olarak nitelense de Türkiye’nin ‘Yavuz’ sondaj gemisi başta olmak üzere kendi unsurlarından birinin vurulması halinde neler yapabileceği sorusu da önem kazandı.
Bölgede kendi başına bir şey yapamayan ve ABD, İsrail, İtalya, Mısır gibi ülkelerle yaptığı ortaklıklar üzerinden Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışan Yunanistan, son dönemlerde tansiyonu daha da yükselten açıklamalar yapıyor. Yunanistan Başbakanı Çipras’ın “Yunan Ordusu hazır bir şekilde bekliyor“ açıklaması, gözleri bir kez daha bölgeye çevirdi.
ADALARA TOPÇU ROKETİ, ATİNA’YA SOM VE BORA
Yunanistan’ın herhangi bir Türk unsurunu vurması halinde Türkiye’nin de aynı şekilde mütekabiliyet göstereceğini vurgulayan Oğuz, atılabilecek ‘cezalandırma’ adımlarından da bahsetti.
Oğuz, bu tür ‘ceza’ adımlarının taktik üstünlük anlamına geleceği, kesinlikle kalıcı stratejik üstünlük sağlamayacağına veya tek başına savaşı kazanmak için yeterli olmayacağına dikkati çekerek, teorik adımları şöyle anlattı:
1* İlk olarak kendi sınırlarımızın içinden azami 120 km menzilli topçu roket ve füzelerini kullanabiliriz. Bunlar, yakındaki adalarda yer alan Yunan askeri çıkarlarına zarar verir. Bu adalarda kullandıkları askeri üsler ve havaalanları en basit topçu roket ve füzelerimizin menzili içinde.
2* Yine, atış zarfına bağlı olmak üzere, azami 100-110 km menzile sahip, savaş uçaklarından atılabilen kanatlı güdüm kitlerimiz (KGK) mevcut.
3* Eğer Türkiye daha uzun bir menzilde müdahale etmek isterse o zaman 150 km menzilli J600T-Yıldırım karadan karaya füzelerimiz devreye girer. Bu balistik füzelerimizle yine menzili içindeki adaları vurma kabiliyetimiz var.
4* Daha da uzun menzilli müdahaleler için kendi hava sahamızda uçan uçaklarımızdan SOM seyir füzelerimizi kullanabiliriz ki onların menzili 280 km’nin üzerinde.
5* Sıcak temasa girmeden atabileceğimiz adımlar bunlarla da sınırlı değil. Pençe Harekatı’nda rüşdünü ispatlayan Bora balistik füzeleri var. Bora’nın menzili de azami 280 km civarı. Yani istersek bu mobil sistem ile teorik olarak Yunanistan’ın başkenti Atina dahi vuruş alanımızın içine girmiş oluyor. Böyle bir hamle de Türkiye’nin olası seçeneklerinden biri.
Tüm bu maddelerin ‘can kaybı’ olmadan, ‘mühimmatlarla gerçekleştirilmesi muhtemel adımları’ kapsadığına dikkati çeken Oğuz, ”Eğer bunların dışında ne olabilir derseniz, o zaman iş gerçek bir savaşa ve dolayısıyla farklı savaş senaryolarına gider” ifadesini kullandı.
YUNANİSTAN TEK BAŞINA SICAK ÇATIŞMAYA GİRMEYE CESARET EDEMEZ
Oğuz, Çipras başta olmak üzere Yunanistan’ın yönetiminde bulunan isimlerin son dönemlerde bu tür açıklamaları daha sık yapmasını ‘7 Temmuz’da gerçekleşecek erken seçimlere’ bağlayarak, şöyle devam etti:
”Seçim döneminde oldukları için bu tür söylemleri iç politika malzemesi olarak rahatça ve sık bir şekilde kullanıyorlar. Ancak iş ‘gerçek bir savaş’ durumuna gelirse kimse böyle rahat konuşamaz. Yunanistan’ın tek başına Türkiye’nin karşısına çıkma lüksü yok. Onlar, kendilerini destekleyeceklerini düşündükleri güçlere güveniyorlar.
ABD, Fransa, İsrail, Mısır, İtalya gibi ülkelerle Doğu Akdeniz’deki gelişmeler vasıtasıyla işbirlikleri kurdular. Ancak ne Fransa, ne Mısır ne İtalya ve hatta ne de İsrail, Yunanistan için Türkiye ile direkt savaşa girmeyi tercih etmez.
ABD’nin durumu farklı. Onlarla Suriye’den Irak’a, Doğu Akdeniz’den Balkanlara, Karadeniz’den F-35 ve S-400 gibi birbirinden farklı çok sayıda konuda çatışma noktalarımız var. Bu nedenle Yunanistan Doğu Akdeniz kartını bu süreçte kendisi için etkin olarak kullanıyor. Diğer ülkelerin de işine geliyor bu ve ABD’yi Türkiye’ye karşı sopa olarak kullanıyorlar. Öte yandan ABD için de NATO’da müttefik olduğu bir ülkeyle açık ve uzun süreli bir savaştan bahsetmek mümkün olmaz görüşündeyim. Ancak Türkiye’ye ‘ceza’ kesmek isteyebilirler. Bizim uçak, gemi, vb. bir unsurumuzu vurup ‘yanlışlıkla’ olduğunu söyleyebilirler. Çünkü tarihte bunun örneği var.
KIBRIS BİZİM ‘YAN KAPIMIZ’
Eğer bu tür ilişkileri olmasa Yunanistan bu tür adımları atmaya kolaylıkla karar veremez. Çünkü Kıbrıs adasına sürpriz, ani ve sürekli bir müdahale, lojistik olarak da Yunanistan‘ın rahatlıkla altından kalkabileceği bir süreç değil. Benzer savaş kabiliyetleri yok. Kıbrıs bizim ise ‘yan kapımız‘.
Daha önce 1974’te kimse Yunanistan için sıcak bir çatışmayı göze almayınca tek başlarına kaldılar. Kardak krizinde de ilk anda acil ve sorgusuz bir destek geleceğini hayal ettiler ama bulamayıp hayal kırıklığına uğradılar.”
4. Rumlardan Doğu Akdeniz’de yeni provokasyon
Doğu Akdeniz’e giden Türkiye’nin ikinci derin deniz sondaj gemisi “Yavuz”, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni rahatsız etti. Rumlar önümüzdeki ay gerçek mermilerle tatbikat yapacaklarını duyurdu.
5. Kadın subay adayı komando kursunun birincisi oldu
Jandarma Komando Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığındaki “3. Dönem Subay Komando Temel Kursu” töreninde saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşı okundu.
Albay Mehmet Yiğit, törende, subay adaylarını okulda misafir etmekten ve onlara eğitim vermekten mutluluk duyduklarını söyledi.
Yaklaşık 43 hafta süren komanda temel eğitim kursunun birincisi, temizlik görevlisi babasının zorlukla büyüttüğü Merve Gezginci oldu.
Erzincanlı ailenin üç kızından biri olan Gezginci’ye ödülü Foça Kaymakamı Ali Çetin tarafından verilirken subay adayının anne ve babası da kızlarının mutlu gününde yanında yer aldı.
6. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump görüşmesi sona erdi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G20 Liderler Zirvesi kapsamında ABD Başkanı Trump ile görüşmesi sona erdi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye-ABD ilişkilerine yönelik, “Stratejik ortaklığımız tabii birçok alanda dayanışmamızı adeta teşvik ediyor. Bundan sonraki süreçte de bu dayanışmamızın aynı şekilde devam edeceğine olan inancım tamdır.” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, G20 Liderler Zirvesi’nin yapıldığı INTEX Osaka Fuar Merkezi’ndeki temasları kapsamında ABD Başkanı Donald Trump ile görüştü.
“ATACAĞIMIZ ADIMLAR VAR”
Erdoğan, “Şu anda 75 milyar dolarlık bir ekonomi ticaret hacmi noktasındaki zirveye doğru ilerleme hamlemiz var. Savunma sanayisine yönelik attığımız adımlar, atacağımız adımlar var ama her şeyden öte bir stratejik ortaklığımız var. Bu stratejik ortaklığımız tabii birçok alanda dayanışmamızı adeta teşvik ediyor. Bundan sonraki süreçte de bu dayanışmamızın aynı şekilde devam edeceğine olan inancım tamdır.” diye konuştu.
GÖRÜŞME 35 DAKİKA SÜRDÜ
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ABD Başkanı Trump ile görüşmesi 35 dakika sürdü.
Görüşmede Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, MİT Başkanı Hakan Fidan ve AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Yılmaz da hazır bulundu.
7. Erdoğan noktayı koydu: Türkiye’ye yakışmaz, bu iş bitti
Düzenlenlediği basın toplantısında G-20 zirvesini değerlendiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, S-400’lerle ilgili noktayı koydu ve “S-400’ler teslimat sürecindedir. Böyle bir sözleşmeyi inkar etmemiz Türkiye gibi bir devlete yakışmaz. Bu iş bitti. ” dedi.
BATI İNSANLIK SINAVINI GEÇEMEDİ
Mültecilere yönelik Türkiye’nin ortaya koyduğu çabaları ifade etme fırsatımız oldu. Suriye’deki savaştan kaçan insanlara kapılarımızı açtık. Bu insanlar için BM hesaplarına göre, kullandığımız kaynak 37 milyar doları aşmış bulunuyor. Diğer Batılı kardeşler insanlık sınavını geçemedi. Mülteci kamplarından yansıyan fotoğrafları hepimiz gördük. Aylan bebeğin en acı trajedisine şahit olduk. Bu politikalar değiştirilmedikçe, minik yavrular deniz kıyılarında ölmeye devam edecek.
VERİLEN SÖZLER TUTULMAZSA ADIM ATMAYACAĞIZ
İklim konusu G20‘nin en önemli konularından biriydi. Biz en başından beri hakkaniyetli bir yaklaşım olması gerektiğinin altını çiziyoruz. Ülkemize Paris ve Buones Aires zirvelerinde verilen sözlerin gerçekleştirilmesini, tutulmazsa adım atmayacağımızı söylüyoruz.
TERÖRLE MÜCADELE MESAJI
G20 ülkelerinin terörizmle mücadele konusunda ilkeli, tutarlı ve kararlı bir duruş sergilemesi gerekiyor. Terörün kanlı yüzüyle son dönemde birçok ülke yüzleşti. Tüm devletlerin teröre ‘terör’ deme erdeminin artık göstermesi gerekiyor. Suriye sınırında ciddi ayrım yaşanıyor. Etnik temizlik yaşanan, insanları topraklarından eden terör örgütleri el üstünde tutuluyor. Ülkemize darbe girişiminde bulunan FETÖ terör örgütü bazı ülkeler tarafından el üstünde tutuluyor. Uluslararası toplum Brevik katliamından ders çıkarmamış, benzer ırkçı saldırılar devam etmiştir.
