Ενημέρωση Νο “6”. Μόνον Για Τους “ΑΓΓΕΛΟΥΣ”!
1.
‘Timsahlar’ milli gemilerde! Kimse karşılarına çıkamıyor!
“Timsah” timi, hedef gemiye botlarla çıkış harekatı sırasında kendilerine ateş açılması durumunda destek silahları ve makineli tüfeklerle düşmanı baskı altına alabiliyor.
Timlere bot üzerinde roketatarla düşman gemisine atış eğitimi de veriliyor.
Hareketli bot üzerinden yapılan bu atış, dünyadaki en zor atış tekniklerinden biri olarak nitelendiriliyor.
Amfibi hücum timleri, düşman sahil hattına sessizce girebilme, orada keşif ve gözlem yapma ve hedefleri yok etme yeteneğine de sahip olacak şekilde yetiştiriliyor.
Amfibi hücum timleri, düşman sahil hattına sessizce girebilme, orada keşif ve gözlem yapma ve hedefleri yok etme yeteneğine de sahip olacak şekilde yetiştiriliyor.
“Timsahlar”, bu gemilerdeki eğitimlerde senaryo gereği teröristler tarafından kaçırılan gemiye çıkma harekatını gerçekleştiriyor.
Hedefe botlarla tam teçhizatlı ilerleyen amfibi timi, risk faktörlerini değerlendirerek geminin bordasından aşağı bırakılan şeytan çarmıhı basamağı ile güverteye çıkıyor.
Kendilerine emniyetli bölge ve toplanma noktası belirleyen timler, ardından gemide ilerleme tekniklerini kullanarak köprü üstüne gidip makine dairesini ve personelini kontrol altına alıyor.
Hava yoluyla gerçekleşen harekatta ise helikopterden aşağı bırakılan halattan serbest kayış ve dağ ipinden kontrollü kayış tekniklerini kullanarak geminin güvertesine inen askerler, güvertede kendilerine emniyetli bölge ve toplanma noktası belirledikten sonra geminin makine dairesini ve personelini kontrol altına alıyor.
Harekat kapsamında hedef geminin iç bölme kompartımanları ve dış açık alanı aranıyor. Gemidekilerin kontrol altına alınmasının ardından faaliyet tamamlanıyor.
Başka bir faaliyette ise amfibi hücuma yönelik hazırlıklar yapılıyor. Şeytan çarmıhı basamağı ile küçük gemiden büyük gemiye teçhizatlı geçiş yapılıyor.
Çıkarma harekatında da tank çıkarma gemileriyle düşman kıyısına yaklaşan amfibiler, kapakların açılmasıyla hücuma geçiyor.
Deniz piyadeleri, daha sonra düşman hattında sürünerek kısa süreli ayakta kalarak ilerliyor ve hedefleri yok ediyor.
TCG Sancaktar 2. Komutanı, geminin amfibi harekatı icra edebilen en büyük çıkarma gemilerinden olduğunu belirtti.
“Mavi Vatan ve ötesinde her görev için daima hazır”
TCG Sancaktar`ın yerli komuta kontrol sistemleri, gelişmiş sensör ve silahları, süratli çıkarma araçları ve helikopterlerle modern amfibi harekatın tüm gereklerini yerine getirebilecek kabiliyette olduğunu kaydeden Komutan, “Bu özelikleriyle bünyesindeki amfibi deniz piyade unsurlarını istenilen yere intikal ettirebilecek stratejik güç aktarım imkanı kazanılmıştır. TCG Sancaktar, Mavi Vatan ve ötesinde verilecek her türlü görev için daima hazır.” ifadelerini kullandı.
ΤΟΥΡΚΟΙ!
ΕΧΕΤΕ ΥΠΟΨΙΝ ΣΑΣ! ΓΙΑ ΚΑΘΕ “ΚΡΟΚΟΔΕΙΛΟ”* ΥΠΑΡΧΕΙ ΚΑΙ Ο “ΚΡΟΚΟΔΕΙΛΑΚΙΑΣ”! ΙΣΩΣ ΝΑ ΕΧΕΤΕ ΔΕΙ ΤΗΝ ΤΑΙΝΙΑ!..
* ΕΙΣΤΕ ΠΟΛΥ ΣΙΓΟΥΡΟΙ ΟΤΙ ΔΡΑΤΕ ΣΑΝ ΤΟΝ ΚΡΟΚΟΔΕΙΛΟ; ΓΙΑ ΝΑ ΣΑΣ ΔΟΥΜΕ ΛΟΙΠΟΝ!..
-/-
2.
Türkiye’den Mısır kararı: Ankara NATO’daki vetosunu geri çekti
Türkiye’nin geçen yıl, Kahire ile normalleşme girişimlerinin bir parçası olarak Mısır’ın NATO ile ortaklık faaliyetlerine koyduğu vetoyu kaldırdığı öne sürüldü.
Doğu Akdeniz’de 18’inci parsel krizi! Mısır’ın Türkiye hassasiyeti Yunanistan’ı kızdırdı
İLİŞKİLERDE KARŞILIK YENİ ADIMLAR ATILDI
Mısır Başbakanı Mustafa Medbuli, “Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan‘a ülkesinin D-8 Dönem Başkanlığında ortaya koyduğu çabalardan ötürü teşekkür ederim” demişti.
Mısır’dan Başkan Erdoğan’a D-8 teşekkürü
Bu teşekkürün ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri, 4 yıl aradan sonra telefon görüşmesi gerçekleştirmişti.
4 yıl sonra bir ilk: Mısır ile Türkiye arasında telefon görüşmesi
Mısır’dan Türkiye açıklaması: Biz iyi ilişkiler kurma konusunda istekliyiz
Bu görüşmeden günler sonra bir açıklama yapan Şükri, Türkiye ile iki tarafın da faydasına olacak diyalog ve uluslararası hukuk kurallarına uygun ilişkiler kurmada istekli olduklarını açıklamıştı.
REVEALED: Turkey lifted Nato veto over Egypt to woo Cairohttps://t.co/6RRkdvhVUG
— Ragıp Soylu (@ragipsoylu) April 30, 2021
YENİ BİR GELİŞME YAŞANDI
Middle East Eye’dan (MEE) Ragıp Soylu’nun iddiasına göre Türkiye; Mısır’a NATO’da koyduğu vetoyu geçen yıl kaldırdı.
MEE’ye konuşan bir kaynak, “NATO’nun Akdeniz Diyaloğu çerçevesindeki ortaklarından biri olan Mısır’ın NATO’yla ortaklık ilişkilerini ilerletmesi ve bu kapsamdaki faaliyetlere katılımı Türkiye tarafından desteklenmektedir” dedi.
Böylelikle Türkiye, Mısır’ın NATO ile ortaklık ilişkisi geliştirmesinin önünü açmış oldu.
3. ΔΕΙΤΕ ΤΟΝ ΧΑΡΤΗ ΠΑΡΑΚΑΤΩ ΚΑΙ ΠΕΙΤΕ ΜΑΣ! ΑΥΤΑ ΔΕΝ ΣΑΣ ΛΕΓΑΜΕ;
Doğu Akdeniz’de 18’inci parsel krizi! Mısır’ın Türkiye hassasiyeti Yunanistan’ı kızdırdı
Mısır’ın Türkiye’nin Birleşmiş Milletlere (BM) bildirdiği kıta sahanlığı sınırlarını dikkate alarak 18 numaralı parselde ilan ettiği ruhsat ihalesi, Yunanistan’da büyük tepkiyle karşılandı. Yunan basını Atina yönetimine manşetlerinden mesaj verirken, Kahire’ye karşı da bazı ithamlarda bulundu. Öte yandan, her ne kadar resmi olarak açıklanmasa da Yunan Dışişleri bu konuda Mısır’dan izahat istedi.
KAHİRE’DEN İZAHAT İSTENDİ
Resmen açıklanmamakla birlikte, Yunan Dışişleri Bakanlığı, ihalede gösterilen 18 numaralı parsele tepki göstererek Mısır’dan izahat istedi. Yunanistan, bu parsel ile ilgili haritanın değiştirilmesini de talep etti.
KAHİRE YÖNETİMİ TÜRKİYE‘NİN KITA SAHANLIĞINA GÖRE HAREKET ETTİ
Mısır 18 Şubat’ta ilan ettiği ve 1 Ağustos’ta sona erecek ihalede, 18 numaralı parselin bulunduğu bölgeyi, Türkiye’nin 13 Kasım 2019’da Birleşmiş Milletlere bildirdiği kıta sahanlığı sınırlarını dikkate alarak belirledi. Yunanistan ise Türkiye’nin kıta sahanlığı sınırlarını yok hükmünde sayıyor.
