ΕΚΤΑΚΤΗ ΕΝΗΜΕΡΩΣΗ!
1.
Anti-Semitic conspiracy theories normalized in Germany during pandemic, study finds
“The normalization of anti-Semitic conspiracy theories and Holocaust relativization will not easily be reversed with the end of the pandemic,” the report warned.
By Sharon Wrobel, The Algemeiner
As cases of COVID-19 once more begin to rise in Germany, a study released Monday detailed how the pandemic has fueled anti-Semitic conspiracy myths, holding German Jews responsible for the spread of the virus and for government measures to contain it.
Working with the American Jewish Committee Berlin (AJC), the Federal Association of Departments for Research and Information on Anti-Semitism (RIAS) recorded a total of 561 anti-Semitic incidents connected to the COVID-19 pandemic between March 2020 and March 2021. Almost 60% of the incidents were related to anti-Semitic statements found in speeches, slogans and posters, seen at demonstrations taking place throughout Germany but especially in Bavaria and Berlin.
“We can only urgently warn against underestimating the incidents and participants at coronavirus demonstrations and the protests themselves,” said Remko Leemhuis, director of AJC Berlin. “It needs to be emphasized that even if the protests were largely dominated by right-wing extremist forces, a not to be underestimated number of people from the bourgeois spectrum also took part, who were either not bothered with the apparent anti-Semitism or even spread it themselves.”
“The normalization of anti-Semitic conspiracy theories and Holocaust relativization will not easily be reversed with the end of the pandemic,” the report warned.
“Anti-Semitic conspiracy myths experienced a strong boom in times of the coronavirus pandemic,”said Daniel Poensgen, a researcher at RIAS, who led the study. “Notions of the Jews’ secret influence on politics, the media and the economy were not only articulated at protests against the German government’s coronavirus measures, but also beyond them, and were perceived by Jews in everyday situations.”
In such instances, Jews described being harassed and insulted while shopping in supermarkets and other public spaces, where people accused them of being responsible for bringing the disease to the world.
In one April 2020 case, a woman wearing a Star of David necklace went to a supermarket in Berlin’s Neukölln district, when she noticed that another customer was eyeing her conspicuously. The customer then turned to his companion, saying, “They were the ones with the virus.”
The study also showed that 128, or 22%, of the COVID-related incidents happened online, including those involving the US-based QAnon conspiracist movement — which has rapidly found new audiences in Germany during the pandemic.
The report said that the success of the debunked theory had “increased significantly” with the start of measures to contain the coronavirus in March 2020, with the number of followers of relevant QAnon channels rising more than fivefold in short order.
“It is not only since the COVID-19 protests that wherever conspiracy stories are spread, anti-Semitism is usually not far,” commented Benjamin Strasser, parliamentary chairman of Germany’s Free Democratic Party (FDP). “Each of us has to take action and contradict anti-Semitic narratives wherever possible.”
2.
PKK, Türkiye’ye NATO üyesi ülkelerin ürettiği silahlarla saldırdı!
Bölücü terör örgütü PKK’nın, Amerikan, İsveç, Fransız-Alman ortak üretimi anti-tank roketlerini Türkiye’ye karşı kullandığı belirlendi.
AA muhabirinin güvenlik kaynaklarından aldığı bilgiye göre, terör örgütü PKK, İsveç üretimi AT-4, Amerikan menşeli TOW ile Fransız-Alman üretimi MILAN anti-tank roketleriyle, Suriye, Irak’ın kuzeyi ve Türkiye’de güvenlik güçlerine saldırılar düzenledi.
Terör örgütü tarafından 2017-2021 yıllarında güvenlik güçlerine yönelik saldırılarda 40’ın üzerinde AT-4 ve MILAN anti-tank mühimmatı kullanıldığı tespit edildi.
Bu silahlar, PKK’ya yönelik operasyonlar sonrası ele geçirildi, tek tek fotoğraflandı, seri numaraları not edildi. Çekilen fotoğraflarda silahların seri numaraları net şekilde okunabiliyor.
NATO üyesi ülkelerin ürettiği bu tür silahların bir terör örgütünün eline nasıl geçtiği sorusu uzun zamandır yanıt bekliyor.
Güvenlik güçlerine yönelik saldırılar ile ele geçirilen anti-tank mühimmatı şöyle :
“- 2 Kasım 2017’de Şırnak’taki Bestler Dereler bölgesinde bir MILAN anti-tank roketi,
– 11 Aralık 2018’de Irak’ın kuzeyindeki Hakurk bölgesi Dayla kırsalında ateşlenmiş bir 4 AT-4 anti-tank roketi,
– 15 Aralık 2018’de Irak’ın kuzeyindeki Hakurk bölgesi Dayla kırsalında ateşlenmiş bir AT-4 anti-tank roketi,
– 23 Aralık 2018’de Irak’ın kuzeyindeki Hakurk bölgesi Dayla kırsalında ateşlenmiş bir AT-4 anti-tank roketi,
– 28 Aralık 2018’de Irak’ın kuzeyindeki Hakurk bölgesi Dayla kırsalındaki aramada ateşlenmiş 4 AT-4 anti-tank roketi,
– 24 Eylül 2018’de Irak’ın kuzeyindeki Avaşin-Basyan’dan Hisar Dağı bölgesindeki güvenlik güçlerine açılan ateş sonrası yapılan aramada ele geçirilen AT-4 anti-tank roketi,
– 7 Nisan 2019’da Şırnak’taki Bestler Dereler Gaşinor Tepe Bölgesi’nde PKK’lı teröristlerin yer aldığı sığınakta bulunan AT-4 anti-tank roketi,
– 26 Temmuz 2019’da Şırnak-Silopi çevre yolu üzerindeki güvenlik güçlerine yapılan saldırı sonrasında bölgedeki aramada ele geçirilen bir AT-4 anti-tank roketi,
– 19 Ağustos 2019’da Cizre ile Şırnak arasında seyir halinde olan güvenlik güçlerine yönelik saldırıda biri kullanılmış, biri kullanılmamış iki AT-4 anti-tank roketi,
ΚΛΠ, ΚΛΠ, ΚΛΠ!
3.
Ermenistan, Türkiye karşıtı yeni bir terör örgütü kurdu: POGA
Ermenistan, POGA adlı bir okulda ücretsiz askeri eğitim veren Türkiye karşıtı yeni bir terör örgütü kurdu. Türkiye ve Azerbaycan karşıtı örgütün Facebook sayfasında, “Düşmanımız sınırın diğer tarafında” ifadesi yer alıyor.
27 Eylül 2020’de Ermenistan ile Azerbaycan arasında çatışmalar patlak verdi ve Ermeni ordusu ateşkes anlaşmalarını ihlal ederek sivillere ve Azerbaycan ordusuna saldırılar başlattı.
44 gün süren savaş sırasında Azerbaycan, 300’e yakın yerleşim yerini Ermeni işgalinden kurtardı.
Ermenistan, Dağlık Karabağ savaşında ağır bir yenilgi aldı ve masaya oturmak zorunda kaldı.
İki ülke çatışmaları sona erdirmek ve kapsamlı bir çözüm için 10 Kasım 2020’de Rusya’nın arabuluculuğunda ateşkes anlaşması imzaladı.
Siyasi çalkantılar yaşayan Erivan’da ordu Paşinyan’a muhtıra dahi verdi.
“POGA” ADLI OKUL, GÜCÜNÜ DIŞARIDAN ALIYOR
Zaman zaman ateşkesi bozan ve Azerbaycan’ı tahrik amaçlı ateş açan Ermenistan, yeni bir terör yapılanmasına gitti.