S-400 MESAJI: BU İŞ BİTTİ
Az önce Sayın Trump’ın da basın toplantısı oldu. S-400’ler teslimat sürecindedir. Böyle bir sözleşmeyi inkar etmemiz Türkiye gibi bir devlete yakışmaz. Bu iş bitti. Biz Amerika’yla da Patriot almak için Obama döneminde adım atmıştık, Kongre’nin müsade etmediğini söyleyerek, satışı gerçekleştirmediler. En uygun şartlarda bunu Rusya’dan aldık. Yaptırımlar konusunda Trump bugün de açıklama getirdi, böyle bir şeyin olmayacağını kendisinden dinlemiş olduk. S-400 olayı bir taraftan yürürken, ABD’den şu an 100 tane Boeing uçağı alıyoruz.
F-35’LERDE ORTAK ÜRETİCİYİZ
F-35 konusunda, 1 milyar 400 milyon dolar ABD’ye ödememiz var. Bir üretici değil, ortak üreticiyiz. Toplamda 116 uçak alacağımız var. Ödemeler yapılır, beklenti içindeyiz. Altta birilerinin yaptığı açıklamalarla hiç örtüşmüyor. Bizim ikili ilişkilerimizi bozmayacağını düşünüyoruz.
YAPTIRIM OLACAK MI?
İki stratejik ortağın arasında böyle bir şeyin olması söz konusu değildir, olamaz diye düşünüyorum.
KAŞIKÇI CİNAYETİ
Şu anda raportörün hazırlamış olduğu rapor her şeyi ortaya seriyor. Rapor birçok konu açıyor, gözler önüne seriyor. Burada hareketle ben inanıyorum ki ABD ve BM bu işin takipçisi olacak ve hepsinden öte biz sonuna kadar bu işin takipçisi olacağız. Suçun işlendiği yerde yargılama yapılır. Suç İstanbul’da işlendi, yargılama da Türkiye’de yapılmalı.
HAFTER’İN TÜRKİYE AÇIKLAMASI
Şu anda benim böyle bir talimata ilişkin bilgim yok. Eğer Hafter tarafından böyle bir talimat verilmişe biz onu da inceletiriz. Bundan sonra çok daha farklı şekilde tedbirler alırız.
İDLİB MESELESİ
Sayın Putin’le yaptığımız görüşmede İdlib’in gündeme gelmemesi mümkün değildir. Oraya Rusya’yla varız. Gözlem noktaları dediğimiz 12 noktaya rejim tarafından saldırılar oldu ve bir askerimiz şehit oldu. Temenni ederiz ki bundan sonra bu tür saldırılar olmaz. Bu gözlem kulelerinin varlığı İdlib’in korunmasıdır.
8.
DÜNYA / 29.06.2019
Trump’tan F-35’ler ile ilgili çok önemli açıklama
ABD Başkanı Trump, “Obama adil davranmadı. Erdoğan’ın suçu yok” dedi.
İşte basın açıklamasındaki konu başlıkları…
“Savunmaları için S-400’lere ihtiyaçları vardı. Sonrasında Rusya’ya gittiler ve S-400 aldılar. Çünkü benden önceki selefim olan yönetim satın almalarına izin vermedi. Müttefikimiz olmasına rağmen, büyük ordusu olmasına rağmen. Türkiye’nin askerleri son derece güçlü ve İdlib’de birlikte çalışıyoruz.
Çok iyi anlaşıyoruz Türkiye ile. Hiç adil değildi, Patriot almak istedi ama Obama hayır dedi. Sürekli hayır dediler. Ve savunması için ihtiyacı vardı. Sonra Rusya’ya gittiler S-400 aldılar. Çünkü Patriot almasına izin vermediler. Benden önceki yönetim bunu satın almasına izin vermedi.
PARASINI ÖDEDİĞİ UÇAKLARI İSTİYORLAR
Bunun o kadar da iyi olmadığını düşünüyorum. Çok para verdiler, anlaşma yapıp aldılar. Bizim ülkemizden gittiler dediler ki “Bunu kullanmanızı istemiyoruz. Bize iyilik yapın, biz size patriotları satacağız.” Çok geç, sistem satın almıştı. Bu arada 116 tane de F-35 satın aldı. Ve daha da almak istiyorlar. Şimdi de parasını ödediği uçakların teslimatını istiyor.
Şimdi haber geçecekler, “Son dakika… Trump Türkiye’yi seviyor.” Hayır ben ülkemizi seviyorum ama bunu söylemek zorundayım. Erdoğan’a haksızlık edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, biliyorsunuz Rahip Brunson’ı geri verdi.
Erdoğan benim bakış açımdan da oldukça çetin biri. Ama ona adaletsiz davranıldığını düşünüyorum. Çünkü Patriot alamazsın dedik ve başka sistem alındıktan sonra fikrimizi değiştirdik. Karmaşık bir konu. Üzerinde çalışıyoruz”
Görüşmeye ilişkin Cumhurbaşkanlığı‘ndan açıklama yapıldı. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklama şöyle;
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Sayın Donald Trump arasında bugün bir görüşme gerçekleşmiştir.
9. Dosta güven düşmana korku veren açıklama: Her cephede savaşacak gücümüz var
Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilime ilişkin açıklamalarda bulunan EPAM Başkanı emekli Tuğgeneral Doç. Dr. Fahri Erenel, “Türkiye gerekirse birden fazla cephede savaşacak askeri güce de sahiptir“ dedi.
29 Haziran 2019
Ekonomi ve Politika Araştırmaları Merkezi (EPAM) Başkanı emekli Tuğgeneral Doç. Dr. Fahri Erenel, Türk savunma sanayindeki gelişmeleri, Suriye ve Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilimleri değerlendirdi.
Türkiye birçok cephede savaşacak askeri güce sahip
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Türkiye’nin milli menfaat ve güvenlik konularında daha hızlı ve caydırıcı tepki vermeye başladığını belirten EPAM Başkanı Erenel, “Türkiye şu anda kendi milli menfaatleri ve milli hedefleri doğrultusunda bir dış politika yürütüyor ve kimsenin toprağında da gözü yok. Kendi refah ve bekamızı sağlamaya yönelik hareket ettiğimiz sürece her zaman haklıyız. Türkiye gerekirse birden fazla cephede savaşacak askeri güce de sahiptir” diye konuştu.
Dış politikada daha güçlüyüz
Türkiye’nin savunma sanayinde dışa bağımlılıktan kurtuldukça uluslararası arenada daha güçlü ve kararlı bir duruş sergilediğini belirten Erenel, “Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi sırtını dayayarak ağzına geleni söylediği Avrupa Birliği de kendini savunacak güce bile sahip değildir. Bunu Amerika’dan sabah akşam sopa yemesinden de anlıyoruz” dedi.
Türkiye’nin hem kara sınırlarında hem de ‘mavi vatanda‘ gereken adımları attığını vurgulayan Erenel, “Dış politikada sesi daha güçlü çıkıyor. Eskiden onlar hamle yapar biz cevap vermekte geç kalırdık. Şimdi karşımızdaki güçler Türkiye’nin politik ve askeri güç olarak sergilediği hamlelerine cevap vermekte yavaş ve zayıf kalıyor” açıklamalarında bulundu.
30 dakika süren görüşmede ikili ilişkiler ve Suriye’deki son gelişmeler başta olmak üzere bölgesel meseleler ele alınmıştır.
İki lider tarafından daha önce belirlenen 75 milyar dolarlık ticaret hedefi yeniden teyit edilerek, atılacak adımlar değerlendirilmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanımız, ülkemizin ulusal güvenliğinin gereklerini yerine getirme hususundaki kararlılığının altını çizmişler; stratejik ortaklığımıza zarar verebilecek çabalarla ilgili endişelerini paylaşmışlardır.
Sayın Trump, ülkemizin hava savunma sistemi alımı hususunda Amerika Birleşik Devletleri nezdindeki girişimlerinin geçmiş ABD yönetimleri tarafından reddedildiğini hatırlatarak, konunun ikili ilişkilere zarar vermeyecek bir şekilde çözülmesini arzu ettiklerini vurgulamışlardır.
10. Başkan Erdoğan: Yaptırım olmayacağını sayın Trump’tan duymuş olduk
Japonya’nın Osaka kentinde dünya liderleriyle kritik görüşmeler gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, G20 Zirvesi’nde düzenlediği basın toplantısında açıklamalarda bulunuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasından satır başları şöyle;
Mültecilere yönelik Türkiye’nin ortaya koyduğu çabaları ifade etme fırsatımız oldu. Türkiye’nin yardım ve hizmetlerini sürdürebilmesi için uluslararası toplumun yük paylaşması gerektiğini ifade ettik. Suriye’deki savaştan kaçan insanlara kapılarımızı açtık. Bu insanlar için BM hesaplarına göre, kullandığımız kaynak 37 milyar doları aşmış bulunuyor.
Diğer Batılı kardeşler insanlık sınavını geçemedi. Mülteci kamplarından yansıyan fotoğrafları hepimiz gördük. Aylan bebeğin en acı trajedisine şahit olduk. Bu politikalar değiştirilmedikçe, minik yavrular deniz kıyılarında ölmeye devam edecek.
İnsan hakları konusunda diğer ülkelere karne düzenleyen gelişmiş Batılı devletler temel insanlık sınavından maalesef geçemedi
Uluslararası ticaret zirvenin en önemli konularından biriydi.
İklim konusu G20’nin en önemli konularından biriydi. Biz en başından beri hakkaniyetli bir yaklaşım olması gerektiğinin altını çiziyoruz. Ülkemize Paris ve Buones Aires zirvelerinde verilen sözlerin gerçekleştirilmesini, tutulmazsa adım atmayacağımızı söylüyoruz.
G20 ülkelerinin terörizmle mücadele konusunda ilkeli, tutarlı ve kararlı bir duruş sergilemesi gerekiyor. Terörün kanlı yüzüyle son dönemde birçok ülke yüzleşti. Tüm devletlerin teröre ‘terör’ deme erdeminin artık göstermesi gerekiyor. Suriye sınırında ciddi ayrım yaşanıyor. Etnik temizlik yaşanan, insanları topraklarından eden terör örgütleri el üstünde tutuluyor. Ülkemize darbe girişiminde bulunan FETÖ terör örgütü bazı ülkeler tarafından el üstünde tutuluyor. Uluslararası toplum Breivik katliamından ders çıkarmamış, benzer ırkçı saldırılar devam etmiştir.
Demokrasiye kasteden darbecilerin ‘siyasi sığınmacı’ kılıfı altında korunması ve kollanmasının faturası tüm insanlık için ağır olacaktır.
“KAŞIKÇI CİNAYETİ İÇİN AYNI HASSASİYETİ BEKLİYORUZ”
Biz bu hassas tavrı merhum gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinde de gösterdik. Kaşıkçı cinayetinin üstünün örtülmesine izin vermeyeceğiz. Kaşıkçı cinayetinin, en üstten en alta kadar sorumlularının tamamından hesap sorulması, uluslararası toplumun öncelikli görevidir.
BM raportörü Callamard’ın raporunun arkasında durarak adım atmasını bekliyoruz. Sorumluların en alttan en üste kadar yargılanmasını bekliyoruz.
“MURSİ İÇİN ADLİ TIP İNCELEMESİ YAPILMADI”
Mısır’ın seçimle başa gelip, darbeyle indirilen eski Cumhurbaşkanı Mursi için de aynı adımı bekliyoruz. Duruşma salonunda vefat etmiş, yarım saat hiçbir müdahale yapılmaksızın gelişen durum demokrasi ve insanlığa sahip çıkılmasını beklerdik. Mursi’nin ölümünde adli tıp incelemesi yapılmadı.