YUNAN MEDYASI HEM ATİNA’YA HEM DE KAHİRE’YE YÜKLENDİ
Söz konusu gelişme Yunan medyasında, “Kahire, Ankara’ya göz kırpıyor” ve “Mısır falsosu” başlıklarıyla yer alırken, Yunan dışişlerinin bu gelişmeden çok rahatsız olduğu belirtildi. Medyadaki yorumlarda, Mısır’ın bu şekilde hem Türkiye’nin kıta sahanlığına saygılı davrandığını, hem gelecekte iki ülke arasında deniz yetki sınırlarının belirlenmesi için müzakere penceresini açık bıraktığı, hem de Yunanistan ile Kıbrıs Rum Kesimi kıta sahanlıklarının gelecekte birleşmesi yönündeki hayalini paylaşmadığını belirttiği vurgulandı. Buna karşılık, Mısır’ın diğer parselleri belirlerken, Atina ve Rum Yönetimi ile imzaladığı anlaşmaları dikkate aldığı kaydedildi.
DOĞU AKDENİZ’DE ANKARA-ATİNA-KAHİRE ÜÇGENİ
Yunanistan ile 6 Ağustos 2020’de deniz yetki sınırlarının kısmi belirlenmesi için anlaşma imzalayan Mısır, Meis gibi küçük adalar da dahil, tüm adaların yüzde 100 oranda kıta sahanlığı bulunduğu şeklindeki Yunan tezini kabul etmiyor. Türkiye ise Mısır-Yunan anlaşmasını yok hükmünde sayıyor.
4.
Türkiye yeni üsler açabilir, bazı ülkeler de KKTC’yi devlet olarak tanıyabilir
Haber7 yazarı Taha Dağlı’ya göre; bazı ülkeler KKTC’yi devlet olarak tanıyabilir, Türkiye de Kıbrıs’a hava ve deniz üssü açabilir.
Görüşmelerde KKTC ve Türkiye, Kıbrıs Türklerinin haklarının korunması konusunda dik duruş sergiledi. Rum tarafının saçma istekleri kâale bile alınmadı.
Ersin Tatar ve Çavuşoğlu, KKTC’nin egemen eşitliğinin kabul edilmesini istedi. Rumlar buna da karşı çıktı.
Dağlı da bu konuyu köşesine taşıdı ve “Cenevre’de ne oldu, bundan sonraki yol haritası ne?” sorularına yanıt aradı.
Dağlı, kararlı duruş sayesinde Kıbrıs Türkünün taleplerinin BM tarafından kayıt altına aldırıldığını belirterek “Türkiye Kıbrıs’a hava ve deniz üssü açabilir, başta İngiltere olmak üzere, bazı ülkeler KKTC’yi devlet olarak tanıyabilir” dedi.
BM, Türkiye, İngiltere, KKTC ve GKRY’den açıklama! ‘Kıbrıs görüşmeleri olumsuz sonuçlandı’
İşte Dağlı’nın yazısının tamamı;
“Türkiye ve KKTC BM’ye ilk kez kalıcı çözüm için 6 maddelik bir öneri paketi sundu. Ancak kabul edilmedi.
Türk tarafı neyi yapmış oldu?
Eşit statü olmadan masaya oturup, resmi görüşme yapılmayacak, bunu ilan etmiş oldu.
Çünkü yıllardır Rum tarafı ile KKTC eşit statü olmadan masaya oturuyor ve hiçbir çözüm çıkmıyordu.
Türkiye ile KKTC bu kısır döngüye son verdi.
6 maddelik kalıcı çözüm önerisinin manası budur.
KKTC’den Cenevre’de 6 maddelik Kıbrıs önerisi
Peki bu öneri kabul görmedi, şimdi ne olacak?
Aslında sürpriz değil.
Zaten Rumların bunu reddetmesi bekleniyordu.
Türk tarafının buradaki amacı yeni bir durumun başlatılmasını sağlamak oldu.
Biz bugüne kadar eşit olmadan masaya oturuyor ve hiçbir sonuç çıkaramıyorduk.
O halde bundan sonra masa kurulacaksa, eşit şartlarda görüşme yapılacak, yoksa resmi görüşme olmayacak, işte bu durum karşı tarafa deklare edilmiş oldu.
Şimdi 2-3 ay sonra bir konferans daha olabilir.
Rumlar, KKTC’nin haklı taleplerini kabul etmezlerse, onların bileceği iş.
Peki masada çözüm çıkmazsa ki öyle görünüyor, Türkiye ve KKTC ne yapmalı?
Elbette bir yol haritası var.
Burada önemli olan yıllardır devam ettirilen bir dayatma politikasının son buldurulması.
KKTC artık eşit olmadığı masaya oturmayacak.
Çözüm isteyen, KKTC’nin eşit statüsünü kabul edecek.
Son Cenevre konferansının kazanımı bu.
Bundan sonra neler yapılacak?
Rumlar elbette KKTC’nin eşit statü talebini reddedecek.
İşte o zaman devreye başka ülkelerin KKTC’yi tanıması girecek.
Şunu unutmayalım, KKTC 1983’te bağımsızlığını ilan ettiğinde Pakistan ile Bangladeş tarafından tanınmışlardı. Bu iki ülke daha sonra tepki gelince bu kararlarını geri aldılar.
Ama şu durum karşımızda duruyor, KKTC tanınamaz bir devlet değil.
Bunu tanıyanlar oldu, tanımaya hazır olduğunu söyleyenler de oldu.
KKTC’nin tanınması için girişimler başlatılacak, belki başlatıldı bile.
Onun dışında KKTC’ye direkt uçuşlar yapılması konusu da bir çok ülkenin ajandasında.
Bir havayolu şirketinin tanınmayan bir ülkeye uçuş yapamayacağına dair iddialar ortaya atılsa da bunlar çürütüldü, pekala KKTC’ye başka ülkelerden uçak seferleri yapılabiliyor, uluslararası hukuka uygun olarak.
İngiliz basını: İngiltere KKTC’yi bağımsız bir ülke olarak tanımayı düşünüyor
İngiltere bu süreci destekliyor. Hem KKTC’ye uçuş başlatılması hem de KKTC’nin tanınması yönünde destek mesajları geldi, Londra’dan. İngilizler zamanında kendilerine kurşun sıkan Rumlardan intikam mı alacak, kendi çıktığı gibi Kıbrıs’ı da AB’den mi çıkaracak, bilinmez ama İngiltere’nin AB ve ABD’nin aksine adadaki tutumu, federasyon dayatmak yerine KKTC’nin tanınması yönünde.
Evet Türkiye ile KKTC Cenevre’de çok ama çok önemli bir adım attı. Yıllardır dayatılan statükoyu bozdu. KKTC’nin de eşit statüye kavuşturulmadan kurulacak masaların hiçbir anlamanın olmadığını resmen BM tarafından kayıt altına aldırdı.
Bundan sonrasını Rumlar ve onlara gaz verenler düşünsün.
Türk tarafı olmadan adada çözüm olmaz.
Türkiye şimdiye kadar oldu bitti politikası uygulamadı.
Ama karşı taraf bundan sonra da dayatma politikasına devam etmeye kalkarsa, oldu bittiler de gelecektir.
En başta adaya Türk üsleri kurulacaktır.
Hem hava hem de deniz üssü.
Yakında bu konuda haberler gelirse şaşırmamak lazım.”
5.
Önce amiraller, sonra sözde soykırım! Altından bakın kimler çıkıyor
104 amiralin bildirisini kaleme alan Ergun Mengi’nin üyesi olduğu GİF (Global İlişkiler Forumu)’e üye olanlar ve arkasındaki kirli oyunu deşifre oldu.
Mahmut Övür’ün dikkat çeken köşe yazısı:
ABD Başkanı Joe Biden seçildikten sonra, “Amerika geri dönüyor” dediğinde çok yönlü bir saldırıya geçeceği ve elindeki bütün argümanları kullanacağı da belliydi. Bu yöntemler arasında “yakın ilişkileri” kullanma da vardı ve bunu o günlerde yazmıştım.
Hedef ülkelerin başında da Türkiye geliyordu. Türkiye her ne kadar 70 yıldır içinde yer aldığı ittifaktan ayrılmak istemese de ABD tarafı deyim yerindeyse tam bir “düşmanlaştırma” stratejisi izliyordu.