Askeri Yurtsever Okulu (POGA) adı verilen bu oluşum, PKK ve ASALA tarafından destekleniyor.
20 Mart 2021’den beri bu örgütün faaliyette olduğunu söyleyen Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Derneği Başkanı Savaş Eğilmez, POGA’nın Ermeni diasporası tarafından finanse edildiğini belirtti.
Okulun en büyük finansörü, ABD‘nin Kaliforniya eyaletinde sağlık sektöründe faaliyet gösteren Ermeni asıllı Amerikalı iş insanı Vrej Grigoryan.
TÜM İMKANLAR TÜRKİYE DÜŞMANLIĞI İÇİN SEFERBER EDİLDİ
POGA, sosyal medya platformları üzerinden yaptığı çağrılarda, 18 ila 55 yaşları arasındaki tüm Ermenileri ve diğer ülke vatandaşlarını Türkiye ve Azerbaycan’a karşı çalışmaya davet ediyor.
Örgüt, kendi adlarına çalışacak kişilere 100 dolar da maaş veriyor.
Hatta okul, Moskova’dan Erivan’a direkt uçuşlar için uçak bileti ödemeyi bile taahhüt ediyor.
OKULDA ÖRGÜT ÜYELERİNE TERÖR EĞİTİMİ VERİLİYOR
Daha çok gençleri hedefine alan POGA’da hem erkekler hem de kadınlar eski askeri uzmanlar tarafından eğitim alıyor.
Bu kapsamda atış, ilk yardım, askeri strateji ve askeri teçhizatın nasıl kullanılacağıyla birlikte psikoloji eğitimi veriliyor.
POGA’nın bu eğitimler dışında, ateşli silah/bıçak kullanımı, EYP (el yapımı patlayıcı) yapımı, doğada kalma, bölge halkıyla iletişim, dövüş sanatları, ilk yardım ve zor koşullarda hayatı idame yöntemlerini öğrettiği belirtiliyor.
“DÜŞMAN SINIRIN DİĞER TARAFINDA”
Örgütün Facebook sayfasında, “Sınırın bu tarafında bir düşman aramayın. Düşmanınız sınırın diğer tarafında. Bu düşmanı hakaret veya iftira ile yenemezsin” ifadeleri yer alıyor.
“BU YAPILANMA ERMENİLER İÇİN DE TEHDİT”
Yeni dönem terör kursuna 1 Ağustos’ta başlayan POGA’nın ilerleyen süreçte Ermeni halkı için de bir tehdit oluşturacağını söyleyen Eğilmez, “Bu terör eğitimini alan nesil, kendisi gibi düşünmeyen diğer Ermenileri düşman kabul edip onlara karşı harekete geçecektir” dedi.
Ermenistan’ın bu örgüt ile tekrar Dağlık Karabağ için hamle yapabileceği belirtiliyor.
4.
Irak’ta Reisi etkisi ve ABD’nin PKK endişesi
14.08.2021
Dini lider Ayetullah Hamaney’in veliahtı olarak görülen sertlik yanlısı Reisi döneminde İran’ın Şii yayılmacılığına hız vermesi bekleniyor ki bu köşede birkaç kez bu konuya dair öngörülerimizi aktarmıştık.
İran’da yeni cumhurbaşkanı İbrahim Reisi döneminin başlamasıyla birlikte Tahran’ın Irak’taki etkisi gözle görülür biçimde artmaya başladı.
Bu etki, büyük ölçüde İran’ın Irak’taki gayri resmi güçleri Haşdi Şabi üzerinden yürüyor.
Dini lider Ayetullah Hamaney’in veliahtı olarak görülen sertlik yanlısı Reisi döneminde İran’ın Şii yayılmacılığına hız vermesi bekleniyor ki bu köşede birkaç kez bu konuya dair öngörülerimizi aktarmıştık.
Bu durum Irak özelinde, beklenenden de hızlı işlemeye başladı.
Reisi’nin cumhurbaşkanı koltuğuna resmen oturduğu gün, görüştüğü isimlerden biri Irak’taki tüm Haşdi Şabi gruplarının başındaki isim olan Falih Feyyaz idi.
Irak’a döner dönmez ülkedeki siyasi oluşumların liderleriyle görüşmeler yapan Feyyaz, Bağdat’tan sonra Erbil’le de geçerek buradaki Kürt liderlerle bir araya geldi.
Irak’taki Haşdi Şabi birliklerini kuran ve geçtiğimiz yıl ABD’nin düzenlediği bir suikast sonucu öldürülen İranlı komutan Kasım Süleymani’nin, öldürülmeden önce Erbil’de görüştüğü Kürt liderleri, Haşdi Şabi konusunda tehdit ettiği yönünde bilgiler basına yansımıştı.
Falih Feyyaz’ın Erbil’deki görüşmelerinde bölgesel konuların ele alındığına dair açıklamalar yapıldıysa da Feyyaz’ın da aynı şekilde Haşdi Şabi konusunda Kürt yönetimini üstü kapalı da olsa uyarmış olma ihtimali yüksek.
Zira Kürt yönetimi son dönemde özellikle geçtiğimiz yıl Bağdat ile imzaladıkları Sincar anlaşmasının bir an önce hayata geçmesi konusunda yoğun bir çaba sarf ediyor.
Bu anlaşma, Sincar’da PKK’nın yanı sıra buradaki Haşdi Şabi güçlerinin de çıkarılmasını öngörüyor.
İran, anlaşmadan da, Kürt yönetiminin bu çabalarından oldukça rahatsız.
Bir yılı aşkın süredir uygulanamayan Sincar anlaşmasının bu aşamadan sonra hayata geçirilmesi çok daha zayıf ihtimal.
Kürt yönetimi uzun süreden bu yana anlaşmanın hayata geçirilmesi için ABD’yi zorluyordu ancak Washington yönetimi bu talepleri çok ciddiye almadı.
Irak’taki güç dengeleri de güçlerin ilişki biçimleri de en az Suriye’deki kadar çetrefilli ve karmaşık.
Söz gelimi ABD, Irak’ta açıktan olmasa da PKK’yı destekliyor ancak aynı PKK, aynı zamanda ABD’nin Irak’taki baş düşmanı Haşdi Şabi ile iş birliği içinde.
Türkiye’nin Kuzey Irak’ta Mayıs 2019’da başlattığı ve halen devam etmekte olan Pençe operasyonlarıyla ağır darbeler alan terör örgütü PKK, uzun süreden bu yana operasyonların önlenmesi konusunda ABD’den yardım dileniyordu.
Ancak Suriye’de PYD’ye açık destek veren ABD, Türkiye’nin operasyonları karşısında, kendisinin de terör örgütü olarak nitelendirdiği PKK’yı açıktan sahiplenemedi, sahiplenemiyor.
Bu durum PKK’da, ABD’ye karşı ciddi bir tepkinin gelişmesine yol açtı.
Geçtiğimiz günlerde birçok Avrupa kentlerindeki ABD büyükelçilikleri önünde protesto gösterileri düzenleyen PKK yandaşları Beyaz Saray yönetimini, “Türkiye’nin operasyonlarına karşı durmaya” çağırdı.
Yakın zamanda ABD’de temaslarda bulunan Garo Paylan, Meral Danış Beştaş ve Hişyar Özsoy’dan oluşan HDP heyeti de aynı şekilde Beyaz Saray’dan, Pençe operasyonlarının önlenmesi konusunda yardım istedi.
PKK ve HDP’nin bu yardım girişimleri sürerken ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Matthew Tueller, Erbil’de Türkiye’nin operasyonlarından endişe duydukları yönünde bir açıklama yaptı.