Bu tür olaylar yapanın yanında kar kalırsa dünyanın geleceği, dünya açısından, dünya siyaseti açısından da tehlikelidir. Zirvede bunu liderlerle görüştük. Üzülerek belirtmek isterim ki, bazı Batılı ülkeler Mısır’daki idamlar karşısında üç maymunu oynuyor. Konu Türkiye olunca darbeciler için idamın tartışılmasını kabul edilemez bulanlar maalesef Mısır’daki idam cezalarına seslerini çıkarmıyor.
Hayattaki her şey gibi teknoloji de insan için var, ancak teknoloji ciddi tehditleri de beraberinde getiriyor. Hiçbir kontrol olmayan sosyal medyadaki provokatif haberler hızla yayılıyor. Siber saldırılar büyük şirketlerden, demokratik seçimlere karşı her şeyi tehdit ediyor.
“TRUMP YAPTIRIM KONUSUNU KENDİ AÇIKLADI”
Az önce Sayın Trump’ın da basın toplantısı oldu. S-400’ler teslimat sürecindedir. Böyle bir sözleşmeyi inkar etmemiz Türkiye gibi bir devlete yakışmaz. Bu iş bitti. Biz Amerika’yla da Patriot almak için Obama döneminde adım atmıştık, Kongre’nin müsaade etmediğini söyleyerek, satışı gerçekleştirmediler. En uygun şartlarda bunu Rusya’dan aldık. Yaptırımlar konusunda Trump bugün de açıklama getirdi, böyle bir şeyin olmayacağını kendisinden dinlemiş olduk. S-400 olayı bir taraftan yürürken, ABD’den şu an 100 tane Boeing uçağı alıyoruz.
F-35 konusunda, 1 milyar 400 milyon dolar ABD’ye ödememiz var. Bir üretici değil, ortak üreticiyiz. 4 tane uçak verildi, toplamda 116 uçak alacağımız var. Ödemeler yapılır, beklenti içindeyiz. Altta birilerinin yaptığı açıklamalarla hiç örtüşmüyor. Bizim ikili ilişkilerimizi bozmayacağını düşünüyoruz.
Doğmamış çocuğa don biçilmez. Kaşıkçı cinayeti konusunda ABD de BM de bu işin peşinde. Yapanın yanına kar kalmayacak.
11. Cumhurbaşkanı Erdoğan G-20’yi değerlendiriyor
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Japonya’da düzenlenen G-20 Liderler Zirvesi’ni basın açıklamasıyla değerlendiriyor…
Cumhurbaşkanı iki günlük zirvede ele alınan konuları basın açıklamasıyla değerlendiriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarından satır başları;
Muhataplarımızla güncel meseleleri görüştük. Ticaret savaşlarıyla ilgili korumacı tedbirleri ele aldık.
G-20 bildirisi geleceğe yön verecek bir bildiri oldu. Türkiye’nin mültecilerle ilgili çabalarını ifade ettik. Mülteciler için 37 milyar doları aşkın kaynak kullandık.
İnsan hakları konusunda diğer ülkelere karne düzenleyen gelişmiş Batılı devletler temel insanlık sınavından maalesef geçemedi.Mülteci konusunda uluslararası toplum yükü paylaşmalı.
İklim değişikliği konusunda hakkaniyetli yaklaşım olmalı.
G-20 ülkeleri terörizmle mücadelede tutarlı olmalı. Terör tüm insanlığın, insani değerlerin düşmanıdır. Bunun için tüm devletlerin teröre ‘terör’ deme erdemini artık göstermesi gerekiyor. Suriye sahasında ciddi tutarsızlıklar yaşanıyor.
FETÖ tarzı yapılar bazı Batı ülkelerinde kollanıyor. Demokrasiye kasteden darbecilerin ‘siyasi sığınmacı’ kılıfı altında korunması ve kollanmasının faturası tüm insanlık için ağır olacaktır.
Kaşıkçı cinayetinin üzerinin örtülmesine müsaade etmedik. Kaşıkçı cinayetinin, en üstten en alta kadar sorumlularının tamamından hesap sorulması, uluslararası toplumun öncelikli görevidir.
Mursi’nin şehadeti tüm yönleriyle araştırılmalı. Konu Türkiye olunca darbeciler için idamın tartışılmasını kabul edilemez bulanlar maalesef Mısır’daki idam cezalarına seslerini çıkarmıyor. Avrupalı liderler darbecilerle el sıkışmaktan çekinmedi.
Dijital güvenlikte izlenecek politikanın önemi vurgulandı.
Birleşmiş Milletler’deki reform ihtiyacını dile getiriyorum. 1. Dünya Harbi’nin şartları altında kurulmuş böyle bir yapının ilanihaye devam etmesi doğru olmayacaktır. G-20 sorunların çözümünde güçlü bir mecra haline gelmeli.
S-400 YAPTIRIMLARI
Az önce Sayın Trump’ın da basın toplantısı oldu. S-400’lerle ilgili konuda bizim bütün anlaşmamız bitmiştir. Şu anda artık olay teslimat sürecindedir. Teslimat sürecinde olan böyle bir sözleşmeyi inkar etmemiz Türkiye gibi bir devlete yakışmaz.
Biz Patriotlar hususunda Sayın Obama döneminde adım atmıştık, Kongre müsaade etmedi dediler ve bize satışı gerçekleştirmediler. Yaptırım söz konusu olmayacağını Trump’tan duymuş olduk. Şu an ortada böyle bir görüntü yok. Ben iki stratejik ortak arasında böyle bir şeyin söz konusu olamayacağını düşünüyorum.
F-35’LERİN TESLİMİ
Türkiye’nin egemenlik hakkına kimse müdahale edemez. F-35 konusuna gelince de şu ana kadar bizim ABD’ye 1 milyar 400 milyon dolarlık ödememiz var. 116 uçak var. Ödememiz başlamış.
KAŞIKÇI CİNAYETİ
Şu anda raportörün hazırlamış olduğu rapor her şeyi ortaya seriyor. Rapor birçok konu açıyor, gözler önüne seriyor. Burada hareketle ben inanıyorum ki ABD ve BM bu işin takipçisi olacak ve hepsinden öte biz sonuna kadar bu işin takipçisi olacağız.
12. Trump-Erdoğan görüşmesi sonrası ABD’den son dakika açıklaması!
Beyaz Saray’dan Trump Erdoğan görüşmesi sonrası açıklama geldi… Yapılan açıklamada ”Yaptırım konusu çok karmaşık” denildi.
Beyaz Saray, G-20 Liderler Zirvesi’ndeki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump görüşmesine ilişkin, “İki lider karşılıklı ticaretin geliştirilmesi ve Suriye’deki ortak hedeflerin yerine getirilmesi dahil bir dizi konuyu görüştü. Başkan, Rusya’dan S-400 alımına ilişkin endişesini dile getirdi ve Türkiye’yi savunma işbirliği konusunda NATO İttifakı’nı geliştirecek biçimde ABD ile çalışmaya teşvik etti” açıklamasında bulundu.
TÜRKİYE’YE YAPTIRIM TEHDİDİ
ABD, Türkiye’nin Rusya’dan almak istediği S-400’lerin NATO ile uyumlu olmadığını ve Türkiye’nin de üretim programında yer aldığı F-35 savaş uçaklarının güvenliğini tehlikeye atacağını söylemişti. ABD’li yetkililer ise Türkiye’nin kararından vazgeçmemesi halinde ABD yasalarında yer alan yaptırımlarla karşı karşıya olacağını bugüne kadar pek çok kez dile getirmişti.
Son olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan G-20 kapsamında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşmesinde “(S-400) Gözler bu işin sevkiyatıyla ilgili olan sürecin içerisinde, zaten bunda mutabakatımızda herhangi bir aksama söz konusu değil” demişti.
ERDOĞAN: TAHKİM MAHKEMESİNE GİDERİZ
Erdoğan daha önce de S-400’lerin Temmuz ayında teslim alınması şeklindeki yol haritasından ödün vermeyeceğini söylerken, ABD’nin Türkiye’yi F-35 programından çıkarması ve yaptırım uygulaması durumunda, şimdiden 1.25 milyar dolar ödedikleri F-35 programıyla ilgili uluslararası tahkim mahkemesine gideceklerini açıklamıştı.
S-400 krizi ABD’yi nasıl etkiler?
13. Türkiye ile ABD arasındaki S-400 gerilimini AA’ya analiz eden Kılıç Buğra Kanat “Türkiye’ye kaybettirmeye çalışırken ABD’nin de hiç hesap etmediği kayıpları olduğunu göreceğiz.” değerlendirmesinde bulundu.
Kanat, “ABD-Türkiye krizinin kazananı olmaz” başlıklı analizinde şu değerlendirmelerde bulundu:
Bugün S-400 konusunu büyük bir kriz olarak gören bazı çevreler, aslında Türkiye’de ABD’ye karşı oluşan bu güven bunalımını yeterince göz önünde bulundurmuyorlar. Türkiye’nin S-400 kararını sorgulamak oldukça sorunlu bir anlayışa işaret ediyor.
Son yirmi yıldır gitgide derinleşen ve kronikleşen güven bunalımı artık somut sonuçları olan bir vakaya dönüşmek üzere. İki NATO müttefiki arasında şimdiye kadar yaşanan en ciddi krizlerden biri olan bu durum sadece iki ülke ilişkilerini değil, aynı zamanda ittifak sistemleri ve müttefiklerin birbirinden beklentilerini de değiştirecek boyutta. Bu sefer konu Türkiye’nin Rusya’dan almak istediği S-400 hava savunma sistemleri ve ABD yönetiminin Türkiye’nin bu kararına verdiği tepki. Bugün dünyanın farklı ülkelerinde en önemli dış politika krizlerinden biri olarak ortaya konulan bu krizi daha iyi anlayabilmek ve sonuçlarını değerlendirebilmek için, bu krizle ilgili üç ayrı noktayı yeniden hatırlamakta fayda var.
KRİZ YENİ DEĞİL
Birincisi krizin başlangıç noktasıyla ilgili. Her ne kadar bugün bazı uzmanlar meseleyi sadece S-400 alımından ibaret bir konu olarak görüp Türkiye’nin bu kararını ikili ilişkilerin geldiği durumun en önemli müsebbibi olarak gösterse de, ikili ilişkilerdeki türbülans 2017’de Ankara’nın verdiği S-400 kararıyla başlamış değil. Bugün ABD’de ikili ilişkiler konusunda söz söyleyenlerin, ABD’nin Brunson olayından büyük bir hayal kırıklığına uğradığını ve S-400 alımı kararından sonra Türkiye’nin tam da güvenilir bulunmadığını ifade etmesi, ikili ilişkilerdeki mevcut krizler hakkında pek de bir şey anlaşılamadığını ortaya koyuyor.