Bunu da yaptı, önce 104 amiralin muhtıra gibi bildirisi, ardından da Ermeni soykırımı iddiası geldi. Başka neler devreye girecek göreceğiz, ama önce 104 amiralin bildirisini kaleme alan ve gözaltına alındıktan sonra da “Montrö’yü bir araç olarak kullandık” diyen bir amirale, Ergun Mengi‘nin ilişkilerine yakından bakalım. Bu konuda Aydınlık’ta Ferit İlsever’in yazısı dikkat çekici.
Çünkü Mengi’nin GİF (Global İlişkiler Forumu) üyesi olduğu yazılmış ama üzerinde durulmamıştı. Oysa bu bağlantı, Türkiye için hayati derecede önemli bir bilgiydi. Çünkü son 10 yılda yaşadığımız kuşatma ile bu bağ arasında ciddi bir paralellik var. Biraz deşince, ABD derin aklından silah sanayiinin dev firmaları Raytheon ve Lockheed Martin’e, oradan İstanbul sermayesine, siyasi aktörlere, akademisyenlere ve askerlere uzanan bir ilişkiler ağı çıkıyor. Bağlantı da gizli saklı değil, çünkü Mengi’nin üyesi olduğu Global İlişkiler Forumu (GİF) aslında bir ABD kuruluşu olan Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) Türkiye şubesi…
Bir ayağında ABD’li ünlü işadamı David Rockefeller, bir ayağında ise Türkiye’nin ünlü işadamı Rahmi Koç var. Tabii sadece onlar değil, yönetiminde veya üyeleri arasında kamuoyunun yakından tanıdığı birçok isim mevcut. Birkaçını sayalım: Emekli Orgeneral Edip Başer, Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, Eski Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Salim Dervişoğlu, Emekli Büyükelçi Namık Tan, Eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, gazeteci Altan Öymen, Emekli Büyükelçi Volkan Vural, siyasetçiler Gülsün Bilgehan, Tayyibe Gülek Domaç, Yaşar Yakış ve Eski Merkez Bankası Başkanı İP Milletvekili Durmuş Yılmaz…
Aslında ABD’deki Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) üyeleri çok daha ilginç… Merkezin başında George Bush’un yardımcılığını yapmış Richard Nathan Haas bulunuyor. Üyeler arasında ise Condoleezza Rice, Angeline Jolie, Madeleine Albright, Brzezinski, Henry Kissinger ve Colin Powell gibi derin ABD’nin temsilcileri var.
Sözü bu merkezin son dönemde öne çıkan iki ismine getirelim: CFR’nin Danışmanı Henri Barkey (Onu 15 Temmuz darbe girişiminden tanıyoruz) ve Batı Asya ve Türkiye uzmanı, Foreign Policy’nin yazarı Steven Cook.
İlsever, Dış İlişkiler Konseyi için Cook’un hazırladığı 13 Kasım 2018 tarihli Türkiye Raporu’nu iki maddede özetliyor:
“1. ABD’nin Türkiye ile stratejik ortaklığı bitti. Türkiye artık ABD’nin hasmı ve rakibi.
2. Türkiye F-35 Projesi’nden çıkarılmalı ve Suriye’nin kuzeyinde YPG ile çalışmaya devam edilmeli.”
Cook, daha önce de şu açıklamaları yapmıştı: “Türkiye artık olması gerektiği gibi bir ortak değil” ve “Erdoğan, Türkiye’yi otoriterleştirdi.”
İçeridekilere sufle verdiği çok açık… Şimdi Amerikalılarla yakın ilişki içinde olan Global İlişkiler Forumu üyelerine soralım: ABD’liler açık açık Türkiye düşmanlığı yaparken, siz ne yaptınız?
Böyle bir ilişki kurmanızın “ülkenize” nasıl bir faydası var? Ermeni soykırımı gibi ağır bir suçlama karşısında söyleyecek sözünüz yok mu?
6.
9 ülke birbirine bağlanıyor! Türkiye’ye fırsat doğdu
Mısır, kendini 9 Afrika ülkesine bağlayacak proje için düğmeye bastı. Projenin, Türkiye’ye ve Türk firmalarına büyük fırsatlar oluşturacağı tahmin ediliyor.
Türkiye-Mısır ilişkilerinin normalleşmesi ekonomide yeni fırsatlar doğurabilir. Mısır, ülkeyi dokuz Afrika ülkesine bağlayacak büyük bir altyapı projesi planlıyor. Mısır’da yapılması planlanan birçok altyapı ve ulaşım işinin büyüklüğü dikkate alındığında, bu konudaki deneyimli Türk müteahhitler Mısır’ın ihtiyaç duyduğu alanları çok rahat doldurabilir.
Türkiye’nin Mısır ile ilişkileri Temmuz 2013’te Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin devrilmesiyle sonuçlanan askeri darbeyle bozulmuş ve iki ülke arasında siyasi alanda başlayan gerginlik karşılıklı ticaret olmak üzere ekonomik ilişkileri de bir miktar olumsuz etkilemişti. Yakın zamanda iki tarafın da attığı adımlarla başlayan normalleşme çabaları ve bu yönde ortaya konulan siyasi irade, bu ay Türk Dışişleri Heyeti’nin Kahire’ye yapacağı ziyaretle resmiyet kazanacak.
HİÇBİR ZAMAN DURMA NOKTASINA GELMEDİ
İki ülke arasında normalleşme sürecinin başlaması, kısa sürede ekonomik ilişkileri hızla canlandıramayacak olsa da sabit seyirde devam eden ikili ticaretin ve yatırımların yeniden artması için önemli bir aşama kat edilmiş olacak. Aslına bakılacak olursa söz konusu 7,5 sene içerisinde Türkiye ve Mısır arasında çeşitli gümrük engelleri, bürokratik mevzuatlar ve vize başvuru sürelerinin uzun olması gibi sorunlar yaşansa da ekonomik ilişkiler hiçbir zaman durma noktasına gelmedi. Aksine Mısır, Türkiye’nin Kuzey Afrika’daki önemli ticaret partnerlerinden biri olma özelliğini korudu.
TÜRK FİRMALARININ DOĞRUDAN YATIRIMLARI VAR
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Ticaret Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye’den 2014-2020 yılları arasında Mısır’a 21,9 milyar dolarlık ihracat yapılırken, aynı dönemde Mısır’dan 12,1 milyar dolarlık ithalat gerçekleştirildi. Söz konusu 7 yıllık döneme bakıldığında Türkiye’nin, her yıl ortalama 3 milyar dolarlık ihracat yaptığı Mısır ile ekonomik münasebetlerini belirli bir seviyede devam ettirdiği görülüyor. Bu dönemde Türkiye’den ihraç edilen ürünlerde demir-çelik ürünleri, motorlu taşıtlar, plastik ve mamulleri ile petrol yağlarının yoğunlukta olması dikkati çekiyor. Buna karşılık Mısır’dan ithal edilen ürünlerde plastik ve mamulleri, kimya sanayisi ürünleri, altın ve tekstil ürünleri başı çekiyor. Ayrıca, Türk firmaların Mısır’da otomotiv, bankacılık, cam sanayi, inşaat ve enerji gibi birçok alanda doğrudan yatırımları bulunuyor. Bu yatırımların önümüzdeki süreçte artmasının özellikle istihdam sorunu ve genç nüfus fazlası bulunan Mısır için fayda sağlayacağı kaçınılmaz bir gerçek.
TÜRKİYE’NİN TİCARETTEKİ KADİM PARTNERİ
Mısır bugün 100 milyonu aşan nüfusu, stratejik ticaret yolları, farklı iş kollarının Orta Doğu’daki merkezi olması, enerji yatırımları ve turizmdeki iddiası ile bölgenin en kritik ekonomilerinden biri.
Mısır ile Anadolu coğrafyasının stratejik partnerliğinin tarihi antik çağlara kadar uzanıyor. Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde de Mısır her zaman Anadolu’da üretilen ürünlerin en önemli pazarlarının başında gelmiştir. Türkiye, bu köklü ilişkinin sürdürücüsü olarak Mısır ile her zaman yakın ekonomik ilişki içinde oldu. Mısır da kendi coğrafyasındaki potansiyeli ekonomik partnerlerine kullandırabilmesi bakımından Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki en istikrarlı ülkelerden biri olmuştur. Nitekim Mısır’ın stratejik konumu, tarihsel ve ekonomik bağları ile Türkiye için taşıdığı önem, bugün aynı zamanda küresel ticaret için de geçerli.