“Türkiye Irak’ta PKK’ya karşı harekete geçtiğinde endişe duyuyoruz” diyen Büyükelçi Tueller, “Çünkü bu uzun vadede Irak güçlerini daha da zayıflatıyor ve Irak hükümetine meydan okuyor” ifadelerini kullandı.
Irak’ta terör örgütü DEAŞ ile mücadele için var olduklarını ve bu çerçevede Irak güçlerine yardım ettiklerini söyleyen ABD yönetimi, aynen DEAŞ gibi kendilerinin de terör örgütü olarak gördükleri bir diğer örgüte yönelik operasyonun Irak güçlerini zayıflattığı iddiasını dile getiriyor.
Her açıdan tutarsız, kendi içinde sayısız çelişki barındıran söylem ve yaklaşımlar.
Kuşkusuz Türkiye, Washington’un terör örgütünü, açıktan ya da üstü kapalı desteklediğinin farkında ve bu operasyonlar ABD’ye rağmen yürütülüyor.
ABD’den umduğu desteği bulamayan PKK, uzun süreden bu yana özellikle Sincar bölgesinde iş birliği içinde olduğu İran destekli Haşdi Şabi güçleriyle ilişkilerini daha da geliştirdi.
Kuşkusuz bu, Washington’u rahatsız eden bir gelişme.
Bu durum Pentagon’un geçtiğimiz günlerde ABD Kongresi’ne sunduğu yıllık raporda da yer aldı.
Raporda, PKK’nın Sincar’da Haşdi Şabi güçleriyle yakın bir iş birliği içinde olduğu, her iki oluşumun Erbil ile Bağdat arasında varılan Sincar anlaşmasının hayata geçmesini engellediği belirtildi.
Görünen o ki, Irak’ta can çekişen PKK, ABD’den umduğu desteği bulamayınca kendisini daha fazla İran’ın kucağına atıyor.
Reisi dönemiyle birlikte, ABD’nin güçlerini çekmeye başladığı Irak’taki etkinliğini daha da arttırmak isteyen Tahran yönetimi de, en büyük bölgesel rakibi olarak gördüğü Türkiye’ye karşı PKK’yı daha fazla kullanma hesapları içinde.
Gelişmeler, önümüzdeki Ekim ayında genel seçimlerin yapılacağı Irak’ta siyasi gerilimi daha da tırmandırmış durumda.
Geçtiğimiz hafta önce Ankara’ya sürpriz bir ziyarette bulunup Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşen ardından Tahran’a geçip yeni Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile bir araya gelen Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin her ne kadar, “Irak’ın savaş meydanına dönmesine izin vermeyeceğiz” dese de iç çekişmeler ve İran’ın artan etkisi ülkeyi böyle bir sürece doğru götürüyor görünüyor.
Musul eski Valisi Asil Nuceyfi’nin dile getirdiği gibi başta Türkmenler, Kürtler ve Sünniler olmak üzere Irak’taki siyasi ve toplumsal yapıların büyük çoğunluğu artan İran etkisine karşı Türkiye’nin varlığına ihtiyaç duyuyor.
YENİ BİRLİK GAZETESİ
5.
Delta varyantı ABD’yi vurdu: Asker sokağa indi
Tüm ülkeler hızla artan Delta varyantı vakalarına karşı yeni ve daha sıkı önlemlere almaya başlarken ABD’nin Oregon eyaletinde Kovid-19 vakalarıyla mücadele için hastanelere Ulusal Muhafızlar’ın konuşlandırılmasına karar verildi.
6.
Geleceğin askerleri göreve hazır: İlk özel birlikler kullanacak
Mobil haberleşme ağıyla oluşturulan güvenli alan ve asker üzerindeki giyilebilir teknolojilerle özel birlik timlerinin operasyonel kabiliyeti önemli oranda artırılacak.
Savunma sanayisinde yüksek teknolojiye dayalı çözümler sunan BİTES ile Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) arasında 2019’da görev kuvvetleri için milli imkanlarla tim seviyesinde komuta kontrol ve anlık istihbarat sistemi Askeri Taktik Operasyon Kiti’nin (ATOK) geliştirilmesi için sözleşme imzalandı.
Yenilikçi teknolojilerle “geleceğin askeri” için yapılan çalışmalar kapsamında oluşturulan ve bu yıl sahada kullanılmaya başlanması hedeflenen ATOK, 15’inci Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı’nda (IDEF 2021) ilk kez sergilenecek.
Mobil platformlarda çalışabilecek şekilde geliştirilen ATOK yazılımı, coğrafi bilgi sistemi fonksiyonları ile harita ve taktik resim kabiliyetini güvenlik güçlerinin kullanımına sunuyor. Ayrıca özel geliştirilmiş mesajlaşma yazılımları ile her türlü istihbaratın (fotoğraf, video, sesli, yazılı mesaj ve benzeri) birlik içinde paylaşımına imkan veriliyor.
ATOK, personelin sahada hareketlerini kısıtlamayacak şekilde taşınabilir/giyilebilir ve hazır ürünlerden oluşuyor. Sistem, özel görev birliklerinin durumsal farkındalığının artırılmasına ve dost ateşinin önlenmesine olanak tanıyan ileri teknolojiyle de donatıldı. Sistem, operasyon ekibinde farklı görevlerdeki personelin ihtiyaçlarına göre özelleştirilmiş konfigürasyonlara sahip bulunuyor.
Araç üzerine entegre edilen mobil haberleşme ağıyla oluşturulan güvenli alan ve asker üzerindeki giyilebilir teknolojilerle özel kuvvet timlerinin operasyonel kabiliyeti önemli oranda artırılacak. ATOK üzerinden insansız platformlar kontrol ve kumanda edilebilecek.
İLK OLARAK ÖZEL BİRLİKLER KULLANACAK
BİTES Genel Müdürü Uğur Coşkun, ATOK’un, askerin dijitalleştirilmesi sürecine yönelik yürütülen, dünya ile eş noktada ilerlenen bir teknoloji projesi olduğunu söyledi.
Coşkun, ilk kullanıcının özel birlikler olmasının beklendiğini ve Pars 4×4 Silah Taşıyıcı Araç ile teknoloji gösterimi ve prototip geliştirme çalışmaları yürütüldüğünü dile getirdi.
Yurt içi ve dışında daha hızlı, etkili, güvenli operasyonlar yapılması açısından güncel bir teknolojiyi çalıştıklarını anlatan Coşkun, ATOK’u en hızlı şekilde güvenlik birimlerinin kullanımına sunmak için çalıştıklarını ifade etti.
YERLİ BİLEŞENLER KULLANILDI
Coşkun, proje kapsamında kullanılan bileşenlerin yaklaşık yüzde 90’ının yerli olarak üretildiğini söyledi.
Yerli ve milli Ulak 4G/LTE Mobil Haberleşme Baz İstasyonu ile askerin savaş alanında hızlı veri aktarımını sağlayacak bir altyapı sağladıklarını belirten Coşkun, uydu haberleşme sisteminin ASELSAN tarafından temin edildiğini ve yerli mast sistemi kullanıldığını bildirdi. Coşkun, projede yerli sistemler kullanılmasının çok farklı ve çeşitli konfigürasyonlar oluşturulmasına imkan verdiğini vurguladı.
Coşkun, projede düşük silüetli, hızlı ve etkin şekilde görev yapan FNSS üretimi Pars 4×4 STA’yı kullandıklarını dile getirerek, “Sistemdeki bileşenlerin etkin şekilde çalışmasının saha testlerini ve gerçek ortam testlerini yapmış durumdayız.” dedi.