Türkiye’nin milli güvenliğine ve toprak bütünlüğüne kastetmiş ve kendisi tarafından da terörist kabul edilen bir grubun Suriye kolunu destekliyor olması, aslında ABD’nin ikili ilişkilerde görmek istemediği tarihi bir krizdi. Tıpkı ABD’nin 15 Temmuz darbe girişimine verdiği skandal tepki ve sonrasında Gülen’in iadesiyle ilgili atmadığı adımlar gibi. Halkbank meselesi, Suriye’de tutulmayan sözler ve Afrin operasyonu gibi kimi kritik anlarda ABD tarafından sürekli olarak ifade edilen “kaygı”, aslında bu krizin birer parçasıydı. Hatta bir NATO üyesi ülkede vize işlemlerini durdurmak, aynı müttefik ülkenin bakanlarına uygulanan yaptırım ve ABD’nin vatandaşlarına Türkiye’ye seyahatleri hakkında yapılan uyarılar, bu krizin farklı semptomları olarak ortaya çıkmıştı. Bugün S-400 konusunu büyük bir kriz olarak gören bazı çevreler, aslında Türkiye’de ABD’ye karşı oluşan bu güven bunalımını yeterince göz önünde bulundurmuyorlar. Hatta Türkiye’yi S-400 almaya icbar eden sürecin arka planında Kongre’deki bazı çevrelerin de içinde olduğu bir kesimin Türkiye’nin ABD’den silah almasını zorlaştırmasının etkisi bile yeterince irdelenmedi. Şimdi bu kritik anda krizi S-400’e bağlamak ve Türkiye’nin bu kararını sorgulamak oldukça sorunlu bir anlayışa işaret ediyor.
KRİZİN TEMELİNDE KONGRE VAR
Aslında ABD’nin hasımlarına yaptırım yoluyla karşı koyma yasası olarak bilinen CAATSA temel olarak ABD’de iç politik çekişmelerin ve kavgaların sonucu ortaya çıkmış bir yasa. Özellikle 2016 seçimleri sonrasında ortaya atılan Rusya’nın seçimlere müdahalesi tartışmalarında Kongre’nin aktif bir rol oynayarak hazırladığı bu yasa Trump tarafından hiç olumlu karşılanmamıştı. Hatta o dönemde Trump’ın İletişim Direktörü olan Scaramucci Trump’ın yasayı iptal edebileceğini dahi söylemişti.
Yasanın büyük bir çoğunlukla geçmesinden sonra böyle bir ihtimalin kalkması üzerine, Beyaz Saray bazı şerhler koyarak yasayı imzalamak zorunda kalmıştı. İlk andan itibaren büyük tartışmalara yol açan yasa için bazıları “Kongre diktası” ifadesini dahi kullandı. Dolayısıyla bugün Türkiye ile ABD’yi karşı karşıya getiren yasanın temelinde, Kongre’nin (özellikle Rusya ile ilişkiler konusunda) Trump’ın alanını daraltma kaygısı ortaya çıkıyor. Bu konuda şimdiye kadar yapılan tartışmalarda verilmek istenen, neredeyse yasanın Türkiye’ye karşı hazırlanmış olduğu algısıydı. Ancak yasaya atfedilen stratejik ve jeopolitik önem, yasanın hazırlandığı dönemde ne kadar gündemdeydi belli değil. Önemli bir NATO üyesiyle ilişkileri bu kadar germesi ve ABD yönetiminin son yıllarda yaptırımlarla dünyaya nizam verme çabası ve bunun oluşturduğu olumsuz atmosfer göz önüne alındığında, bir iç politik krizin sonucu olarak bir dış politika bunalımı daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Bir iç politik krize kurban edilmeye çalışılan ABD-Türkiye ilişkilerinin tamamen sarsılması durumunda, “sorumlu kim” denildiğinde, şimdi bu konuda şahitlik yapan kimi çevreler ne diyecek, kimse bilmiyor. Askeri müdahalelerde sergilenen sorumsuzluk, plansızlık ve uzun vadeli düşünme kısırlığı sonrasında ABD’nin hem iç politik kaygılara hem de aşırı yaptırımlara dayanan dış politikası, önümüzdeki dönemde dış politik fiyaskolara örnek olarak verilebilir.
KRİZ KİMSEYE FAYDA SAĞLAMAZ
Bu kriz sırasında Türkiye’ye yöneltilen tehditler, yaşanan gerilimin sadece Türkiye’ye zarar vereceği izlenimini ortaya çıkarıyor olsa da, aslında bu tür krizler, kimin daha çok kaybettiğini belirlemenin oldukça zor olduğu, kazananı bulunmayan sonuçlar ortaya çıkarıyor. Aslında herkes birlikte kaybediyor. Ama bazıları neler kaybettiği konusunda bilinçli bir hesap yapamıyor. “Kaybet-kaybet” durumu tüm çıplaklığı ile ortaya çıkıyor. Türkiye’yi tehdit eden ABD yönetimi, Türk kamuoyu ve Türkiye devletiyle ilişkilerinin yanında, diğer müttefiklerin de ABD’ye bakışını etkileyecek bir adım atmaya hazırlanıyor.
“Güvenilir müttefik” ibaresinin artık ABD için kolay kolay söylenemeyeceği yeni bir döneme giriyoruz. ABD’nin müttefiklerine ne yaptığını gören diğer devletlerin, ittifak ilişkilerine girerken çok daha dikkatli olacağı bir dönem olacak bu. NATO’da bu durumun yaratacağı krizi henüz konuşmaya başlamadık bile. Orta Doğu halkları bu adımı, bölgenin en önemli devletinin ABD tarafından istikrarsızlaştırılması olarak yorumlayacak ve bölgeye yeni bir müdahale olarak görecek. Tüm bunların yanında, Türkiye’ye kaybettirmeye çalışırken ABD’nin de hiç hesap etmediği kayıpları olduğunu göreceğiz. Kriz Trump ve Erdoğan’ın yapacağı görüşmeyle de çözülemezse “kaybet-kaybet” süreci resmen başlamış olacak.
Tüm bunlar aslında girilen çıkmazı ortaya koyarken iki ülke ilişkilerinde beklentinin düşüklüğü de önemli bir fırsat sunuyor. Yapılacak olumlu bir açıklama ve sonrasında eyleme dönüştürülecek bir planlama, iki ülke ilişkileri için bir rahatlama yaşatacak. Kritik nokta, ABD’nin mevcut buyurgan ve empoze edici sesinin artık dünyada bir karşılığının olmadığını anlaması. İşaret edildiği üzere, ikili ilişkilerde birçok farklı başlık çözüm bekliyor ve yeni bir çözümsüzlüğün ortaya çıkaracağı maliyet gittikçe büyüyor. ABD yönetimi, birçok yerinden düğümlenmiş bu bağı, düğümleri daha da sıkacak hamlelerle çözmeyi düşünüyorsa, bu süreçte kendi vereceği kayıpları yeterince göz önünde bulundurmamış demektir.
14. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump görüşmesi sona erdi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G20 Liderler Zirvesi kapsamında ABD Başkanı Trump ile görüşmesi sona erdi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye-ABD ilişkilerine yönelik, “Stratejik ortaklığımız tabii birçok alanda dayanışmamızı adeta teşvik ediyor. Bundan sonraki süreçte de bu dayanışmamızın aynı şekilde devam edeceğine olan inancım tamdır.” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, G20 Liderler Zirvesi’nin yapıldığı INTEX Osaka Fuar Merkezi’ndeki temasları kapsamında ABD Başkanı Donald Trump ile görüştü.
“ATACAĞIMIZ ADIMLAR VAR”
Erdoğan, “Şu anda 75 milyar dolarlık bir ekonomi ticaret hacmi noktasındaki zirveye doğru ilerleme hamlemiz var. Savunma sanayisine yönelik attığımız adımlar, atacağımız adımlar var ama her şeyden öte bir stratejik ortaklığımız var. Bu stratejik ortaklığımız tabii birçok alanda dayanışmamızı adeta teşvik ediyor. Bundan sonraki süreçte de bu dayanışmamızın aynı şekilde devam edeceğine olan inancım tamdır.” diye konuştu.
GÖRÜŞME 35 DAKİKA SÜRDÜ
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ABD Başkanı Trump ile görüşmesi 35 dakika sürdü.
Görüşmede Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, MİT Başkanı Hakan Fidan ve AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Yılmaz da hazır bulundu.
15. MİT TIR’larının durdurulması davasında karar
Yargıtay, MİT tırlarının durdurulması davasında kritik isimler hakkındaki kararını verdi. Yargıtay, Adana ve Hatay’daki MİT tırlarının durdurulması davasında, sanıkların eylemleri örgütsel talimatla gerçekleştirdiği sonucuna varırken sanıkların eylemlerinin, devletin gizli belgelerini temin ve açıklama suçunu oluşturduğuna da hükmetti.
ÖRGÜTSEL TALİMATLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ
Yargıtay, MİT tırlarının durdurulması davasında sanıkların eylemlerinin, devletin gizli belgelerini temin ve açıklama suçunu oluşturduğuna hükmetti.
16. MOHAMED MORSI’S DEATH IS A REMINDER OF WHY HE WAS DANGEROUS
How the Obama administration enabled an Islamist monster.
Reports of former Egyptian President Mohamed Morsi’s sudden death on June 17 in a Cairo courtroom where he was being tried for espionage for the Hamas terror group centered around his poor prison conditions.
The former Egyptian president and Muslim Brotherhood leader, who was deposed by the Egyptian military in July 2013, had been jailed since shortly after his removal from office. He was charged and convicted of a host of crimes ranging from the deliberate killing of protesters to treason and espionage.
Very few of the details about his actions as president have been mentioned in the sea of reports about his untreated diseases during his prolonged imprisonment.
And that is a shame. For as bad as his suffering may well have been in prison, the suffering that Morsi and his colleagues in the Muslim Brotherhood were inflicting on Egypt and the Middle East, and the even greater suffering his retention of power would have inflicted on the region and the world as a whole, was far greater than his private travails in prison.
Today, as tensions rise seemingly by the day in the standoff between Iran and its proxies on the one hand, and Iran’s neighbors, the United States, and Israel on the other, it is important to consider just how much worse things would be today had Morsi remained in office in 2013 and we were now in the seventh year of his rule.
In January 2011, the wave of revolutionary fervor that had swept through Tunisia the previous month came to Egypt. After 29 years of authoritarian rule under President Hosni Mubarak, the Egyptian people seemed to have had enough. Unrest began in Alexandria and Suez, with protests and assaults on police stations, and quickly spread to Cairo. The Obama administration, with the eager support of former Bush administration officials, viewed the unrest with satisfaction. From the Bush administration alumni’s perspective, the popular protests were proof that George W. Bush’s “freedom agenda” was resonating with the peoples of the Middle East. From the Obama administration’s perspective, the revolt against Mubarak, which was led by the Muslim Brotherhood, was an indication that Islamism and democracy were complementary ideals.
Washington was unmoved by the warnings, which grew in intensity during the two weeks of protests that led to Mubarak’s abdication of power on February 8, 2011, from Egypt’s Middle Eastern allies and from Mubarak himself. The Israelis, the Saudis, and other allied governments warned the Americans that the only force in Egypt with the power to replace Mubarak was the Muslim Brotherhood. The Brotherhood, which was formed in 1928, developed the ideology for Sunni jihadists from Hamas to al Qaeda, which it spawned.