TÜRK FİRMALARINA YENİ KAPILAR AÇABİLİR
Mısır’ın kalabalık nüfusu ile Türkiye için Afrika’da büyük bir ticari pazar olması Türk ihracatçısı için yeni dönemde birçok fırsatın yaratılabileceği anlamına geliyor. Ayrıca Mısır, tek başına büyük bir pazar olmasının yanı sıra, stratejik pozisyonuyla Afrika’ya ve diğer Arap ülkelerine açılmaları için Türk ihracatçılarına yeni kapılar arayabilme potansiyeli de taşıyor. Her ne kadar Türk firmalar için Mısır ilk kez keşfedilecek bir ülke olmasa da ilişkilerin normalleşmesiyle değişecek yaklaşımlar ve arkasından gelebilecek teşvikler, iki ülkenin iş insanları için salgın krizine rağmen karşılıklı kazançlar sağlayacak. Mısır sanayisinin ihtiyacı olan ham madde ve ara mallar Türkiye’den tedarik edilebileceği gibi, sektörel girişimlerle bölgedeki dinamik iş gücü ortak yatırımlarla da değerlendirilebilir.
Mart ayında Süveyş Kanalı’nın Ever Given adlı tankerin kazası sonucu kapanmasıyla yaşanan global aksama, tüm dünyada gözlerin burada atılabilecek yeni altyapı adımlarının bulunup bulunmadığına çevirdi. Küresel ticari nakliyatın yaklaşık yüzde 12’sinin 193 kilometre uzunluğundaki kanaldan geçtiği düşünüldüğünde, bu güzergahın her geçen gün yeni alternatiflere ya da yolun sağlamlaştırılmasına ihtiyaç duyduğu görülebilir. Yeni bir kanal inşa edilmesinin birçok sebepten ötürü hemen mümkün olmayacağı açık olduğu için bölgeyi besleyen diğer ticari güzergahların iyileştirilmesi, hızlandırılması ve yenilenmesi için çok sayıda adım da halihazırda atılıyor veya projelendiriliyor.
9 AFRİKA ÜLKESİNİ BİRBİRİNE BAĞLAYACAK PROJE
Mısır’da yakın zamanda gerçekleşen demir yolu kazalarının ağır kayıplara yol açması ve yolların iyileştirilmesi hedefi birçok ulaşım ağı projelerinin hayata geçirilmesine yol açtı.
Arab News’in haberine göre Mısır, Sudan ile birleşmeyi mümkün kılacak 450 kilometreden fazla uzunlukta bir demiryolu inşa edecek. Nisan ayı ortalarında Sudan’ı ziyaret eden Mısır Ulaştırma Bakanı Kamel Al-Wazir, projenin 254,6-318,7 milyon dolara mal olacağını bildirdi. Öte yandan Mısır, ülkeyi dokuz Afrika ülkesine bağlayacak büyük bir altyapı projesi planlıyor. Yine Al Wazir’in şubat ayında duyurduğu proje, kara ve demiryolu sistemlerinin geliştirilmesini içeriyor.
TÜRKLERİN AFRİKA ÜLKELERİNE YATIRIMIN ÖNÜ AÇILACAK
Bakan, Mısır’ın 13 liman ve bir lojistik merkez kurulmasını sağlayacak kapsamlı bir plan üzerinde çalıştığını da belirtti. Buna göre, önümüzdeki aylarda 953 milyon dolar değerinde 35 proje hayata geçirilecek. Al Wazir, Toplam 19 milyon dolarlık 9 farklı projenin de tamamlandığını ifade etmişti. Mısır’da yapılması planlanan birçok altyapı ve ulaşım işinin büyüklüğü dikkate alındığında, bu konudaki deneyimli Türk müteahhitler Mısır’ın ihtiyaç duyduğu alanları çok rahat doldurabilir. Bununla birlikte, Türkiye ile Mısır’ın söz konusu projeler ışığında Afrika’daki 3. ülkelere ortak yatırımlar da gerçekleştirmesi mümkün olabilir.
TÜRKİYE’NİN ENERJİ HAMLELERİ MEYVESİNİ VERECEK
Doğu Akdeniz’deki gaz rezervlerinin aranması ve diğer enerji nakil hatlarındaki Mısır yatırımları ele alındığında, yakınlaşmanın Türkiye için birçok yeni alanda fırsata gebe olabileceği de düşünülebilir. Mısır’ın “enerji ticaretinde bölgesel bir merkez olma” iddiası ile attığı adımlar bugün hala çeşitli altyapı projeleriyle varlığını sürdürüyor. Bu amaç doğrultusunda yenilenebilir enerji ve doğalgaz santralleri inşa eden Mısır, aynı zamanda Akdeniz kıyısındaki Dabaa kentinde bir nükleer enerji santrali de inşa ediyor. Mısır, bölgesindeki ve komşu ülkelerle nakil hatları konusunda iş birlikleri yapıyor ve projeler yürütüyor. Bu nedenle Türkiye’nin enerji alanında yaptığı çalışmaların düzelecek ilişkiler sonrası potansiyel yeni girişimlerle bir üst seviyeye çıkması imkanı bulunuyor.
SALGININ MISIR’IN EKONOMİSİNE ETKİLERİ
Dünya Bankası verilerine göre Mısır’da salgının devam eden etkisi ve Kovid-19 vakalarındaki artışla büyümenin 2019-2020’deki yüzde 3,6’dan 2020-2021’de yüzde 2,3’e düşeceği tahmin ediliyor. Dünya genelindeki birçok ülkeye göre yüzde 2,3 büyüme, ülke ekonomisinin salgına rağmen büyümede ayakta kalabildiğini gösteriyor. Bununla birlikte aşılanma oranı 2022’nin başlarına kadar yeterince yükselirse, Mısır’ın 2021’de ve takip eden yıllarda büyüme ivmesini kademeli olarak yeniden hızlandırması bekleniyor.
Büyüme, kısıtlamaların kaldırılması ve sosyal mesafe önlemlerinin gevşetilmesiyle birlikte, sırasıyla yüzde 0,7 ve yüzde 2 gibi düşük seviyede kalmasına rağmen, yukarı doğru hızlandı. Salgının başlangıcında toplam istihdamdaki ilk düşüş tersine döndüğü ve hem işgücüne katılım hem de istihdam oranları toparlandığı için, işsizlik bu yıl (yüzde 9,6’lık artıştan sonra) yüzde 7,2 seviyelerine düştü.
IMF İLE ANLAŞTI
Öte yandan, geçen yıl Kahire ve Uluslararası Para Fonu (IMF) arasında varılan uzlaşma sonucu 2,7 milyar dolarlık kredi Mısır tarafından onaylandı ve salgın sırasında ülkenin duyduğu döviz ihtiyacına cevap verilmiş oldu. Salgının başlangıcında, Mısır hükümeti 100 milyar Mısır Lirası değerinde bir acil durum müdahale paketi tasarladı. Buradaki temel önlemler arasında düzensiz işçilere istisnai parasal hibe ve mevcut nakit transferi programlarının genişletilmesi yer alıyordu. Mısır Merkez Bankası, likiditeyi rahatlatmak ve bireylerin uygun koşullarda krediye erişimini sağlamak için politika faizlerini düşürdü. Bu adım 2019-2020 finans yılında yüzde 5,7 olarak kaydedilen enflasyonun gerilemesi için atıldı.
TÜRK FİRMALARI İÇİN BÜYÜK FIRSAT
Sonuç olarak, Mısır hükümetinin öncelikle sübvanse ettiği turizm, imalat, Süveyş Kanalı, petrol ve gaz çıkarıcıları gibi kilit sektörler, seyahat kısıtlamaları, talep düşüşü ve ticaretteki kesintilerden etkilenmeye devam ediyor. Türkiye için yeni dönemde bu kritik sektörlere yönelik birçok fırsat oluşturulabilir. Özellikle altyapı projeleri için gerekli inşaat işlerinin yoğunluğu, bölgedeki tecrübeli Türk müteahhitler için yatırıma ve Mısırlılar için de istihdama dönüşebilir. Yeni dönemde doğru adımların karşılıklı atılmasıyla iki ülke için Doğu Akdeniz’deki ekonomik dengeleri farklı bir boyuta taşıyacak sonuçların elde edilmesi, kazan-kazan durumundan da öte tüm coğrafya için pozitif sonuçlar doğurmaya elverişli.
7.
Kıbrıs meselesinde İngiltere’nin tavrı
.