ATOK Projesi kapsamında yaklaşık 10-12 firmayla birlikte çalıştıklarına, entegrasyon, bütünleştirme, test ve proje yönetiminin BİTES tarafından yürütüldüğüne işaret eden Coşkun, sistemin bileşenlerinin her türlü ihtiyaca dönük olarak değiştirilebildiğini söyledi.
ASKERİN DİJİTAL İKİZİ
Coşkun, sistemin, operasyon alanının güvenli hale getirilmesini sağlayan araç üzerindeki uygulamalarının dışında askerin üzerindeki uygulama setinin de kritik önemde olduğunu vurgulayarak, şöyle konuştu:
“Askerin dijitalleşmesiyle ilgili en önemli bileşen milli bir firma tarafından üretilen güvenli mobil cihaz. Bu terminal üzerinden Ulak Baz İstasyonu kullanılarak askerin sahadaki güncel hız ve teknolojiyle haberleşmesi, veri aktarımında bulunması ve durumsal farkındalığının sağlanması, merkezi komuta kontrol sistemleriyle olan entegrasyonu sağlanmış olacak.
Proje içindeki en önemli birleşenlerden birisi savaş ortamında konum bilgileriyle ilgili GPS uydularına olan bağımlılığımızın minimize edilmesi ve oradaki risklerin azaltılması. Konum tespit algoritmalarını sensör tabanlı olarak çalıştırıyoruz. Bu da modern ordularda şu anda çalışılan, NATO tarafından da çok yoğun çalışılan bir teknoloji. Geliştirmesini üniversitelerimizin desteğiyle yaptık. Proje birçok teknoloji bileşenini içinde taşıyor ve askerin savaş sahasındaki “dijital ikizinin” oluşturulması, askerimizin nerede olduğu verisinin tespit edilmesi konusunda güvenilir bir altyapı sağlanmış oluyor.”
Sistemin bir diğer önemli bileşeninin sağlık sensör algoritmaları olduğuna işaret eden Coşkun, merkezi bir komuta kontrol noktasından askerin konum bilgisinin ve sağlık durumunun kontrol edilebileceğini bildirdi.
DOST ATEŞİNİ ÖNLEYECEK
Muharebe sahasında dost ateşinin de çok büyük bir problem olduğuna dikkati çeken Coşkun, askerin nerede olduğu bilgisi sayesinde bu tehlikenin de ortadan kalkacağını söyledi.
Coşkun, tüm bu özellikler dikkate alındığında ATOK sayesinde operasyonel birlikler ve komuta kademesi için birçok kritik sorunun çözüleceği bir sistemin hayata geçirileceğini kaydetti.
Birçok altyapının daha önce çalışması dolayısıyla sistemin kısa sürede geliştirildiğini belirten Coşkun, “SSB ve ilgili birimlerle projenin hızlı şekilde TSK’ya kazandırılması için yoğun şekilde çalışmalarımız devam ediyor. Şu anda sahada kullanılabilirliği olan bir proje. Saha testlerimizi yaptık, çeşitli bölgelerde kullanıma başlanacak, daha sonra yaygınlaşmasıyla ilgili konuları konuşuyoruz. İlerleyen dönemde yeni bileşenlerle zenginleşecek bir altyapı sağlandı. Bundan sonra güncel teknolojilerle sistemi geliştirmeyi sürdüreceğiz.” diye konuştu.
GÜVENLİ ORTAMDA TEKNOLOJİYLE DONATILMIŞ ASKER
BİTES Hava Savunma ve Bilgi Sistemleri Programlar Direktörü Metin Döner de ATOK’un asker konfigürasyonunun tamamen giyilebilir teknolojilerden oluştuğunu dile getirdi.
Asker üzerinde 4 temel unsur yer aldığını ifade eden Döner, şu bilgileri verdi:
“Bunlardan biri akıllı artırılmış gerçeklik gözlüğü. Bir diğeri askerin kalbinin hemen üzerinde sürekli sağlık durumuyla ilgili bilgileri üreten bir sağlık sensörümüz var. Askerin kolunda taktik haritayı da görebileceği, mevzideyken pozisyonunu bozmadan etrafındaki farkındalığı takip edebileceği kol saati yer alıyor. Ayağında ise GPS olmasa dahi konum bilgisini sürekli üreten bir sensör var. Ayrıca bütün bu sensörlerin kablosuz olarak bağlandığı bir mobil cihazımız var. Çok fazla bir ağırlığa sahip değil. Taşınabilir, giyilebilir teknolojilerden oluşan bir çözümümüz oldu. Sistem araç üzerindeki sunuculardan, bilgisayarlardan yönetiliyor. Araç üzerindeki Ulak Baz İstasyonu 4,5G temelli ve aracın olduğu bölgede özel bir haberleşme ortamı oluşturuyor. Bu haberleşme ortamı dışardan müdahalelere karşı güvenli ve dayanıklı.”
ÖZEL BİRLİK TİMLERİ İÇİN GÜVENLİ ALAN
Tüm dünyada orduların yüksek teknolojiyi mümkün olduğunca kullanarak taktik sahada etkinliğini artırmak istediğini vurgulayan Döner, ATOK’un muharebe sahasındaki işlerine ilişkin şunları kaydetti:
“Özellikle asimetrik savaşın olduğu sınır ötesi ya da düzenli ordunun savaşamadığı bölgelerde özel görev kuvvetleri oluşturuluyor ve bu kuvvetlerin özel operasyonları söz konusu. Burada mümkün olduğu kadar başarıyı yükseltmek için teknolojiyi en üst seviyede kullanmak gerekiyor. Bu sistem de ülkemizde bu anlamda geliştirilmiş en yüksek teknoloji diyebiliriz.
Örneğin bir operasyon bölgesine bu araçla sistem götürülüp bir haberleşme ağı oluşturulduğunda artık özel görev kuvveti tim halinde oraya intikal edebilir, birbirleri arasında haberleşebilirler, herhangi birisi bir tehlike tespit ettiğinde bunu güvenli ağ üzerinden anlık olarak paylaşabilir, fotoğraflar çekip gönderebilir, sesli haberleşme olabilir. Herhangi bir acil durumda özel mesajlarla acil yardım çağrısı yapabilir. Şu anda günlük hayatta kullandığımız tüm teknolojileri güvenli bir haberleşme ağı ve milli yazılımlarla bu sisteme yüklemiş olduk. En kısa sürede de güvenlik birimlerinin kullanımına gireceğini umut ediyoruz.”
7.
Mehmetçik’siz bir Kıbrıs olamaz!
16.08.2021
Sosyal medyada bir bey, “biz direnmeseydik, Türkiye burayı rüyasında göremezdi” diyor. Ben de ona diyorum ki, Türkiye olmasaydı sen böyle bağımsız bir devlette yaşayıp, böyle laflar edemezdin. Sana mehel görünen sadece azınlıktı.
“Türkiye olmasaydı”yı düşünmek bile istemiyorum zira Türkiye olmasaydı bugün Kıbrıs’ta Türk varlığı olmazdı.
Canını hiçe sayan, Kıbrıs’ı vatanının bir parçası görerek korkusuzca savaşan Mehmetçikle ilgili anılarımız çok. Ben yeri gelmişken birini anlatayım;
Kahraman Mehmetçiklerimiz, 14 Ağustos 1974 sabahı başlayan 2. Barış Harekatında, önlerine çıkan Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) ile onlara Yunanistan’dan takviye gönderilen Komando Birliklerini adeta silindir gibi ezmiş, 15 Ağustos akşam üstü Mağusa’mıza ulaşmışlardı.