Its slogan — “Allah is our objective. The Prophet is our leader. Qur’an is our law. Jihad is our way. Dying in the way of Allah is our highest hope” — left no doubt about its intentions or its planned policies.
And yet the Obama administration closed its eyes and ears to the danger. It disregarded the fact that for nearly 30 years in power, Mubarak was a steady U.S. ally. He studiously maintained Egypt’s peace with Israel and so ensured the prevention of a major regional war. He was also a consistent ally in the fight against al Qaeda. Under Mubarak’s rule, the Egyptian regime was committed to ensuring the safety of the Suez Canal.
Rather than stand by the man that had served as the anchor for the U.S. alliance system with the Sunni Arab world, the Obama administration demanded that he abdicate power while insisting that the Muslim Brotherhood was a positive force.
In testimony before Congress two days after Mubarak was forced from power, James Clapper, then Director of National Intelligence, maintained that the jihadist Brotherhood was “a largely secular” organization that was dedicated to advancing “social ends and the betterment of the political order in Egypt,” in Clapper’s words.
Notably, a week after Clapper’s testimony, the Muslim Brotherhood’s spiritual leader, Sheikh Yousouf Qaradawi, who had lived in exile in Qatar for 31 years, made a triumphant return to Cairo. There he delivered a speech to two million Egyptians at Tahrir Square. He ended the speech with a rousing call for the Egyptians to renew their war against Israel and to conquer Jerusalem. His words were met with roars of approval from the vast assembly.
Qaradawi said, “Egypt, who fought four wars on behalf of Palestine, should not break from this path.”
The ground was set for the Muslim Brotherhood’s takeover of Egypt during the 16 months of the military caretaker government that ran Egypt from February 2011 until Morsi’s inauguration in September 2011. On September 10, 2011 a mob destroyed a concrete barrier protecting the Israeli embassy in Cairo. After hours of siege, it stormed the embassy. Two Israeli security officers were spirited out by Egyptian forces just moments before the embassy was overrun. Saving them required the direct intervention of President Obama, as Egypt’s military regime refused to take calls from Israel’s leaders.
Israel deployed a military transport jet to Cairo airport to evacuate its personnel. Netanyahu referred to the ransacking of the embassy as “a blow to the fabric of peace.”
In 1979 Egypt’s conclusion of its peace treaty on the one hand, and the Islamic revolution in Iran on the other, transformed the two allies into enemies. From 1979 through February 2011, no Iranian warship was permitted to transit the Suez Canal. Two weeks after Mubarak was forced from power, and in a signal to the global community that Egypt’s geopolitical position was rapidly shifting, two Iranian warships traversed the Suez Canal en route to Syria.
In October 2011, Egyptian military forces massacred Coptic Christians in what became known as the Maspiro demonstrations. In the meantime, during the course of the elections campaign, Morsi and other leading Muslim Brotherhood members and clergy insisted that their victory would represent the “second Islamic conquest” of Egypt. Under their rule, the Copts would be treated as second class citizens in line with Islamic sharia law, and be forced to pay the jizya, or poll tax, on pain of death.
After taking power in June 2012, Morsi and his colleagues in the Egyptian parliament set about keeping their promises. In December 2012, they amended the Egyptian constitution in a manner that would have transformed the country into an Islamic state governed by Sharia law, while rendering Muslim Brotherhood rule permanent. In November 2012, Morsi signed a presidential decree proclaiming that his decisions could not be checked by judicial authorities, effectively transforming himself into a dictator.
The month Morsi arrogated to himself absolute power to rule Egypt, Hamas opened a missile campaign against Israel in which more than a hundred rockets and mortars were shot into Israeli territory in 24 hours. Israel’s responded with an eight day counterterror operation called Pillar of Defense. While Morsi played a role in mediating the conflict, he also facilitated Hamas’s aggression. Upon taking office, he opened the Egyptian border with Gaza and allowed the free flow of missiles and other offensive weapons to Hamas, the Palestinian Muslim Brotherhood terror regime. Hamas terrorists, for their part, were deployed to Egypt as shock troops to defend Morsi and his regime. On Monday, when Morsi collapsed in the courtroom, he was being tried for coordinating the January 2011 prison breaks in Suez with Hamas. Morsi and thousands of other Muslim Brotherhood members were freed in that raid, allegedly carried out by Hamas terrorists who had infiltrated Egypt from Gaza.
During his 13 months in office, Morsi also moved swiftly to rebuild Egypt’s relations with Iran. He visited Tehran in August 2012, signaling the shift. In February 2013, he hosted Iranian President Mahmoud Ahmadinejad in Cairo, rolling out the red carpet at the Cairo airport, where Morsi greeted the Iranian leader in an official ceremony.
Morsi would have been successful in his bid to transform Egypt into an Islamic state, had it not been for his incompetence in handling Egypt’s economic crisis. During his short tenure, Egypt’s foreign currency reserves disappeared. As a country that imports half of its grain, its bankruptcy rendered Egypt incapable of feeding its people. And on the eve of Morsi’s overthrow, the Egyptian people were on the brink of mass starvation.
Morsi failed to secure a loan from the International Monetary Fund (IMF), which would have attenuated the crisis because he refused to introduce austerity measures the IMF required.
It was Egypt’s financial collapse that convinced Egypt’s Minister of Defense, Abdel Fatah al-Sisi, to take action to remove Morsi and the Muslim Brotherhood from power. Morsi’s radical Islamist policies terrified the Saudis and the United Arab Emirates who pledged to support Egypt in the event that Sisi and the military acted. Israel, for its part, worked assiduously to block a cut off of U.S. aid to Egypt in the aftermath of Morsi’s overthrow.
Morsi’s rise was the result of a combination of American bipartisan imprudence and Islamist determination and power. Had he and the Muslim Brotherhood successfully retained power, the Egyptian-Iranian alliance he was forging would have mounted a challenge to the Muslim world and to the West that has rarely if ever been contemplated by Western policymakers.
Morsi’s fall was a testament to the Egyptian people’s ability to recognize and correct their mistakes. It was a testament to Sisi’s courage. And it was a testament to the wisdom and willingness to act of the Israelis, and the Sunni Arab states who recognized the danger, even as Washington willfully refused to see it.
It is regrettable that Morsi apparently received ill treatment in Egypt’s prisons. But his failure to maintain power is a blessing for humanity.
INN – The Airports Authority announced yesterday that for three weeks pilots trying to land at Ben-Gurion Airport have been encountering mysterious disruptions in the aircraft’s navigation system.
Galei Tzahal revealed that senior officials involved in the affair estimate that the reason for these disruptions is a hostile attack by Russia. It was also revealed that as part of the attempts to resolve the issue, a senior Israeli defense official is currently in Europe, where he met with American officials to discuss, among other things, the issue of the disruptions.
The Airports Authority stated in connection with the disruptions: “As a result of the disturbances, some of the entry procedures for landing have been modified, via the safest and most professional medium at airports around the world (the ILS system) and in Israel, in particular. Ben Gurion Airport supervisors constantly carry out full escort of the aircraft taking off and landing, and at no stage was there a safety incident related to GPS interference in connection with the accuracy of navigation and flight routes.
It also noted that From the first day that the disturbance appeared, officials in Israel have been working to solve the problem and find the source of the problem. “
The IDF said: “This is an incident in the civilian arena, which the IDF is assisting with technological means, in order to allow freedom of action in the airspace of the State of Israel. At this point in time, this incident does not affect the IDF’s activity. The IDF is constantly working to preserve freedom of action and optimal operations across the spectrum.”
Tri-Lightning: Joint F-35 Fighter Jet Exercise with Israel, US, UK Makes HistoryRead Now |
Going to Moon ‘Not Challenging Enough’ for Israel’s Space Program
18. Analysis: How has Israel fared under Netanyahu’s leadership?
By Daniel Krygier, World Israel News
Benjamin Netanyahu will soon surpass David Ben-Gurion as Israel’s longest-serving prime minister. He has dominated Israeli politics during the past decade. Now his political future is uncertain and clouded by looming indictments for corruption.
So how has Netanyahu fared during his time in power? Is Israel better or worse off under his leadership? How will history judge him?
Certainly, on the economy most would argue Netanyahu has made important strides. Israel has experienced unprecedented economic prosperity. More than any other Israeli prime minister, perhaps because he has a better understanding of economics, Netanyahu has focused extensively on reforming Israel’s economy and making it more competitive.
When Netanyahu became Israel’s finance minister in the early 2000s, the economy was in crisis. The debt ratio was over 100 percent of GDP and the economy was contracting. Netanyahu’s fiscal policies stimulated positive GDP growth and gradually reduced the debt ratio to 64 percent in 2019.
When Netanyahu won re-election in 2009, Israel’s GDP per capita was $27,000. Today, it stands at $43,000 per capita, higher than several European countries. Israel’s GDP per capita soared by 60 percent over the past decade.
Diplomatic efforts
In the sphere of diplomacy, Netanyahu challenged the conventional wisdom that insists that Israel’s international relations depend on peace with the Palestinian Authority. Critics often claim that Netanyahu’s policies are isolating the Jewish state. However, recent trends tells a different story.
Under Netanyahu’s leadership, Israel has deepened and strengthened its relations with the emerging BRIC powers: Brazil, Russia, India and China. Chinese-Israeli trade alone has soared from $50 million in 1992 to $13 billion in 2017.
Past Israeli leaders often focused on seeking international sympathy for Israel. By contrast, Netanyahu’s pragmatic diplomacy has focused on Israeli technological know-how and security skills.
India is today the largest export market for Israeli military technology. For instance, in 2017, Israel Aerospace Industries won an Indian order worth $1.6 billion for the land-based Barak 8 missile system.
Earlier this year, Brazil’s newly elected President Jair Bolsonaro was warmly greeted in Jerusalem, his first overseas visit as president. During Bolsonaro’s visit, Brazil and Israel signed various bilateral trade agreements.
Similarly, Netanyahu’s strong ties with Japanese Prime Minister Shinzo Abe have boosted trade between Tokyo and Jerusalem. In 2018, bilateral trade between Japan and Israel amounted to $3.5 billion, an increase of 20 percent compared to 2017.
Arab ties
Ironically, Israel’s ties with the Sunni Arab world have improved under Netanyahu. While paying lip service to the Arab-Israel conflict, Saudi Arabia and other Arab Gulf States increasingly seek Israeli technologies and security expertise. The United Arab Emirates has expressed interest in Israeli high-tech, especially cyber security, medical supplies and irrigation technologies.
Under Netanyahu and President Donald Trump, U.S.-Israeli relations and cooperation are stronger than ever. During this period, America moved its embassy to Jerusalem, recognized Israeli sovereignty on the Golan Heights, departed the Iran deal and reimposed sanctions on Tehran. Unlike his predecessor President Obama, President Trump holds the PA accountable for the lack of Arab-Israeli peace.
Netanyahu’s opponents say he is responsible for the lack of peace with Ramallah. Critics on the right are frustrated with the Netanyahu government’s inability to find a long-term solution to the Gaza crisis.