- GİRİŞ02.05.2021 09:12
- GÜNCELLEME02.05.2021 09:12
Geçen hafta Cenevre’de yapılan Kıbrıs görüşmelerine KKTC ve GKRY temsilcilerinin yanı sıra garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin temsilcileri de katıldı. Bir önceki BM sürecinden farklı olarak Türkiye ve KKTC arasında tam bir uyum olduğunu gözlemledik. Mustafa Akıncı’nın aksine Cumhurbaşkanı Ersin Tatar KKTC’nin egemen ve bağımsız bir devlet olduğu vurgusunu yaparak, iki devletli çözüm istediklerini dile getirdi. GKRY ve Yunanistan ise evvelce dile getirdikleri adem-i merkeziyetçi federasyon önerilerinde kaldılar. Rum-Yunan ikilisinin federasyondan muradı, Türklerin azınlık olacakları ve asla egemenliğe kavuşamayacakları bir statü olduğundan, Türk tarafı bu teklifi reddetti. Cenevre toplantısı sonrasında bir açıklama yapan BM Genel Sekreteri Guterres, görüşmelerde ortak bir zemine ulaşamadıklarını ve çalışmaları sürdüreceklerini belirtti.
Yarım asrı deviren Kıbrıs meselesini takip edenler ya da okuyanlar bilirler, Ada’nın geleceğine dair Türkler ve Rumlar ne düşünürlerse düşünsünler dönüp de mutlaka İngiliz’in ne dediğine bir bakarlar. Türkiye ve Yunanistan, İngiltere’nin ne düşündüğüyle pek alakadar olmasa da, Ada’nın her iki tarafı için ama daha ziyade Türkler için, ‘majestelerinin hükûmetinin yaklaşımları’ pek mühimdir. Bunun en tabii sebebi Kıbrıslı Türklerin de Rumların da çok sayıda akrabasının İngiltere’de yaşıyor oluşu hatta birçoğunun İngiltere vatandaşlığı bulunmasıdır. Ada’nın her iki tarafındaki İngilizlere ait yatırımlar ve gayrimenkuller de, İngiltere’nin taraflar için önemini artırır. Güney’de avro tedavüldeyken, Kuzey’de Türk lirası kullanılır ama kiralar ve birçok malın ve hizmetin bedeli hâlâ poundla hesaplanır.
İngiltere’nin Ada’daki mevcudiyeti 90 yılı bile bulmaz. Ama kanunlarıyla, okul sistemiyle, idare şekliyle hatta trafik düzeniyle İngiltere, Ada’ya damgasını vurmuştur. Ada’da iki geniş toprak parçası hâlen İngiltere’nin egemen toprağı niteliğini taşımaktadır.
İşte Ada’dakiler için bu denli önemli olan İngiltere son Kıbrıs görüşmelerine Dışişleri Bakanı seviyesinde katıldı. Dışişleri Bakanı Raab basına, ‘kapsamlı, adil ve kalıcı bir çözümü desteklediklerini’ söyledi. Zaten İngiltere on yıllardır bunu söylüyor. Peki bu diplomatik cevabın gerisinde İngiltere’nin Kıbrıs için bir planı var mı? Ada basınına bakarsanız var. Önce Rum, ardından Türk tarafında çıkan yayınlarda Dışişleri Bakanı Raab’ın iki tarafa bir plan sunduğu yazıldı. Haberlere göre planda İngiltere, iki egemen topluluk (cemaat) devletinden oluşacak bir Kıbrıs Federal Cumhuriyeti’nin kurulmasını istiyor. İngiliz planında geçen ‘egemen topluluk devleti’ ibaresinin uluslararası hukukta bir yeri veya tarihsel bir geçmişi yok. Burada İngiltere’nin açıkça ifade etmeden söylemeye çalıştığı ‘konfedere devlet’. Bunu açıkça söyleyerek özellikle Rumların peşin tepkisini çekmek istemiyor. Onun yerine, sanki federal bir çözüm öneriyormuş gibi davranıyor.
İngiliz teklifine göre federal devlet, dış politika, güvenlik, vatandaşlık ve ekonomi gibi konularda yetkili olacak, geriye kalan konular iki ‘topluluk devleti’nin uhdesinde bulunacak. Bakanlar Kurulunun 6 Rum, 3 Türk; yasama organının ise 24 Rum 12 Türk üyeden oluşacağını öngören İngiliz planı, iki topluluk devletinin uluslararası kuruluşlara ayrı ayrı üye olabileceklerini düzenliyor.
Kıbrıs’ta toprak paylaşımı konusunda daha önce Akıncı ile Anastasiadis’in üzerinde anlaştıkları sınırlara atıf yapan İngiliz planının, Maraş’ın açıldığını göz ardı ettiği anlaşılıyor. Çünkü Akıncı Güzelyurt’u ve Maraş’ı Rumlara vermeyi kabul etmişti. Üzerinde Türklerin veya Rumların oturduğu gayrimenkuller üzerinde, tapu sahibinin olduğu kadar mevcut kullanıcısının da hakkı olduğu kabul edilerek, tazminat ya da değiş tokuşla mal meselesinin halledilmesine çalışılacağı söyleniyor.
İngiltere’nin uluslararası alanda resmen paylaştığı bir plan olmamakla birlikte, Ada basınında yazılanlara herhangi bir yalanlama gelmedi. Aksine, birçok siyasetçi bu teklifin varlığını üstü kapalı kabul ederek, neden uygulanamayacağı yönünde yorumlar yaptılar.
Toprak iadesi meselesi ve Türk askerinin Ada’daki varlığının derhâl sona ermesi gibi birçok kabul edilemez yönü bulunsa da, İngiliz planının dikkate alınması gereken bir tarafı var: Egemen taraflardan söz etmesi. Eski İngiltere Dışişleri Bakanlarından Jack Straw da kısa bir süre önce katıldığı bir panelde, Kıbrıs’ta artık iki kesimli, iki toplumlu bir yapının mümkün olmadığını, iki devletli çözümden başka çare bulunmadığını vurgulamıştı.
Cenevre toplantısından sonuç çıkması zaten beklenmiyordu. Türk ve Rum-Yunan tarafının birbirlerinin tekliflerini kabul etmesi mümkün değil. Belki de, İngiltere’nin adını tam koymasa da ‘bal gibi’ konfederasyon önerisini ciddiye alıp, bunun üzerinden yeni bir tur başlatılabilir. Unutmayalım ki, Türkiye’nin ve KKTC’nin kabul etmediği hiçbir çözüm önerisi hayata geçemez. Türkiye’ye AB üyeliği önerilmediği, aksine AB ile ilişkilerin limoni olduğu bir dönemde, Brüksel’in bir çözümü dayatması da beklenemez. O hâlde, birkaç yıl da konfederasyon önerisini tartışmaktan kimsenin bir kaybı olmaz.
Türkiye
8.
İsrail’i kızdıracak açıklama İran’dan geldi: ABD ile anlaştık
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Arakçi, ABD’nin enerji, banka ve limanlara yönelik uyguladığı yaptırımların kaldırılması konusunda anlaştıklarını açıkladı.
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi, Avusturya’nın başkenti Viyana’da İran ile 4+1 ülkeleri ile devam eden nükleer anlaşmaya geri dönüş görüşmelerine ilişkin İran devlet televizyonuna açıklamalarda bulundu. İran’a yönelik uygulanan tüm yaptırımların kaldırılmasına ilişkin Viyana görüşmelerinde olumlu gelişmeler olduğunu belirten Arakçi, hangi yaptırımların kaldırılacağına ilişkin anlaşmaya varıldığını söyledi.
ABD’den İsrail’e ‘endişeliyiz’ açıklaması
“YAPTIRIMLARIN KALDIRILMASINDA ORTAK BİR SONUCA VARDIK”
ABD’nin enerji, banka ve İran limanlarına uyguladığı yaptırımların kaldırılması konusunda anlaştıklarını belirten Arakçi, “Yaptırım listesinde olan isim ve kurumlara yönelik yaptırımların kaldırılmasında ortak bir sonuca vardık. Bu kurum ve isimlerin hangileri olacağı konusunda ise görüşmelerimiz devam ediyor” dedi.
“GÖRÜŞMELER ARTIK DAHA OLGUNLAŞTI”
Müzakerelerde ihtilaflı konuların belirginleştiğini belirten Arakçi, “Görüşmeler artık daha olgunlaştı. Metin üzerine yoğunlaştık. Ortak birçok konumuz da var ama ne zaman kesin bir sonuca varacağımızı söylemek zor” ifadelerini kullandı.
9.
Mossad ile ABD Başkanı Biden arasında gizli görüşme!
İsrail Dış İstihbarat Servisi Mossad Başkanı Yossi Cohen’in, ABD Başkanı Joe Biden ile 30 Nisan Cuma günü Washington’da görüştüğü bildirildi.