96 yıldır hasretle beklediğimiz Mehmetçik ile göz yaşları içinde kucaklaştıktan sonra Mekanize Birlik Komutanı rahmetlik Üsteğmen Erdoğan Acar’a, “Lefkoşa’dan çarpışa çarpışa kaç saatte geldiniz Mağusa’ya” diye sorduğumda aldığım yanıt beni şok etmiş, bir o kadar da Mehmetçiğimizle bir kez gurur duymama neden olmuştu. Bana verdiği yanıt “yaklaşık 1 saat”ti.
Şaşırmamın sebebi,1974 yılında Lefkoşa-Mağusa arası tek şerit bir yol olduğundan için otomobille dahi ancak 45-50 dakikada gelinebilmesiydi.
“Eeee, Rum ordusu ile karşılaşmadınız mı, hiç çarpışmadınız mı?” diye sorduğumda, “Bizi uzaktan gören Rum birlikleri, yakınlaşmamızı bile beklemeden hemen kaçıyorlardı, bu nedenle tek bir kurşun bile atmadan Mağusa’ya geldik” demişti rahmetlik Erdoğan komutanımız.
1963-1974 yılları arasında Kıbrıs Cumhuriyeti Rumlar tarafından işgal edilmiş olduğu için, yasal prosedürle RMMO’nun gereksinim duyduğu tüm silahlar, tank, kariyer, kamyon, top, tüfek, roket atar ve gerekli olan her tür cephane, bol miktarda yasal yollardan Kıbrıs’a gelmekteydi. Sayıca bizlerin dört katı olan Rumlar da, Kıbrıslı Türkleri adadan atmak ve yok etmek için, korumasız Türk köylerine saldırırlarken, kendilerini “aslanlar” zannediyorlardı. İşte bu çakma aslanların Mehmetçik’in karşısında sıçanlar gibi kaçacak delik aradıklarını gözlerimle görmenin mutluluğunu yaşadım.
17 Ağustos sabahı, ben ve yanımda bir manga mücahitle komutanımızın emri ile Mağusa ve Karpaz bölgesinde bulunan Rum köylerine, “çatışmadan teslim olmaları” talimatını götürmek için yola çıktık. Yaklaşık 15 dakika gittikten sonra ana yolun kenarında Türk Silahlı Kuvvetlerine ait bir cipin yana devrilmiş olduğunu gördük. Tekerlekleri halen dönmekte olduğundan tuzak olabilir düşüncesi ile etkin mermi mesafesi dışında durduk ve silah arkadaşlarımın kimi aracımızın arkasına, kimi de banket içine mevzilenirken ben de temkinli bir şekilde cipe yaklaşmaya başladım. Arkadaşlarımın çalılara ve olası siperlere ateşine kimse yanıt vermeyince etrafta Rum askerleri olmadığına karar verdim ve koşarak cipe yaklaştım.
Yana devrilmiş cipte bir şoför ve bir astsubay vardı. Şoför tarafı yukarıda, astsubayın tarafı yola yapışmış vaziyetteydi. Astsubayın yüzü ve elbiseleri kan içindeydi. Ben her ikisinin de vurulduğunu düşündüm ve hemen astsubayımızı koltuğundan yavaşça çekerek yere boylu boyunca yatırmaya çalıştım. Gözüm sol eli ile sıkı sıkı üzerini kapatmaya çalıştığı, kan içindeki sağ eline gitti. Bir anda başparmağının yerinde olmadığını fark ettim… Kopup bir yerlere fırlamıştı başparmağı.
Astsubayımıza “merak etme parmağını bulup hemen seni hastaneye götüreceğim” der demez, sanırım ne olduğunu yeni yeni fark etmeye başladı ve beni itekleyerek “Silahım, silahım… Silahımı bulmalıyım… O benim namusum” diyerek ayağa kalkmak için hamle yaptı. Bu arada ben de kopan başparmağı arıyordum gözlerimle. “Silahını boş ver komutanım, nasıl olsa buluruz, seni hastaneye yetiştirelim, kanı durdursunlar, parmağını diksinler” dememi hiç dikkate almıyor, -belki de beni hiç duymuyor- “Silahım, silahım… O benim namusum. Onsuz hiçbir yere gitmem” diyordu aralıksız…
Silah arkadaşlarıma “komutanımızın Kırıkkale 45’lik tabancasını hemen arayıp bulun” dedim. Çare yoktu… Silahı bulmazsak astsubayı hastaneye götüremeyecektik. Bize saatler sürmüş gibi gelen bir iki dakika sonra bir arkadaşımız “buldum” diye haykırıp, koşa koşa astsubayımızın silahını getirdi. Silahını gören astsubayın yüzü güldü ve kendinden geçerek bayıldı.
Silahını parmağından daha önemli gören kahraman Mehmetçiği hemen seferi hastaneye yetiştirdik. Başarılı bir ameliyatla parmağı da yerine dikildi. Ameliyatı yapanların bir tanesi, KKTC 3. Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu, diğeri de rahmetlik amcam Başhekim Dr. Ali Atun’du.
İşte o gün, niye Türk askerinin girdiği her savaşta başarılı olduğuna bir kez daha tanık oldum…
Aradan yaklaşık 20 yıl geçtikten sonra Mağusa’da bir bey yanıma geldi. Tanımıyordum… Bey, kendini tanıtmadan sağ elinin başparmağını uzattı ve gülerek “bunu tanıdın mı?” diye sordu. Nasıl unutabilirdim ki başparmağının kopmuş olmasına rağmen silahı bulunmadan hastaneye gitmeyi reddeden kahraman Mehmetçiği. Sarıldık, kucaklaştık, hasret giderdik…
İyi ki varsın Mehmetçik, iyi ki varsın anavatanım Türkiye’m. Sayende hayattayız, KKTC’mizi kurduk, başımız dik, egemen ve özgürüz…
Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
8.
Οι ευχές του Προέδρου του Ολυμπιακού, για τον Δεκαπενταύγουστο.
Ο Βαγγέλης Μαρινάκης είναι ένας άνθρωπος με έντονα συναισθήματα. Αγαπά τον Ολυμπιακό, αγαπά την Ελλάδα και θέλει το καλύτερο για τους συνανθρώπους μας, όπως έχει δείξει πολλές φορές, μέχρι τώρα. Με τις πράξεις του για τον Θρύλο, αλλά και με τις πράξεις του, για την Ελλάδα και τους Έλληνες. Ο Βαγγέλης Μαρινάκης έστειλε το δικό του μήνυμα, για τη σημερινή ιδιαίτερη ημέρα, ανήμερα του 15Αύγουστου. Μία ιδιαίτερη ημέρα, για όλη την Ελλάδα, για όλο τον Ελληνισμό, όπου και αν βρίσκεται.
Δείτε το μήνυμα του Προέδρου του Ολυμπιακού, για τη σημερινή εορτή, η οποία έχει απήχηση σε όλους τους Έλληνες, απ’ άκρη, σ’ άκρη, σε όλο τον πλανήτη:
9.
How the CIA Failed to Protect America on 9/11
But now spies on American citizens and meddles in domestic politics.
“September 11, 2001, was a day of unprecedented shock and suffering in the history of the United States,” proclaimed “The 9/11 Commission Report: Final Report of the National Commission on Terrorist Attacks upon the United States.” The nation was “unprepared,” notes the 2004 report, including the agency that should have been the best prepared, the Central Intelligence Agency.
Before 9/11, “no agency had more responsibility, or did more, to attack al Qaeda, working day and night, than the CIA,” but the bosses “believed they desperately needed funds just to continue their current counterterrorism effort.” To some officials, “the CIA’s leadership did not give sufficient priority to the battle against Bin Laden and al Qaeda.” After CIA director George Tenet obtained a supplemental appropriation, “the CIA still believed that it remained underfunded for terrorism.” On the other hand, the report leaves little doubt that the CIA underperformed.