After being in power for a decade, Netanyahu’s critics argue that the time has come for him to step down from political life. They argue that it is unhealthy for any democracy to have the same leader in power for such an extended period of time. With corruption scandals facing him, they say this is the moment for him to step aside.
It may be that Netanyahu is forced to step down. Be that as it may, his legacy will include many important achievements.
19. Palestinians ‘not completely honest’ when they say they want a state, historian observes
The Palestinians “have a leadership that is keeping them at a state of perpetual victimhood,” says Hebrew University’s Gaudi Taub.
By World Israel News Staff
With the Palestinian Authority boycotting the U.S.-led conference currently taking place in Bahrain, are the Palestinians again showing that they “never miss an opportunity to miss an opportunity,” in the now-famous phrase of legendary Israeli diplomat Abba Eban?
“In our world of moral kitsch, where victimhood is moral justification for everything, I think the one asset the Palestinians are not willing to give up is their misery,” said Gaudi Taub, historian at the Hebrew University of Jerusalem, in an interview with FRANCE 24 TV.
Stating that the Palestinians are “not completely honest” when they say that they want a state, Taub adds: “If it was Zionism we would have taken the money, built stuff with it, and then tried to move on to other goals, not give it up in advance,” Taub told the French television channel.
The Palestinian Authority (PA) announced that it was cutting off diplomatic contacts with the Trump administration when the U.S. president recognized Jerusalem as Israel’s capital in December 2017.
Therefore, Abbas predicted, the Bahrain conference, which is promoting only socio-economic aid, “will not be successful.”
However, there have been top-level meetings in the past at which political solutions have been discussed.
In the summer of 2000, U.S. President Bill Clinton, Israel’s Prime Minister Ehud Barak, and PA leader Yasser Arafat held a summit at the Camp David retreat, during which, according to U.S. and Israeli accounts, Barak was prepared to hand over nearly all of Judea and Samaria to a Palestinian state.
Under the plan, which Arafat rejected, control over the Old City of Jerusalem would have been divided. A couple of months after the summit, Palestinians launched a second “intifada” violent uprising, in which some 1,000 Israelis were killed between 2000 and 2005.
In 2008, Prime Minister Ehud Olmert went even further in discussions with Abbas, saying that in addition to offering the same kind of deal regarding Judea and Samaria, he was willing to give up Israeli sovereignty over the Old City altogether and place even Judaism’s holiest shrine under international control.
Abbas rejected that offer, although Olmert warned him, “Remember my words, it will be 50 years before there will be another Israeli prime minister that will offer you what I am offering you now. Don’t miss this opportunity.”
20.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21. Janne E. Nolan +
Janne E. Nolan died 26 June 2019. Dr. Nolan was a noted Defense and foreign policy analyst. A national security scholar, author, Senate Armed Services staffer and advisor to Senators, presidential candidates and presidents, she was a pioneer and mentor to women in the national security field. In the early 1980s she was among the first women to assume a prominent role in a field entirely dominated by white men, not as the “token girl” but as a respected voice of wit and wisdom. Dr. Nolan a rare figure, equally at home in the groves of academe and the corridors of power. was Her book “Trappings of Power: Ballistic Missiles in the Third World”, first published in 1991, was the first major work to explore the emerging missile threat from countries like Iran, Iraq and North Korea, a challenge that has dominated American planning in the following decades.
Her education included a BA in Political Science and Foreign Languages, Antioch College (1976), an MA in Law and Diplomacy, Fletcher School, Stanford University (fellowship, 1981-83), and a PhD in International Economics, Tufts University (1983). She was a Professor of International Security, Georgetown University (1990-2009), Professor: International Affairs, University of Pittsburgh (2005-10), and Professor: International Affairs, George Washington University (2011-2019). She chaired the Nuclear Security Working Group and was a faculty member at the Elliott School of International Affairs of the George Washington University.
Dr. Nolan’s public service includes positions as a technology trade and arms control specialist in the Department of State US Arms Control Agency (1980-83), Congressional Staff National Security Adviser, US Senate Armed Services Committee (1983-87), and as the defense advisor to several presidential campaigns and transition teams. She served as an appointed member to the White House Presidential Advisory Board on U.S. Arms and Technology Policy (Chair), the National Defense Panel, the State Department’s Accountability Review Board (investigating terror attacks against U.S. embassies in East Africa).
Nolan was a member of the National Defense Panel, a congressionally appointed group that provided yearlong review and oversight of the Pentagon’s first Quadrennial Defense Review in l999, and, throughout the Clinton Administration, she served as a member of the Defense Policy Board, which provided advice to the Secretary of Defense. In l997, she was appointed by Congress to the Gates Panel to Assess the Ballistic Missile Threat to the US examining the ballistic missile threat to the United States.
The Nuclear Security Working Group [NSWG] was chaired by Dr. Janne Nolan of the Elliott School of International Affairs at The George Washington University. With membership drawn from a wide variety of professional backgrounds, the NSWG provides a forum for experts in different fields to share their perspectives and learn from one another. Through frequent dinner meetings and conferences, the NSWG enables the nation’s leading experts in international security and nuclear issues to share information and collaborate. The group conducts its activities in a not-for-attribution setting, enabling members and participants to freely express their thoughts and ideas.
By establishing a knowledge base of non-partisan foreign policy professionals, the NSWG serves as a resource for administration officials and members of Congress to utilize when real-time expertise is needed. Members of the group regularly meet with senior administration officials and members of both parties on Capitol Hill to help bridge the partisan divide and contribute to the formation and implementation of a nuclear security policy that serves the national interest of the United States.
Her private sector appointments included Professor of International Affairs and Deputy Director of the Ridgway Center at the University of Pittsburgh; Director and Research Professor at Georgetown University; Director of Foreign Policy for The Century Foundation of New York (1998-2001), and Senior Fellow in Foreign Policy Studies at the Brookings Institution (1986-98). Administrator: Dir., Intelligence and Strategic Surprise Project, Georgetown University (2003-10).
She received major research awards from the Carnegie Corporation of New York, the John T. and Catherine D. MacArthur Foundation (5 time recipient), the Ford Foundation, and the Ploughshares Foundation and served on the boards of the American Middle East Institute, the Arms Control Association, and the Monterey Institute’s Non Proliferation Review. Dr. Nolan was a member of the Council on Foreign Relations, the American Academy of Arts and Sciences Committee on International Security (second appointed term), the Aspen Strategy Group (Distinguished Emeritus), and the Cosmos Club.
Her nine books include “Guardians of the Arsenal: The Politics of Nuclear Strategy ; Trappings of Power: Ballistic Missiles in the Third World, An Elusive Consensus: Nuclear Weapons and American Security after the Cold War, Tyranny of Consensus: Discourse and Dissent in American National Security Policy, Cold combat: The memoir of a nuclear convert, and Two Triads: The Nuclear Equation. She also published numerous articles in publications such as Foreign Affairs, Foreign Policy, Scientific American, The New York Times, The New Republic, the National Interest and The Washington Post.
Born in France on 28 December 1951, Janne is survived by a sister, Cathy, and a daughter, Emilie.
22.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Netanyahu Leads Historic US-Russia-Israel Security Meeting Focused on Iran, Syria
23.
06-24-19
‘Destroy terrorists’ homes – even if they killed no one!
INN – Shabak (Israel Security Agency) is demanding the IDF destroy the home of an Arab terrorist who carried out a stabbing attack in Jerusalem last month, despite the fact that he did not succeed in killing any of his victims.
Shabak’s demand contradicts the stance of the IDF’s military prosecutor, who until now had ordered that only the homes of terrorists who succeeded in their mission of killing Jews have their homes destroyed.
According to Army Radio, Shabak is now demanding the demolition of the terrorist who carried out a terror attack at Jerusalem’s Damascus Gate which left two Jews wounded: Gavriel Lavi, 47, was wounded seriously while 16-year-old Yisrael Meir Nachumberg was wounded moderately.
Both have been released from the hospital, and the terrorist was eliminated by police officers.
The IDF responded that it is “examining Shabak’s request,” the report said.
24.
Cash-strapped PA kicks Trump’s $50 billion economic package: It has ‘nothing positive’
By Batya Jerenberg, World Israel News
The international conference that will be held this week in Bahrain to discuss the economic elements of the Trump administration’s peace plan will fail, Palestinian Authority (PA) President Mahmoud Abbas told a press conference on Sunday.
The PA is boycotting the event and has urged all Arab countries and businessmen to do the same, because “the economic situation should not be discussed before the political one,” Abbas said. “And as long as there is no political [solution], we do not deal with any economic issues.”
“We will not be slaves or servants to [US peace team] Jared Kushner, Jason Greenblatt or [American ambassador to Israel] David Friedman,” he added. The Palestinians “will not accept this or let them say whatever they want.”
This is the case even though he admitted that the PA needs “the money and the assistance.”
The primary reason for this is that Ramallah has refused to accept any of the tax revenues Israel collects on its behalf in protest of Israel’s withholding of six percent of it – the amount the PA pays out to Palestinian terrorists and their families. The tax money amounts to 65 percent of the Palestinian budget.
The PA has slammed the Trump administration’s attempt to broker an agreement. Before knowing what was in the economic portion of the peace plan, the PA decried it as an attempt to buy off their political aspirations. Kushner and Greenblatt’s team had worked on the plan over the last two years, coming up with a suite of 179 projects covering areas from education to healthcare.
The $50 billion plan, details of which were released on Saturday, earmarks $24.5 billion to projects in Judea, Samaria and Gaza which could create up to a million jobs.
But Mahmoud al-Aloul, deputy chairman of the ruling Fatah faction in the PA, said on Sunday, “We have rejected the idea of economic peace dozens of times in the past. The main issue for us is independence and sovereignty. The current U.S. administration has nothing positive to offer the Palestinians.”
Only a few private Palestinian businessmen are scheduled to go to the conference that will be held on Tuesday and Wednesday in Bahrain’s capital of Manama. Several Arab countries, such as Egypt, Jordan, Saudi Arabia, the UAE and Morocco, will sent delegations.
“This plan is very strong. It has a deep idea, which is fundamentally important and genuine,” Netanyahu said regarding the Trump administration’s economic vision for the Palestinian people.
25.
THE LEFT’S METAPHORICAL HOLOCAUST DENIAL
When everyone is Hitler, no one is Hitler.
Daniel Greenfield, a Shillman Journalism Fellow at the Freedom Center, is an investigative journalist and writer focusing on the radical Left and Islamic terrorism.
The Revolutions of 1989, which ultimately brought down the Soviet Union, were marked by major symbolic events and minor ones. One of those seemingly minor events was a Holocaust memorial.
In that year, it was announced that the first Holocaust memorial had been permitted in the USSR.
Soviet policy in the past had been to refer to the millions of Jews massacred in the Holocaust as “victims of fascism”. Information about the atrocities circulated through Samizdat and covert channels. The Black Book of Soviet Jewry was censored and would not be published until the fall of the Soviet Union.
Memorials to the Jewish victims were held covertly by political dissidents.
The Soviet ban on the Holocaust was not merely due to anti-Semitism. It followed the same political line as the current progressive historical revisionism which erases the Jewish character of the victims while emphasizing that the atrocities could only be the result of a right-wing, not left-wing, political ideology.