Haaretz gazetesinde yer alan haberde, Cohen’in Biden ile yapacağı görüşme öncesinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu‘yla durum değerlendirmesi yaptığı ifade edildi. Haberde görüşmenin, İsrail’in ABD yönetimini, 2015’te yapılan nükleer anlaşmaya dönmemesi için ikna etmeye çalıştığı bir süreçte gerçekleşmesine dikkat çekildi.
ABD’DEN ‘İRAN’ TALEBİ
Cohen’in 29 Nisan Perşembe günü de ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile görüştüğü ve ülkesinin İran’ın nükleer faaliyetleri hakkındaki “derin endişelerini” dile getirdiği kaydedildi.
Görüşmeye ilişkin Beyaz Saray’dan açıklama yapılmadı. Tel Aviv yönetimi, Washington’dan eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde İran’a getirilen yaptırımların devam ettirilmesini ve 2015’te imzalanan nükleer anlaşmaya dönülmemesini istiyor.
10.
How Spielberg and the Genesis Prize Funded Anti-Israel Activism
The Genesis Prize is bad for the Jews.
Daniel Greenfield, a Shillman Journalism Fellow at the Freedom Center, is an investigative journalist and writer focusing on the radical Left and Islamic terrorism.
When the Genesis Prize was created it was marketed as the “Jewish Nobel”. Considering the number of Jewish Laureates, the actual Nobel Prize is more Jewish than the Genesis Prize.
Even in the year of the pandemic, the Genesis Prize isn’t going to scientists or doctors, but keeps going to vapid anti-Israel celebrities and wealthy activists whose Jewishness is a genetic accident of chance, and who use the $1 million prize to fund leftist and anti-Israel causes.
So it was inevitable that Steven Spielberg would win the prize in 2021 and quickly direct it to black nationalist and leftist groups who loathe Israel and Jews.
On Spielberg’s list is Avodah, which has multiple personnel who overlap with the anti-Israel hate group IfNotNow. IfNotNow stages protests against Jewish community groups to pressure them to end support for Israel and embrace the Islamic terrorists trying to destroy the Jewish State.
Avodah New Orleans even came out in support of BDS.
Becca Lubow, Avodah’s organizer was one of IfNotNow’s activists who followed Democrat presidential candidates on the campaign trail to convince them to oppose Israel. and posed with Senator Bernie Sanders holding a banner reading, “Jews Against the Occupation”.
When documentary filmmaker Ami Horowitz asked Lubow about Hamas, she refused, stating, “I have to be careful because I’m cognizant of consequences for certain things I could say.”
Is this Genesis’ idea of “inspiring Jews to connect to their heritage and to Israel”?
Avodah has its toes in the same pool of organizers as IfNotNow with personnel and volunteers like Rakhel Silverman, Hannach Recht, Leah Shefsky, Nina Bernstein, Rachel Brustein, and a number of others. Some, like Eliza Klein, went from JVP, which supports BDS, into Avodah.
Funding Avodah puts fungible money into the infrastructure of anti-Israel activism which is at odds with the Genesis Prize mission statement of support for Israel.
Also on Spielberg’s list is the Collaborative for Jewish Organizing, an umbrella group that includes Bend the Arc and the incredibly toxic Jews for Racial and Economic Justice which has denied Muslim antisemitism. Bend the Arc is backed by Soros’ son and run by a sex club dancer turned anti-Israel organizer. A board member of Bend the Arc has accused Jews of “sustaining white supremacy” and it’s intertwined with anti-Israel protest hate group IfNotNow.
As Tablet Magazine reported, Dove Kent, Bend the Arc’s senior strategy officer and the former director of Jews for Racial and Economic Justice, had co-founded an organization providing “coaching, training, culture and infrastructure support” to IfNotNow. Bend the Arc’s digital organization manager is a member of IfNotNow’s digital strategy team.
Carolina Jews for Justice, another member of the CJO umbrella group, includes Brandon Mond, “an active leader on the local and national level of IfNotNow” and Salem Pearce, a former director of organizing at the anti-Israel group T’ruah.
Alana Alpert, the co-founder of Detroit Jews for Justice, a CJO member, signed an IfNotNow letter claiming that accusations of antisemitism are being wielded against “progressives, especially Black and Palestinian progressives who criticize the Israeli government”. Alpert has been a defender of Rep. Rashida Tlaib. Carin Mrotz, the head of Jewish Community Action, also in the JCO, signed the same IfNotNow letter, and has defended Rep. Ilhan Omar.
The Genesis Prize, created to “foster Jewish identity, inspire Jewish pride and strengthen the bond between Israel and the Diaspora” was instead aiding some of the worst anti-Israel groups.
None of this was surprising from Spielberg, who attends Sharon Brous’ anti-Israel temple and whose big Israeli project was Munich, an exercise in moral equivalence between Israel and the terrorists written by anti-Israel leftist Tony Kushner who had said Israel should not have existed.
But this sort of thing happens to the Genesis Prize more often than it should.
In 2018, Natalie Portman received the Genesis Prize for, as far as anyone could figure out, being of Jewish descent and being famous. Portman, formerly pro-Israel had turned against the Jewish State, and refused to even show up to accept the award.
“We have followed the recent news from Gaza with growing worry, and we are concerned that it is not appropriate to hold a ceremony given the government’s actions and the latest escalation,” Portman’s note allegedly said, using the royal ‘we’, to condemn Israel’s fight against Hamas.
In a follow-up statement, the mediocre leftist actress attacked Netanyahu and whined that “the mistreatment of those suffering from today’s atrocities” was not in line with her values.
Portman’s values, which are up there with her acting, didn’t stop her from going to a film festival in Beijing two years earlier to promote her movie depicting Israel as a dysfunctional society.
Getting its honorees to even accept the awards has been a problem for the Genesis Prize.
The year before, the Genesis Prize had gone to Anish Kapoor, a leftist Indian artist from the UK who happened to have a Jewish mother, and whose art is as bad as his politics.
Kapoor had previously made headlines for his sculpture in Versailles titled, “the vagina of the queen” which consisted of a giant rusted steel pipe.
He’s also defended antisemitic Labour leader Jeremy Corbyn by arguing, “you can be anti-Zionist and pro-Palestinian without being antisemitic” and ISIS, saying, “there’s an atmosphere of vilifying Muslims for having extreme views. If I was a young Muslim, would I feel angry enough to have joined ISIS? I would at least think about it.”
If your Jewish pride isn’t ‘kvelling’ enough yet, Kapoor responded to the Genesis Prize award by asking them to cancel the ceremony “while children are being killed with chemical and other horrible weapons on Israel’s doorstep.” By that he meant Syria, rather than Israel, and donated his prize money to Syrian refugees. Some of the money went to HIAS, which focuses on resettling Syrian Muslims in America while, in traditional leftist fashion, bashing Israel.
That’s about as good as it could have gone considering that Kapoor has been a vigorous defender of allowing ISIS bride Shamima Begum to return to the UK.
Genesis Prize laureates have hovered between the worthy, the awkward and the embarrassing.
As the first ‘laureate’, Michael Bloomberg, a billionaire wealthier than his honorees, gave the $1 million award, or 0.1% of what he spent on his failed presidential bid, to everything from Israeli smartphones for the disabled to installing energy efficient systems in Canadian houses. Michael Douglas, the second laureate, used the money to fund acceptance of interfaith marriage.
Two of the recipients, violinist Yitzchak Perlman, and Soviet dissident Natan Sharansky, donated their prizes to medical research and fighting disability and disease. Robert Kraft, the New England Patriots owner, created a foundation to fight antisemitism and BDS.
But despite some worthy honorees, the Genesis Prize misses more often than it hits. Its strategy of honoring celebrities who happen to be Jewish has backfired badly.
In 2021, the Genesis Prize had a shot at redemption. It could have honored Rabbi Jonathan Sacks, the UK’s former Chief Rabbi, a leading Jewish thinker and campaigner against antisemitism, who had passed away that year and whose death had been mourned by everyone from the British Royal Family to world leaders to Jewish communities around the world.
Instead, the Genesis Foundation decided to help Spielberg fund leftist anti-Israel activism.
Other finalists for the 2021 award, beyond Rabbi Sacks, included Barbara Streisand and Sacha Baron Cohen. Albert Bourla didn’t make the cut. The “Throw the Jew Down the Well” guy did. It didn’t occur to anyone at Genesis to consider Mikael Dolsten, Tal Zaks, or any of the Jewish scientists involved in fighting the pandemic, but Barbara Streisand was on the list.