Information from the National Security Agency (NSA) and CIA “often failed to make its way to criminal investigators.” The intelligence unit of the Federal Aviation Administration was supposed to receive “a broad range of intelligence” from the CIA, but didn’t.
After the attack on the U.S.S. Cole in October 2000, the CIA “had no definitive answer on the attack, how or by whom.” The agency “was not able to find or disrupt al Qaeda’s money flow,” and “analysts stopped distributing written reports about who was responsible.”
Counterterrorism director Richard Clarke warned that the CIA bureaucracy was “masterful at passive aggressive behavior” and “a hollow shell of words without deeds.”
In May 2001, reports were surging that al Qaeda terrorists Khalid al-Mihdhar, and Nawaf al-Hamzi had arrived in Los Angeles but “the CIA official who reviewed the cables took no action regarding them.” When al-Mihdhar flew to New York on July 4, 2001, “no one was looking for him.”
On May 15, 2001, CIA officials examined cables from 2000 indicating that al-Mihdhar had a U.S. visa and al-Hamzi had come to LA in 2000. According to the report, the CIA official who reviewed the cables took no action regarding them.
CIA agent “Jane,” who had been involved with U.S.S. Cole, did not share information with an FBI agent because he was involved with merely “criminal” activities. That kept the FBI agent “from any search for Mihdhar” and Jane even destroyed the FBI agent’s copy of the lead “because it had NSC information.” And the CIA “did not write analytical assessments of possible hijacking scenarios.”
The CIA inspector general contributed to the 9/11 Commission Report, which doubtless understates the agency’s ineptitude. The report has no index and no names of CIA agents, so any lapses by CIA official John Brennan remain unknown.
In 1976, Brennan voted for hardline Stalinist Gus Hall, presidential candidate of the Communist Party USA. That was Brennan’s right, but there is no right to a job at the CIA, and a vote for a foreign-controlled political party hostile to the United States disqualified Brennan from any job with any U.S. intelligence agency. Incredibly enough, the CIA duly hired Brennan in 1980 as a “career trainee” in the agency’s Directorate of Operations.
In 2009, the composite character president David Garrow profiled in Rising Star: The Making of Barack Obama made Brennan assistant to the president for homeland security and counterterrorism before choosing him as CIA director in 2013. That marks a contrast with Clinton national security boss Anthony Snow, who in 1997 failed to become CIA director partly because he believed Stalinist spy Alger Hiss might be innocent.
Before 9/11, the CIA refused to share information with the FBI. By contrast, when the Crossfire Hurricane operation against President Donald Trump was playing out, the “intelligence community” did not hesitate to share information with the establishment media. In early 2018, former CIA director John Brennan became “the latest member of the NBC News and MSNBC family, officially signing with the network as a contributor.” How that enhanced national security is open to question, but it did expand the possibilities of CIA meddling in domestic politics.
CIA director Gina Haspel had been with the agency since 1985. By contrast, current director William Burns is a career diplomat who previously served as Under Secretary of State for Political Affairs, and after retirement became president of the Carnegie Endowment for International Peace. According to his official CIA profile, Burns has a record of “keeping Americans safe and secure,” but the people have cause to wonder.
Before 2001, the 9/11 Commission Report confirms, the CIA failed to keep America safe. Radical Islam is again ramping up, and under the Biden Junta, the southern border is more porous than ever. Before Sept. 11, 2021, the nation could easily experience more days of unprecedented shock and suffering, with casualties in the thousands. To adapt the famous saying of Milan Kundera, the struggle against terrorism is the struggle of memory against forgetting.
10.
Fleeing Afghanistan
The worst possible message to our enemies across the world.
Bruce Thornton is a Shillman Journalism Fellow at the David Horowitz Freedom Center.
The Biden administration’s feckless withdrawal from Afghanistan is sending the worst possible message to our enemies across the world. Our rivals are already convinced of our lack of morale and our fear of the consequences from a response serious enough to concentrate their minds. Twenty years after 9/11, and we still haven’t figured out the nature and aims of those who for decades have in word and bloody deed told us we are an enemy they want to destroy.
Instead we cling to our shopworn belief that “diplomatic engagement” can deter and stop a fanatic enemy, hoping words can substitute for deeds. But all we’ll achieve is further damage to our already fraying national prestige.
The plans to withdraw the last of our forces began during the Trump administration, which thought it could negotiate in good faith with a foe that has already demonstrated that agreements and covenants are mere “tactical adjuncts,” as Robert Conquest said of the Soviets, to their actual strategic intentions to be realized with violence. Here’s failed lesson number one: “diplomatic engagement” works only when those sitting across the table truly believe that if they violate the terms, as the Taliban have done with the Trump agreement, they will suffer serious consequences.
But in just six months Biden has shown that his team has no interest in any response other than timid diplospeak and maybe some showy cruise-missile fireworks. His cringing solicitude for the Iranians and obvious desperation to rewrite the nuclear deal––signaled by his removal of some sanctions without any reciprocal concessions––have made it clear throughout the region that he, like his boss Barack Obama, can be had. No one in the Khamenei cartel or among the Taliban fears or respects this administration or our power.
Why should they? Biden announced a date-certain withdrawal without any conditions, the same error Obama made when he skedaddled from Iraq in 2011. Worse, Biden abandoned our military bases and withdrew the in-country air support that gave the government in Kabul a fighting chance against the Taliban. Pocketing these gifts, the Taliban started their march through the country two weeks later, and since then have been rolling up region after region and city after city. According to the Pentagon, they could be in Kabul in a month. (In fact, on Sunday Taliban fighters were seen in Kabul, Afghan president Ashraf Ghani fled the country, and the Afghan National Reconciliation Council was left to negotiate the transfer of power to the Taliban.)
Biden’s response is to send back 3000 troops to evacuate the embassy and Afghan employees, and protect the retreat from Kabul. Those old enough to remember will recall our ignominious abandonment of Saigon in 1975, and the iconic photographs of desperate Vietnamese hanging from U.S. helicopter skids. The troops will be based at the Kabul airport, another ominous sign. Our peace-keeping forces sent to Beirut in 1983 were housed in barracks at the Beirut airport. Jihadists trained and supported by Iran blew up 241 soldiers, mostly Marines. For reasons still murky, the Reagan administration did not retaliate by bombing the Iranian-sponsored terrorist camps in the Beqaa Valley, as the French and Israelis did. After a few months the remaining Marines were evacuated.
So what will happen if our soldiers are attacked by Taliban fighters or terrorist bombers? What are their rules of engagement? How far will Biden go to punish any deaths of our fellow citizens? Or will he cower before the charges of “escalation” and “quagmires” and “endless wars,” and high-tail it out of there?
Whatever the response, it had better be more serious than the pathetic warning from diplomat Zalmay Khalilzad, who threatened the Taliban with––wait for it––damage to their “international reputation” and a loss of foreign aid. Or White House press secretary Jen Psaki’s similar advice to the Taliban “to make an assessment about what they want their role to be in the international community.” Or the State Department telling the jihadis they’d better leave the U.S. embassy alone, or risk future U.S. foreign aid.
After 30 years of jihadist mayhem, what makes us think that aspiring martyrs to Allah give a damn about international opinion or foreign aid from the West? Especially since China will probably step in, as it has in Iran, with plenty of funds to supplement the Taliban’s profitable heroin and meth trade, which will no doubt expand more once the Yanks are gone. Or does anyone think our peer rivals like Russia and China will respond to our embarrassing diplomatic pleading that they intercede with the Taliban? Such scenarios bring to mind Richard Nixon’s fear that the U.S. would become a “pitiful, helpless giant” if it failed to retaliate against aggression.