Jewish Communists, like their non-Jewish counterparts, worked to minimize the Jewish element of Holocaust histories. Vasilij Grossman, the co-author of the Black Book of Soviet Jewry, urged replacing “Jews” with “people” and “civilians”. This approach defined the USSR’s approach of memorializing millions of undefined people murdered by the former allies and later political foes of the Communists.
The erasure of the Jews in the Holocaust was not limited to the leftists in the Soviet Union.
The Diary of Anne Frank, the play seen by more people than any other depiction of the Holocaust, was hijackedby Lillian Hellman, a militant Stalinist, who turned it over to Albert Hackett and Frances Goodrich, the Communist-linked married couple who excelled at churning out heartwarming leftist propaganda from traditional material, whether it was It’s A Wonderful Life or the story of Anne Frank.
The Jewish elements of Anne’s story were purged. “We’re not the only people that’ve had to suffer,” the fictionalized version of a dead Jewish girl declares to applause. “Sometimes one race, sometimes another.” The real message soon became about the evils of segregation and racism. The various Anne Frank memorial organizations have promoted BDS, banned Jewish clothing and compared Jews to ISIS.
Just as in the USSR, the erasure of Jews from the story of the Holocaust paves the way for anti-Semitism.
Last year, a Los Angeles theater put on a production of Anne Frank with a Latino cast hiding from ICE. After a backlash from Holocaust survivors and Jewish organizations to Rep. Alexandria Ocasio Cortez and Rep. Ilhan Omar equating immigration law enforcement to the Holocaust, the media doubled down. A plethora of leftist essays defending the slur spread the historical revisionism through the echo chamber.
Rep. Omar and Rep. Ocasio Cortez had their own anti-Semitic moments. By transforming anti-Semitism and the mass murder of Jews from a reality to a metaphor about the oppression of minorities, they become the metaphorical victims and the Jews objecting to them become metaphorical Nazis.
The USSR mastered this technique when having renamed the dead Jews as “victims of fascism”, it was free to work toward the murder of millions of Jews in Israel by denouncing them as “Zionist fascists.” A typical example was a Pravda article, “Fascism and Zionism” which claimed that Israel, like Nazi Germany, was guilty of capitalism, imperialism and genocide. The Communist article argued that Jews everywhere were a “fifth column” while insisting that the USSR was anti-Zionist, not anti-Semitic.
Modern leftists also argue that Jews are the real Nazis. Hating them isn’t anti-Semitism. It’s anti-Zionism, which is really anti-Fascism and anti-Nazism. Killing Jews becomes the real message of the Holocaust.
Turning the Holocaust into a political metaphor makes Nazis out of its victims and its commemorators.
Instead of condemning evil, the transformation of the Holocaust into a metaphor whose protagonists are interchangeable, turns a real event into a blank slate on which any agenda can be superimposed. If everyone can be Hitler and anyone can be the Jews, then the Holocaust becomes a myth. A fairy tale into which any of us can read our own meaning and offers us no morality we do not already possess.
The Holocaust is not a metaphor. It is not a toolset to apply to every political event to demarcate the borders of the political spectrum. It was not the work of fascists, as the Soviet Union insisted. The Franco regime in Spain made efforts to save Jews even while the Soviet Union was executing some Jewish refugees as spies. FDR, a progressive hero, blocked the entry of Jewish refugees to the United States. El Salvador, governed by a fascist dictator, turned a blind eye to thousands of visas given to Jews.
When you study the Holocaust as history, rather than metaphor, it becomes impossible to reduce the events to a simplistic progressive parable about the virtue of tolerant lefties who resist racism. Bigotry is inherent in human beings and mass murder is how totalitarian regimes implement their utopian visions.
The Nazis and the Communists both imagined an ideal world in which the Jews did not exist. They went about implementing it in somewhat different ways because, like all fanatics whose morality comes from ideology, they had different theories to explain their own supremacism and the inferiority of the Jews.
The Nazis believed that they were superior for genetic reasons and viewed the Jews as a racial phenomenon that had to be physically eradicated at the genetic level. The Communists believed that they were superior for political reasons and the Jews had to be eradicated as a cultural phenomenon. The erasure of Jews from the story of the Holocaust, then and now, is part of that leftist genocide.
Erasing the Jews makes it easier to eliminate these complex realities while leaving only the metaphor. But the danger of reducing people to metaphors is part of the reason why the Holocaust happened. Lefties universalized the Holocaust, shifting it from a story about Jews to a universal tale about the wickedness of being mean to people, of bigotry, discrimination and general meanness of spirit.
And yet, anti-Semitism has come roaring back and is bigger than it’s been in generations.
The trouble with universal messages is that they’re meaningless. Most people already believe that being mean to others is wrong. They just disagree on the specific implementation of it. For leftists, the story of Anne Frank or the Holocaust is, at the moment, about the evils of deporting illegal aliens. It has nothing to say about the evils of anti-Semitism or of Islamic terrorists who cheer Hitler and murder Jews.
Learning about the Holocaust hasn’t made them better people, only more self-righteous about their views. They haven’t questioned their beliefs, instead they appropriated the Holocaust to support them.
When you turn history into metaphor, all you’re really doing is manufacturing propaganda.
On the campaign trail, Senator Cory Booker attacked President Trump’s immigration policies by invoking the Holocaust. “There was a ship that came here during World War II with a bunch of folks trying to escape the Holocaust, and we turned it around where they got killed in the Holocaust. The shame of that, you think we would learn our lesson about people coming here to seek asylum escaping terror.”
The “folks” in question were Jews.
Booker’s anonymization of Jews as “folks” strongly echoed Obama’s dismissal of a Muslim terrorist attack on a Jewish supermarket before the Sabbath, as “randomly shot a bunch of folks in a deli.”
The 2020 candidate, who had condemned criticism of Rep. Omar as Islamophobia, has announced that he would be okay with meeting with “Minister Farrakhan”, a bigot who has praised Hitler. This was the second timethat the New Jersey senator had good things to say about a man who praised Hitler.
“I am very familiar with Minister Louis Farrakhan and his beliefs and his values,” Booker told an audience member in South Carolina.
Those values include calling Hitler, a “very great man”.
Previously, Booker had favorably quoted Stokely Carmichael in a Senate speech whose most famous line was, “The only good Zionist is a dead Zionist, we must take a lesson from Hitler.”
Historical revisionism isn’t just denying that the Holocaust happened, it’s also eliminating the history. When you wipe out the context, then before you know it, you can end up next door to Hitler.
26.
TRINIDAD: THE WESTERN HEMISPHERE’S JIHADIST HOTSPOT
The Caribbean island has produced more ISIS recruits than any other western country.
It is difficult to believe that a lush, tropical vacation destination like the Caribbean nation of Trinidad and Tobago, a relatively prosperous country with full religious and legal freedoms, has produced more fighters per capita for the murderous Islamic State (ISIS) than any other country in the Western Hemisphere.
But, unfortunately for Trinidad and the civilized world, that is the tragic fact of the matter. While Muslims constitute only five per cent of the country’s population, according to the CIA’s World Factbook, a portion is “causing outsized global security concern,” states Todd Benson in the publication Center for Immigration Studies.
Unknown to most and largely unreported by the media, Trinidad, with only a population estimated between 1.2 and 1.5 million people, has sent at least 130 of its citizens to join the Islamic State. The United States, by contrast, with a population about 240 times larger than Trinidad’s, has sent about 250 to 300, about one per cent of the 30,000 foreigners who joined ISIS.
T. and T. citizens in ISIS “are high up in the ranks, they are very respected, and they are English-speaking. ISIL have used them for propaganda to spread their message through the Caribbean,” said John Estrada, former U.S. ambassador, to Trinidad and Tobago, adding Trinidadians did “very well” in ISIS.
Part of the problem was that no law existed in Trinidad that forbade joining ISIS until 2017; however, legislation was then introduced. But no reason has been given as to why Trinidad has such a strong, radical Islamic scene.
However, Dr. Simon Cottee of England’s Kent University, who has studied this Trinidadian phenomenon, has attempted to explain the attraction ISIS has for some of the island’s Muslims.
“Redemption through violent self-sacrifice is a pretty big draw,” Cottee said in Trinidad and Tobago News. “But I also think a lot of those Trinis who went truly believed that the ISIS caliphate was the real deal, a kind of Islamic utopia where they could go with their families and be spiritually saved.”
Trinidad is a nation whose population is split almost evenly between those of black African descent and those of East Indian origin, most of whom are Hindus. Both groups largely form separate political parties and separate churches and temples. Cottee dismisses the notion, though, that the jihadists came primarily from the island’s black population.
“Quite a few were Afro-Trinis who had converted to Islam,” Cottee said, “but many were born-Muslims from wealthy families of East Indian origin. Some had criminal records or pending court appearances while others were law-abiding and came from respectable families.”
But there was one curious aspect of this migration of Trinidad’s citizens to ISIS not found in any other Western country, and it concerns the number of children the Trinidadian recruits brought with them to ISIS territory. They numbered about 42, constituting what has been termed a “unique situation.”
“The most striking thing is the block recruitment of Trinis to ISIS,” said Cottee. “Entire families went. It was mothers, daughters, fathers and sons. According to my estimates about 30 per cent were men, 30 percent were women and the remainder – 40 percent were children. This is pretty unique because you don’t see this elsewhere in Europe.”
In the main, Cottee says ISIS volunteers from Europe were young men.
The United States’ concern regarding Trinidad’s radical Islamic scene is not unwarranted.
For example, two of the men wanted in the 2007 plot to bomb fuel lines that ran underground through populated areas of New York City to JFK airport were arrested in Trinidad where they visited a known, radical mosque. A U.S. Attorney called their homicidal plans “one of the most chilling plots imaginable.” (The two men arrested were not Trinidadians but Guyanese; a co-conspirator, however, was from Trinidad.) The New York Times (NYT)states United States authorities said the island’s radical Islamic community was “an obvious place…to turn when they were looking for Islamist support.”
Rondell Henry, a native of Trinidad and naturalized U.S citizen, was planning last March a Nice-like, truck-ramming attack in Washington D.C. to kill as many innocent people as possible. But no connection has been established with his homeland’s radical Islamic scene.
In 2005, a Muslim from Trinidad was convicted in Florida of trying to smuggle 70 machine guns and 20 silencers to Trinidad, while in 2017 U.S. authorities assisted Trinidad’s security forces in thwarting an Islamic terrorist attack on the island’s famous carnival.
In the carnival plot, Trinidadian police said “several persons of interest were detained.” Eight were reported arrested, all connected to the island’s Islamic community. The U.S. embassy issued a security alert but the carnival went ahead as planned.
In 2018, the Treasury Department also put two Trinidadians on its terrorism sanctions list for raising money for countrymen with ISIS in Syria. They joined eight other citizens of Trinidad and “enterprises” on the list.
Besides directly assisting Trinidadian security authorities, the United States has taken other measures to confront Islamic radicalism in the Caribbean nation. In 2017, the NYT states President Trump spoke to Trinidad’s prime minister by phone about terrorism and common security concerns, “including foreign fighters.” The United States is particularly concerned about attacks against U.S. embassies in the region and against commercial concerns such as oil industry infrastructure.