Could there be a worse indictment of the misguided values of the Genesis Prize?
The Genesis Foundation claims that it has a vision of a “strong and vibrant Jewish people” that is “united in appreciation of Jewish values and support for the Jewish State.” And that’s a noble vision that it might best fulfill by fundamentally rethinking everything it’s done and is doing.
Either that or it can best help Jews and Israel by closing up shop and going away.
The Jewish organizational world already has no shortage of vapid organizations that exist just to give celebrities awards while funding the non-profit industry that incubates leftist activists. But the Genesis Foundation has become especially egregious because it repeatedly violates its own claim to be helping Israel and the Jewish people by rewarding some of the worst actors.
In both senses of the word.
The Genesis Prize is not fulfilling its mission of “inspiring Jews to connect to their heritage and to Israel”, instead it’s become a third-rate awards show for anti-Israel lefty celebs who have to be cut a million dollar check in the hopes of even getting them to show up.
The ‘laureates’ are supposed to embody a commitment to Jewish values and Israel. Can anyone explain how Anish Kapoor fit that bill? Maybe ISIS and Jeremy Corbyn can help.
The Genesis Prize was created to make American Jews more pro-Israel. Instead it’s become just another American ‘foundation’ funnelling cash to the organizations of the anti-Israel Left.
The Genesis Prize Committee lists only 5 members, two of them, including Elie Wiesel, are deceased. At the top is Morris Kahn, an Israeli billionaire and space pioneer, who has been funding much of Genesis, and Jill W. Smith, a “senior advisor to the chairman” whose bio boasts of helping fund Avodah which was created with seed funding from the UJA Federation.
The activists protesting Israel were routinely created by the infrastructure of federations.
If the Genesis Prize Foundation wants to exert a positive influence on American Jews, the first step is to stop funding the problem and start funding solutions. The alternative is to keep on writing big checks to lefty billionaires who will use them to create more anti-Israel activists.
And then Israel, America, and the world would be better off without the Genesis Prize.
11.
Biden Picks Soros BDS Activist as Asst Secretary for Human Rights
Her idea of human rights is cheering the destruction of Israel.
Daniel Greenfield, a Shillman Journalism Fellow at the Freedom Center, is an investigative journalist and writer focusing on the radical Left and Islamic terrorism.
When Airbnb began boycotting the homes of Jews living in those parts of Israel claimed by Islamic terrorists, the Jewish communities of the United States rallied against the dot com.
Sarah Margon however stood against the Jewish communities and with the Airbnb boycott.
“Airbnb to remove listings in Israeli settlements of occupied West Bank. Thanks @Airbnb for showing some good leadership here. Other companies should follow suit,” she tweeted.
“Airbnb is playing a role by supporting the settlement real estate infrastructure — they’re perpetuating an illegal activity,” Margon ranted. “There is no way for a company…to do business in the settlements without violating the laws of occupation.”
That’s the woman Biden picked as his Assistant Secretary of State for Democracy, Human Rights, and Labor.
“Yesterday @Airbnb agreed to stop renting in the Israeli-occupied settlements,” Margon argued. “Other companies should follow @Airbnb’s lead.”
BDS will now have a powerful ally within the Biden administration and the State Department.
Margon’s hatred for Israel was not surprising. The leftist extremist was heading up the Human Rights Watch office in Washington D.C. HRW has defended BDS and recently issued a report falsely accusing Israel of apartheid. Airbnb’s temporary surrender to BDS was an HRW project.
Sarah Margon was defending an HRW policy. HRW’s Deputy Director for the region had agreed in an interview that it was a crime for Jews to live anywhere in the West Bank. That same HRW official recently argued that the Biden administration should support the “right” to boycott Israel. Margon’s appointment would make that much more likely. So much for human rights.
Margon was active on social media “urging companies to pull out of the Israeli Settlements”, but her hatred for the Jewish State goes beyond an economic war of BDS in all its forms.
When Peter Beinart put out his infamous, “I No Longer Believe in a Jewish State” op-ed, Margon highlighted an excerpt calling for one state and the destruction of Israel.
“Peter Beinart on fire,” she cheered.
That’s Biden’s Assistant Secretary for Human Rights supporting the destruction of Israel.
Sarah Michelle Margon is one of a number of anti-Israel activists Biden picked including Maher Bitar, who was pictured dancing in a keffiyah in front of a banner reading, “Divest from Israel Apartheid” and is now Biden’s Senior Director for Intelligence on the National Security Council, and Hady Amr, who described being “inspired by the Palestinian intifada” and is now Biden’s point man on the conflict between Israel and the terrorists fighting to destroy the Jewish State.
Reema Dodin, Biden’s Deputy White House Legislative Director, had argued that, “suicide bombers were the last resort of a desperate people.”
Margon’s selection isn’t surprising for an administration that appears determined to put a few moderates out front while packing the policy ranks full of anti-American and anti-Israel extremists. At one point Matt Duss, an ally of Margon, Bernie’s foreign policy advisor, and one of the more infamously anti-Israel figures in the echo chamber, was under consideration.
While Margon may not be up there with Duss, whom she’s praised and promoted, her attacks on Israel and opposition to Jewish civil rights was consistent. When she wasn’t attacking Israel, she was attacking the idea of protecting Jewish students from her anti-Israel collaborators.
When President Trump signed Executive Order 13899 on Combating Anti-Semitism at colleges, Margon complained that it “ostensibly addresses antisemitism. But in reality it’s a bogus initiative geared to stifle free speech & go after those who might criticize Israel.”
Margon’s hatred and hostility for the Jewish state were relentless.
As Hamas supporters rioted at Israel’s border fence with the terrorist statelet, a New York Times puff piece celebrated one of the rioters who was “screaming ‘Allahu akbar!’ and hurling stones”.
Sarah Margon tweeted a link to it with the comment, “Extra important read when the new US SecState comes out of the gate noting Israel has a right to defend itself.”
When the Obama administration stood against Israel, she tweeted, “Vote affirms illegality of settlements, longstanding US policy. Thank you @POTUS.”
Margon repeatedly complained that the United States was providing Israel with military equipment and falsely accused it of “exploiting COVID-19 & using it as a pretext for repression.”
“Such brutality & injustice rarely so stark,” she tweeted about a piece smearing Israel over casualties in Gaza.
After HRW, Sarah Margon joined one of George Soros’ Open Society Foundations as its director of foreign policy advocacy. The OSFs fund BDS groups and Soros, its backer, has blamed antisemitism on Jews and the “pro-Israel lobby”. “If we change that direction, then anti-Semitism also will diminish,” the extremist anti-Israel billionaire has argued.
“Despite what Giuliani wants you to think, being Jewish is not decided by political preference or how you live your life or how much you support Israel,” Margon, who is of Jewish ancestry, had argued. But how you live your life does determine if you’re Jewish or not.
And part of that is opposing antisemitism and the murder of Jews.
A snapshot of Margon’s activism can be seen in her Twitter feed which shows her promoting attacks on Israel by HRW’s Abier Almasri who has defended terrorists. In one article promoted by Margon, Almasri described, “three military assaults Israel has launched during its armed conflicts with the Hamas-led Gaza authority since 2008”. Not Hamas terrorists: authority.
“Starting our day off right – visit to @RashidaTlaib,” Margon tweeted in 2019 about accompanying Almasri to the militantly anti-Israel and pro-terrorist House member.
Included in the tweet was Omar Shakir, an HRW BDS activist, on whose behalf Margon had campaigned when Israel told him to leave. “Where is the US on the ouster of my colleague @OmarSShakir from Israel? Virtually silent, just like on the Israeli security forces’ disproportionate attacks on Palestinians in Gaza,” Margon complained in 2018.
But it wasn’t just the Islamic Jihadis trying to murder Jews who animated Margon’s activism.
When President Trump took out the head of ISIS and said, “he died like a dog”, Margon whined about his “aggressive language” which “can easily be used to recruit & radicalize.”
“US is illegally transferring foreign ISIS suspects from Syria to Iraq, leading to botched trials & torture,” another tweet complained.
All of this will have severe consequences for American soldiers who have come under fire from Sarah Margon before.
When Air Force pilots bombed an Afghan hospital that Taliban fighters had been using, Margon wrote a letter to Obama’s Secretary of Defense on behalf of HRW demanding a “criminal investigation” and the “possible criminal liability of US personnel.”
Our men and women in uniform, like the Israelis, have to watch out.
The Biden administration is coming for them.
12.