But let’s be clear about how we ended up in this mess. The successful punitive war against the Taliban for harboring the 9/11 terrorists was changed into a nation-building, democracy-promoting project. A tribal, traditional Islamic culture in which Allah’s will and divine precepts are alien to Western notions of nationhood, secular participatory government, and human rights, was going to be transformed into a liberal democracy and embrace its alien notions of confessional tolerance and equal rights for women.
The George W. Bush administration and other idealists, however, ignored the tenacious reality of human cultural diversity, the complex variety of cultures, mores, faiths, and customs that make peoples what they are and give their lives meaning and purpose. Instead, to the idealists they are proto-Westerners, who just need guidance from the enlightened West to help them discard or reform their illiberal traditions, religious beliefs, and customary structures of governance.
No doubt many Afghans welcomed these attempts, especially women. But after 20 years of Taliban persistence and success, and given the alacrity with which Afghan military forces are melting away, suggest that a critical mass, some of whom may want to be rid of the Taliban, still do not want such alien tutelage or improvements that threaten their way of life and most cherished beliefs. Remember that the Afghan constitution we midwifed in 2004 made sharia––and its illiberal practices such as killing apostates––the foundation of the new nation’s laws.
Moreover, as the history of empires shows, such a radical transformation of a people cannot happen without a long occupation enforced by ruthless punishment of resistors. That’s how the Gauls became Romans, and the numerous peoples and tribes in Southern Asia were transformed into the democratic nation of India by the British. Also, our specious notions of cultural relativism, that no culture or custom can be deemed better or worse than another, militates against the sort of profound changes that idealistic nation-building requires. Liberal democracy demands that anything contradicting its fundamental notions––unalienable rights, equality before the law, tolerance of minorities, separation of church and state, and political freedom–– must be discarded, by force if necessary. And that requires that the occupier believes his way of life is not just different, not just better, but the best one possible.
Obviously, such a project cuts against the grain of America’s anti-imperialist character, and its strong inclinations against foreign policy as missionary work. And the triumph of cultural relativism, Balkanizing identity-politics, and fashionable self-loathing makes it impossible.
Finally, no matter what we may think about the war in Afghanistan, at this point our prestige is on the line. Again, the arrogant behavior of Iran since Biden proclaimed he wants to renegotiate the terms of the nuclear deal is a prime example of what follows from damaged prestige. Donald Trump’s withdrawal from the bad deal, his imposition of punitive sanctions, and his killing of Qassem Soleimani had rocked Iran back on its heels. Their economy was deteriorating, their people more emboldened to challenge the regime. Then came the Biden administration, and the mullahs were heartened by the return of the cringing Uncle Sam that over 40 years they had become used to serially gaming with meaningless agreements festooned with photo-ops.
What, then, is the alternative to ignominious retreat? Toby Harnden, author of the forthcoming First Casualty, about the CIA’s successful mission in neutralizing the Taliban and ejecting al Qaeda, suggests returning to that approach, which didn’t require an insulting full-scale invasion of alien occupiers:
Rather than abandoning Afghanistan and those who fought with the U.S. in 2001, the Biden administration should recommit to the principles that delivered initial victory—essentially, Churchill’s middle course [“of gradual advance, of political intrigue among the tribes, of subsidies and small expeditions”]. A small residual force of CIA officers and special forces, using U.S. air power when needed, while letting the Afghans fight would prevent a Taliban rout.
In other words, don’t try to profoundly transform, at the point of a gun, a proud, ancient people with a storied martial tradition and reputation for fierce independence, but give them support when their interests coincide with our own.
But running away will further damage our prestige, not to mention immiserating the Afghan people. In the 90s Osama bin Laden’s sermons to his recruits highlighted our retreat from Saigon, from Beirut, from Mogadishu as proof that we were a “weak horse” whose military and economic power were pointless without moral certainty and national self-confidence. The terrorist attacks on 9/11 followed. It shouldn’t take a nuclear-armed Iran and a more aggressive China to teach us that lesson again.
Afganistan’ın yeni yönetiminde kim kimdir? İşte Taliban’ın beyin takımı
Afganistan’da 20 yıl sonra Taliban’ın yeniden kontrolü ele alması nedeniyle panik yaşanıyor. Yüz binlerce insan ülkeden kaçmanın yollarını ararken, Taliban’ın liderleri ve karar alıcı konumunda kimlerin olduğu da merak edilmeye başlandı. İşte Afganistan’da hükümet ve Taliban güçlerini temsil eden önemli aktör ve kişiler…
Afganistan’da 10 gün gibi kısa bir süredir hükümet güçleriyle çatışmalarını sürdüren Taliban, 34 kent merkezinden 31’nde kontrolü sağladıktan sonra Kabil’e girdi. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı da ele geçiren ve yeni İslami düzen ilan edeceklerini duyuran Taliban’ın tepesinde kimler olduğu da merak edilmeye başlandı. Diğer tarafta da bölgedeki aktörlerin kim olduğu merak ediliyor. İşte Afganistan’daki çalkantılı süreçte görev üstlenen kişi ve kişiler hakkındaki tüm ayrıntılar…
CUMHURBAŞKANI EŞREF GHANİ
Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesinin ardından 4 araba dolusu nakit parayla Tacikistan’a kaçtığı iddia edilen Cumhurbaşkanı Eşref Ghani 2014 yılında görevine başladı. Ghani ABD’lilerin ülkede kurdurduğu ilk hükümet olan Hamid Karzai yönetiminde maliye bakanı olarak görev alıyordu. Ghani daha sonra ülkedeki yabancı askerlerin kontrol noktalarını Afgan güçlerine bırakması konusunda aktif rol oynadı.
TALİBAN KİMLERDEN OLUŞUYOR?
1990’larda Afganistan’da gücü ele geçiren Sovyetlere karşı mücadele eden militanlardan oluşuyordu. Taliban’ın pek çok üyesi Afganistan’da etnik çoğunluğu oluşturan Paştun’lardan oluşuyor. Taliban 1996 yılında Kabil’i ele geçirerek bir ‘İslam emirliği’ kurmuştu. Taliban rejimi altında kadınlar eğitim alamıyor ve çarşaf giymeye zorlanıyorlardı. Müzik ve diğer medya araçları yasaktı.
TALİBAN LİDERİ HİBETULLAH AHUNDZADE
2016’da başa geçen Taliban lider Hibetullah Ahundzade görevi Akhtar Muhammed Mansur’un ABD tarafından öldürülmesinden sonra almıştı. Örgüt 1996-2001 arasında devleti yönetirken Ahundzade üst düzey yargı üyesi olarak görev yapıyordu. Hibetullah Ahundzade yıllardır medyanın önüne çıkmıyor.
RAHBARİ ŞURASI NE DEMEK?
60 yaşında olduğu tahmin edilen Ahundzade’nin, Taliban’ın liderliğine gelmeden önce Pakistan’ın Ketta şehrinde bulunan ve birçok Taliban liderinin eğitim gördüğü bir medresede vaazlar verdiği ve öğretmenlik yaptığı bildirilmişti. Ahundzade’nin, Taliban’ın geneli üzerinde mutlak bir otorite sahibi olduğu biliniyor. Ahundzade’nin hemen altında Rahbari Şurası bulunuyor. Tüm askeri ve siyasi kararlar 26 üyeden oluşan Şura’da alınıyor.
MOLLA YAKUP KİMDİR?