According to the NYT, the American government has also “hosted meetings with Muslim leaders at the U.S. embassy in Port of Spain,” the country’s capital, and paid some to attend workshops on “anti-extremism” in the United States.
The United States is probably targeting the main problem with Islamic radicalism in Trinidad, namely, some Islamic leaders. Cottee states “there were some local clerics who promoted the idea of holy war.” The NYT states efforts to stop the flow of Trinidadian fighters to ISIS “have been complicated by some imams and parents.”
Many of the Trinidadian fighters in Syria said they were “swayed” by certain imams. One ISIS volunteer said he was influenced by Islamic lectures and a Trinidadian Muslim leader. The father of another volunteer, killed in Syria, said he “welcomed his son’s death as a martyr.”
“I feel elated. Speaking about it now, I am over-elated,” he said.
At one mosque near Port of Spain, 15 to 20 ISIS volunteers spent two weeks there before leaving for the Islamic State where, one official said, they received an “orientation.” But the imam denied he was running “an Islamic State training program,” although two of his children and five grandchildren “are believed “involved with the Islamic State.”
America and other nations should be very concerned about this island “breeding ground” for jihadists so close to the United States and its interests. For example, one Trinidadian ISIS volunteer, Shane Crawford, known as Abu S’ad al-Trinidadi, represents this jihadist danger. Crawford was given prominence in an ISIS publication calling for attacks on Western embassies.
Of special concern are such radicalized jihadists, like Crawford, returning from Syria with combat and explosives experience. After all, one has to keep in mind it is only a three-hour plane flight from the island to Miami.
27. ΜΑΥΡΗ ΕΠΕΤΕΙΟΣ
Το Δοξάτο… “εκ ποδών” από τους Βουλγάρους (Τα Μπαστάρδια των Σλάβων)!..
… ΙΤΑΛΟΙ – ΓΕΡΜΑΝΟΙ – ΤΟΥΡΚΟΙ – ΒΟΥΛΓΑΡΟΙ – ΤΟΥΡΚΑΛΒΑΝΟΙ – ΣΚΟΠΙΑΝΟΙ, ΟΛΟΙ… ΦΙΛΟΙ ΜΑΣ!..
(ΣΗΜΕΙΩΣΤΕ ΔΕ ΠΩΣ, ΜΕΤΑ ΤΙΣ ΠΡΟΣΦΑΤΕΣ… ΤΣΙΠΡΙΚΕΣ ΠΡΕΣΠΕΣ, ΟΙ ΣΚΟΠΙΑΝΟΙ ΕΓΙΝΑΝ ΠΙΟ… ΦΙΛΟΙ ΜΑΣ!.. Αχαχαχαχαχα)
Η τραγωδία αυτή έχει μείνει ζωντανή στην μνήμη όλων.
– Μετά την απελευθέρωση των Σερρών, το 21ο Σύνταγμα της 7ης Μεραρχίας διατάσσεται να κατευθυνθεί προς τη Δράμα και να συνεχίσει την καταδίωξη των Βουλγάρων, που κατείχαν την περιοχή, από τον Οκτώβριο του 1912. Το πρωί της 30ης Ιουνίου 1913, μία ίλη ιππικού της 10ης Μεραρχίας του βουλγαρικού στρατού, με επικεφαλής τους ταγματάρχες Μπίρνεφ και Σιμεόνοφ, συνεπικουρούμενη από ένα τάγμα πεζικού και ομάδες κομιτατζήδων, κυκλώνει το Δοξάτο (9 χιλιόμετρα ΝΑ Δράμας).
– Σκοπός τους να σφάξουν και να λεηλατήσουν το πλούσιο χωριό της Δράμας, που κατοικείται από Έλληνες χριστιανούς και ελαχίστους μισέλληνες μουσουλμάνους, τουρκικής συνειδήσεως. Ως δικαιολογία προβάλλουν το επιχείρημα ότι είχαν παρενοχληθεί από ομάδες Ελλήνων… προσκόπων.
– Αμέσως, οι επιδρομείς άρχισαν να σφάζουν αδιακρίτως όσους κατοίκους του Δοξάτου είχαν απομείνει στο χωριό, με πρωτοστατούντες τους κομιταζήδες. Στη συνέχεια περιέλουσαν με πετρέλαιο τα σπίτια του Δοξάτου και το παρέδωσαν στις φλόγες. Με τους Βουλγάρους συνενώθηκαν και οι περισσότεροι μουσουλμάνοι του Δοξάτου, τους οποίους οι επιδρομείς έπεισαν ότι η Βουλγαρία και η Οθωμανική Αυτοκρατορία είχαν συμμαχήσει κατά της Ελλάδας.
– Ο τραγικός απολογισμός των βουλγαρικών ωμοτήτων στο Δοξάτο ήταν 650 νεκροί (περίπου το ένα τρίτο των κατοίκων), ενώ 240 σπίτια και 80 καταστήματα καταστράφηκαν ολοσχερώς. Αφού ολοκλήρωσαν το απάνθρωπο έργο τους, οι επιδρομείς με τη λεία τους κατευθύνθηκαν προς τα βόρεια. Την επομένη, 1η Ιουλίου 1913, το 21ο Σύνταγμα του ελληνικού στρατού κατέλαβε αμαχητί τη Δράμα και το Δοξάτο και ολοκλήρωσε την απελευθέρωση της Ανατολικής Μακεδονίας.
– Η σφαγή και η πυρπόληση του Δοξάτου απασχόλησε τον διεθνή Τύπο, που περιέγραψε με μελανά χρώματα την συνολική συμπεριφορά και στάση των Βουλγάρων.
Ο Άγγλος πλοίαρχος Κάρνταλ έγραψε στη “Daily Telegraph“:
– Κατά την είσοδον εις την πόλιν, το πρώτο όπερ προσέπεσεν εις τους οφθαλμούς μου, ήσαν αι αγέλαι κυνών καταβροχθιζόντων ανθρωπίνους σάρκας. Η πόλις ήτο τελείως κατεστραμμένη, εφαίνετο έρημος, ως εκ τούτου ηναγκάσθην να φωνάξω επανειλημμένως δια να εμφανισθώσι γραίαι τινές, εκ των ερειπίων. Όλα τα πτώματα ήσαν διάτρητα υπό τον λογχών και έφερον ίχνη απιστεύτων ακρωτηριασμών. Οι τοίχοι των οικιών είχον ρυπανθεί(!) από αίματα, εις το ύψος έξι ποδών από τους εδάφους, τουθ’ όπερ εξηγείται, κατά το λέγειν των επιζώντων εκ του ότι τα δυστυχή θύματα δεν είχον σφαγεί αμέσως, αλλά εθανατούντο δια λογχισμών…
– Ο απεσταλμένος των “Τάιμς”, του Λονδίνου, Κρόφοντ Πράις, παραθέτει συγκλονιστικές μαρτυρίες από θύματα και αυτόπτες μάρτυρες της σφαγής:
– Δεν ήτο δύσκολον να συναγάγη τις την αλήθειαν, περί του τί συνέβη εν Δοξάτω. Διεσώθησαν πολλά βασανισθέντα θύματα, όπως αφηγηθούν τα συμβάντα, εν οις και εις νεανίας (ο οποίος παρ’ όλους τους δέκα λογχισμούς, τους οποίους έλαβεν, έζη ακόμη, καθώς και πολλά μικρά παιδία εις το νοσοκομείον, φέροντα τραύματα επί της κεφαλής, κατενεχθέντα διά της σπάθης των Βουλγάρων ιππέων, καθ’ ήν στιγμήν κατεδίωκαν τα νήπια θύματά των δια των αγρών […]
– Οι πρώτοι παραστάντες επί τόπου Ευρωπαίοι συμφωνούν ότι ο ολικός αριθμός των σφαγέντων δεν ήτο ολιγώτερος των 400 (πολλοί τους υπολογίζουν εις 600). Μερικά των πτωμάτων είχον ήδη ταφεί, άλλα είχαν καεί, αλλά τα υπόλοιπα απέμενον εκτεθειμένα, μερικά δε μόλις εκαλύπτοντο δι’ ελαφρού τινός στρώματος άμμου. Οι επισκέπται είδον σκύλους καταβροχθίζοντας ανθρωπίνους σάρκας, αυλάς οικιών αχνιζούσας εκ του αίματος των θανατωθέντων ατυχών, λίθους επί των οποίων διετηρούντο ακόμη υπολείμματα τριχωμάτων των κεφαλών των θυμάτων, αίτινες είχον καταθραυσθή δια κτυπημάτων, δωμάτια, οι τάπητες των οποίων, αι ψάθαι και τα προσκεφάλαια ήσαν καλυμένα με το αίμα των σφαγέντων, τοίχους δεικνύοντας τους τύπους των όλων, δια των οποίων μια γυνή και εν παιδί είχον σταυρωθή.
– Η ιταλική εφημερίδα “Il Secolo XIX“ περιγράφει την επιδρομή των Βουλγάρων:
– Οι κάτοικοι έντρομοι συλλέξαντες ό,τι πολύτιμον είχον ήρχισαν να φεύγωσιν προς Καβάλαν και άλλοι δια της κοίτης του ξεροχειμάρρου προς τα όρη. Εκατοντάδες τινές εκλείσθησαν εντός των οικιών. Αίφνης ενεφανίσθη βουλγαρικό ιππικό και ήρχισε λυσσώδη καταδίωξη των φευγόντων. 400 Βούλγαροι στρατιώτες εισήρχοντο με «εφ’ όπλου λόγχη», ακολουθούμενοι υπό δύο αμαξών, φορτωμένων με πετρέλαιον. Το ιππικό εξ 120 ανδρών υπό των Μπίρνεφ και Συμεώνωφ κατεδίωκαν τους φεύγοντας , άνδρας, γυναίκες και παιδιά ρίπτοντες αυτούς καταγής διά σπαθισμών.
– Τις βουλγαρικές ωμότητες εκθέτει και ο απεσταλμένος της ρωσικής εφημερίδας Ρούσκιε Ούτρο, Βλαντιμίρ Τορνόφ:
– Αι ανθρωποθυσίαι αι διαπραχθείσαι υπό των Βουλγάρων υπήρξαν φρικαλέαι. Εκατοντάδες αθώων πολιτών κατεσφάγησαν, αι δε διαρπαγαί υπήρξαν κολοσσιαίαι. Είδομεν κατά γής εν μέσω ερειπίων χρηματοκιβώτια βιαίως διερρηγμένα, ραπτομηχανάς κατεστραμμένας […] Γυναίκες εθρήνων πικρώς και συνέστρεφον τας χείρας εξ απογνώσεως. Είδον ιδίοις οφθαλμοίς παιδία πληγέντα δια λογχισμών. Εις πλείστα μέρη συνηντήσαμεν σωρούς πτωμάτων εκτεθειμένων εις τον καύσωνα του ηλίου και άλλα πτώματα κατά το ήμισυ ξεθαμμένα και των οποίων οι πόδες, η κεφαλή και αι χείρες προέβαλον φρικαλέας εκ της γης…
Η ΠΑΡΑΚΑΤΩ “ΦΩΤΟ” ΕΙΝΑΙ… ΑΣΧΕΤΗ!..
-/-