Taliban’ın kurucusu ve ilk lideri Molla Ömer’in en büyük oğlu olan Molla Yakup, örgütün askeri gücünün en üst düzey ismi kabul ediliyor. Afganistan’da olduğu söylenen Molla Yakup’un, kendisinden önce Taliban’ın askeri lideri olan İbrahim Sadr’ın aksine daha barış yanlısı bir tutum sergilediği ve Afganistan’ın kontrolünü savaşmadan ele geçirmeyi hedeflediği biliniyor. Reuters’a göre 30’lu yaşlarında olan Yakup, Taliban içinde, babası nedeniyle çok sayılan ve sevilen bir isim. Ancak Afganistan’da değil de Pakistan’da büyümüş ve eğitim görmüş olduğu için kendisine yönelik negatif tutumlar sergileyen Taliban liderleri de olduğu söyleniyor. Afgan istihbarat kurumları ve güvenlik yetkilileri, Yakup’u “benmerkezci”, “kendini hak sahibi gören” ve “Afganistan’ın gerçeklerinden bihaber” olarak nitelendiriyor.
MOLLA ABDUL GANİ BİRADER
Taliban’ın Katar’da bulunan siyasi bürosunun başkanı olan Birader, ABD ile 2020 yılında yapılan geri çekilme anlaşmasını da yürüten kişi. Taliban’ın kurucularından biri olan Birader, Sovyetlere karşı aynı zamanda kayınbiraderi olan Molla Ömer’in yanında savaştı. Guardian’a göre, 1996’da Taliban’ın Afganistan’ı fethetmesini sağlayan siyasi zaferlerde çok önemli rol oynayan Birader, 2010 yılında Pakistan’da tutuklanmış ve sekiz yıl hapis yattıktan sonra ABD yönetiminin girişimleriyle serbest bırakılmıştı.
DE FACTO LİDERİ KONUMUNDA
Birader, 2020 yılında ABD ile temas kuran ilk Taliban üyesi oldu. Birader, 2020’de Doha Anlaşması’na imza koyanlardan biriydi. Taliban’ın siyasi lideri ABD Başkanı Donald Trump ile çatışmaların durdurulması konusunda bir telefon görüşmesi yapmıştı. Pazar gecesi yayımlanan haberlerde Birader’in Doha’dan Kabil’e doğru yola çıktığı detayı da yer aldı. Şu an Taliban’ın ülkeyi ele geçirmesiyle birlikte Baradar de facto bir lider konumuna geldi.
SİRACEDDİN HAKANİ
Taliban lideri Ahunzade’nin kurmayları arasında dördüncü sırada ABD’nin terör örgütleri listesinde bulunan ve Afganistan’daki ilk intihar saldırılarını düzenlediğine inanılan Hakkani Ağı’nın lideri Siraceddin Hakkani bulunuyor. Siraceddin Hakkani de ikinci nesil Taliban üyelerinden. Babası Celaluddin Hakkani Taliban’ın kurucularından ve Usame bin Ladin’in en yakın dostlarından biri olarak biliniyor. Celaluddin Hakkani de 80’li yıllarda Sovyetlere karşı ABD’nin yanında savaşan mücahitlerdendi. Birçok üst düzey Afgan yetkiliye yönelik suikastların yanı sıra çok sayıda intihar saldırısında ve birçok Batı ülkesi vatandaşının kaçırılmasında da Hakkani Ağı’nın adı geçiyor. Hakkani Ağı’nın El Kaide’yle de çok yakın bağlantıları olduğu biliniyor. Şu anki yeri net olarak bilinmeyen Hakkani’nin 40’lı ya da 50’li yaşlarında olduğu söyleniyor.
MOLLA ABDUL HAKİM
Taliban lideri Ahunzade’nin üç yardımcısının yanı sıra Molla Abdul Hakim de bahsedilmesi gereken önemli isimlerden. Taliban’ın adalet yapısının yani yargısının başındaki kişi olan Molla Abdul Hakim’e bu nedenle “başsavcı” da deniyor.
HAMİD KARZAİ
Afganistan’ın en uzun süre hizmet eden Cumhurbaşkanı Hamid Karzai bu göreve 2001 yılında ABD’liler tarafından getirildi. 2014 yılında görevini bırakırken hükümetleri kimileri tarafından rüşvetçilik ile suçlandı. Taliban başkent Kabil’e girdikten sonra yanına kızlarını da alarak bir video çeken Karzai, “Afganistan’ın Taliban liderliğine geçişini barış içinde çözmeye çalışacağız” ifadelerini kullandı.
ABD ÖZEL ELÇİSİ ZALMAY KHALİLZAD
Zalmay Khalilzad Eylül 2018’de ABD tarafından Taliban ile müzakere etmek için görevlendirildi. Afganistan’ın kuzey şehri Mazar-e Şerif’te doğan Khalilzad, ABD’nin Irak, Afganistan ve Birleşmiş Milletler Büyükelçisi olarak görev yapmıştı. Khalilzad geçen nisan ayında Kongre’de bir oturumda ülkedeki durumu şu sözler ile açıklamıştı: “Bence Afganların önünde pazarlık ile oluşturulacak bir politik düzen veya uzun bir savaş olacak.”
BİSMİLLAH HAN MUHAMMEDİ
Muhammedi, Ghani hükümetinde Savunma Bakanı olarak görev yapıyordu. Bakana geçen günlerde Taliban tarafından suikast girişiminde bulunulmuş ve olaydan sağ kurtulmuştu. Muhammedi, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanı Gani’nin, kendisinin ellerini arkadan bağladığını iddia etti. Muhammedi, “Elimizi arkamızdan bağlayıp vatanı sattılar. Zengine de çetesine de lanet olsun” dedi.
11.
Israel appeals for international help in battling ravaging wildfires near Jerusalem
By Atara Beck, World Israel News
As firefighters continue to battle the massive wildfire that resumed Monday in the Jerusalem hills and medics prepare to evacuate Hadassah Ein Kerem hospital, Israel is appealing to other countries for assistance.
The mammoth blaze, which police say was launched by arsonists, began Sunday afternoon. Approximately 10,000 people were evacuated Sunday from six communities in the forested Judean Hills just west of Jerusalem. Eitanim psychiatric hospital was also evacuated, and at least one patient is reported missing. Many homes were destroyed, as well as a winery that was burned to the ground.
It was believed late Sunday night that the fire had finally come under control, but on Monday it returned with a vengeance. According to the Israel Fire and Rescue Service, 75 firefighting teams accompanied by 12 planes were working to control the fires.
Prime Minister Naftali Bennett held an assessment of the situation late Monday afternoon that included the defense minister, the Public Security minister, the Israel Police Inspector General, the Fire and Rescue Service Commissioner, the head of the National Security Council, the Cabinet Secretary, the Prime Minister’s Office Director General, the Prime Minister’s Military Secretary, the Jerusalem District Police Commander and other senior officials.
Bennett directed the Defense Ministry and the IDF to continue giving all necessary assistance to the firefighting and rescue efforts. He also ordered an evaluation into whether there are additional Air Force capabilities that could be utilized in the effort to bring the fire under control.
The Prime Minister instructed the Public Security Minister, together with the National Security Council, to consider appealing for international assistance in extinguishing the fires.
Foreign Affairs Minister Yair Lapid contacted his Greek counterpart, Nikos Dendias, with a request for air assistance in battling the wildfires and received a response that Greece would assist as much possible. Israel had recently sent help to Greece earlier this month when it was fighting its own wildfires.
Officials are coordinating international assistance from the Ministry of Foreign Affairs situation room, where appeals for help are being made to Greece, Cyprus, Italy, France and other countries, in cooperation with the Ministry of Public Security.
The need for firefighting aircraft for Tuesday morning was emphasized by Fire and Rescue Commissioner Dedi Simchi in conversation with Lapid.
12.
-/-