Actual Racism in America is Negligible, So Lying Leftists Cry ‘RACISM!’ 24/7
You know you live in a post-racial society when EVERYTHING can be made out to be “racist.”
If America were “systemically racist” against blacks, there could not be black racists on TV making millions of dollars while telling us how “systemically racist” America is against blacks. They would be shunned, at best, and they would Never be welcome on every single mainstream platform available today.
Welcome to the Big Lie of “systemic racism” in America.
Here’s one of the ways that leftists keep the idea of racism in America alive: when a killer happens to be white, leftist statisticians often list it as a “white” killing, which is how they cook the numbers to try to make it seem as if “white supremacy” is a major threat. At the same time, they downplay the actual threats of leftist supremacy, black supremacy and Islamic supremacy. And part of why leftists play up the non-threat of “white supremacy” is to give black supremacists another excuse to “fight” against it, thus justifying their own racism and anything they do against “white supremacy,” including murder. (Check out a recent discussion I had on “The Bogeyman of White Supremacy”)
Also note that endless attacks by leftist terrorist groups, Antifa and BLM, aren’t listed as attacks by race or by ideology. And there’s no call to round them up as domestic terrorists, which is a designation that leftists reserve only for their non-terrorist political opponents. And when Muslims murder in the name of Islam — unless it’s too big and too obvious to cover up — it’s quickly listed as “not terrorism” and as “motive unknown.” This is how we get crooked rats on leftist outlets telling us, with as straight a face as they can maintain, that “white supremacism, right wing terrorism, is the greatest threat we face.”
I’m sick and tired of America being smeared as “racist” by leftists, but they clearly believe that if they were to simply accept the reality that we are indeed the post-racial country that we are, then their ability to divide us on race would be over, which could then cascade into crippling their ability to divide us on other immutable traits, and so their chance at defeating us from within would be staved off.
And so leftists continue to work 24/7 to keep their counterfeit “racism” alive by hook or by crook, all in the name of maintaining and acquiring power over America.
13.
ΒΡΩΜΙΑΡΑ ΚΑΙ ΛΑΜΟΓΙΟ με ανθελληνική προπαγάνδα… Ο καημένος ο «πρόσφυγας» καταδικάστηκε λέει σε 52 έτη φυλάκισης…
Βλέπεις την επικεφαλίδα του άρθρου στην Ιndependent και παθαίνεις σοκ : “Ελληνικό δικαστήριο καταδίκασε πρόσφυγα από τη Συρία σε 52 χρόνια φυλακή εξαιτίας παράνομου περάσματος από την Τουρκία”
Και όταν ανοίγεις το άρθρο και διαβάζεις καταλαβαίνεις τι λα@όγιο είναι αυτη η Chantal Da Silva που γράφει το άρθρο…
Διότι μέσα γράφει πως η καταδίκη είναι ΚΑΙ για “διευκόλυνση παράνομης εισόδου” και για “πρόκληση ναυαγίου”
Την οποία φυσικά ¨διευκόλυνση¨ ο λαθροδιακινητής φανταζόμαστε πως την έκανε για την ψυχή της μάνας του…
Αλλά είναι γνωστό πως το μήνυμα περνά από την επικεφαλίδα. Καθώςς δεν θα διαβάσουν περιεχόμενο του άρθρου
Ωραία δημοσιογραφία…
Ευρωπαϊκού επιπέδου….
Α ναι, το άρθρο το αναπαρήγαγε και η γνωστή ακτιβίστρια μουσουλμάνα εξ Αθηνών που προσεύχεται για το καλό του Ερντογάν…
Το άρθρο μπορείτε να το δείτε στην διεύθυνση :
https://www.independent.co.uk
—————✝️✝️✝️ΤΑ ΓΕΡΑ ΔΕΝΤΡΑ ΠΕΤΡΟΒΟΛΑΝΕ
Η Ομάδα «φίλοι εφημερίδας Στόχος» διεγράφη από το Facebook… Κάνε λάϊκ στη νέα ομάδα και προσκάλεσε τους Ελληνόψυχους φίλους σου https://www.facebook.com/groups/filoistoxou2 ✝️✝️✝️
14.
ΤΙ ΑΛΛΟ ΘΑ ΔΟΥΜΕ…!! Όμορφος και θαρραλέος ΜΙΤατζής δέρνει Έλληνες αστυνομικούς σε «τουρκικό χωριό» της… Κατερίνης!!! Νέο τουρκικό σήριαλ σε κρατικό κανάλι…
Η ΠΡΟΠΑΡΑΣΚΕΥΗ ΤΟΥ ΤΟΥΡΚΙΚΟΥ ΠΛΗΘΥΣΜΟΥ ΓΙΑ ΣΥΓΚΡΟΥΣΗ ΜΕ ΤΗΝ ΕΛΛΑΔΑ ΣΤΟ ΑΠΩΓΕΙΟ… ΤΟ ΔΕ ΣΕΝΑΡΙΟ ΤΟΥ ΣΗΡΙΑΛ ΜΕ ΞΕΚΑΘΑΡΟΥΣ ΣΥΜΒΟΛΙΣΜΟΥΣ..
Το σίριαλ “Υπηρεσία” που προβάλλεται στο κρατικό τηλεοπτικό κανάλι TRT1 ασχολείται με τα ¨κατορθώματα¨ της Τουρκικής Υπηρεσίας Πληροφοριών ΜΙΤ (και) στο εξωτερικό.
Στο τελευταίο επεισόδιο βλέπουμε δύο πράκτορες της ΜΙΤ οι οποίοι φυγαδεύουν κάποιον από την Ελλάδα προς την Τουρκία. Το αυτοκίνητο τους χαλάει κάπου κοντά στην Κατερίνη και κρύβονται σε ένα “τουρκικό” χωριό εκεί….
Εκεί αμέσως αναζητούν τον ιμάμη του χωριού, ο οποίος κάνει τα πάντα και τους βοηθά. Ο Έλληνας επικεφαλής του αστυνομικού τμήματος ονόματι “Δημήτρης”, προβάλλεται ως ένας ηλίθιος, άσχημος, σκληρός και άκαρδος άνθρωπος που καταπιέζει τους μουσουλμάνους διότι λέει “δεν άλλαξαν τα ονόματα τους”…
Στο 1:48:13 ο συλληφθείς ΜΙΤατζής το σκάει από το αστυνομικό τμήμα της Ελλάδας με ανατίναξη του τοίχου από έξω, ενώ αργότερα διαφεύγουν από το χωριό με ελαφρύ αεροσκάφος που κλέβουν και την ίδια ώρα οι Έλληνες αστυνομικοί από κάτω τους πυροβολούν χωρίς αποτέλεσμα…
Στο 48:32 και μετά ο ΜΙΤατζής δέρνει και 3 στελέχη της ΕΥΠ….
https://tourkikanea.gr
15.
ΠΡΟΣΟΧΗ στην ΠΡΟΒΟΚΑΤΣΙΑ… Με Εντολή Ερντογάν… Έρχεται στην Θράκη ο υφυπουργός Εξωτερικών της Τουρκίας Γιαβούζ Σελίμ Κιράν
Με εντολή Ταγίπ Ερντογάν στέλνει στη Θράκη τον υφυπουργό Εξωτερικών, Yavuz Selim Kiran. Σύμφωνα με πληροφορίες του Eleftherostypos.gr θα φτάσει αεροπορικώς στη Θεσσαλονίκη το μεσημέρι της Τετάρτης 5 Μαΐου, όπου θα τον υποδεχθεί ο πρέσβης της Τουρκίας στην Αθήνα, Burak Özügergin.
Μαζί θα αναχωρήσουν για τη Θράκη, με πρώτη προγραμματισμένη συνάντηση στην Κομοτηνή όπου θα δει τον ψευτομουφτή, παράγοντες της μειονότητας και θα επισκεφτεί το 1ο μειονοτικό δημοτικό σχολείο της πόλης. Θα διανυκτερεύσει στην πρωτεύουσα της Ροδόπης και την Πέμπτη 6 Μαΐου θα αναχωρήσει για τη Ξάνθη, όπου θα συναντηθεί με τον τοπικό ψευτομουφτή και θα επισκεφτεί το μειονοτικό Γυμνάσιο-Λύκειο της πόλης.
Στη συνέχεια, θα μεταβεί στο Διδυμότειχο όπου θα επισκεφτεί το ιστορικό τέμενος Βαγιαζήτ, το οποίο αναστυλώνεται μετά την καταστροφική πυρκαγιά του 2017 και θα αναχωρήσει οδικώς για την Τουρκία.
Σύμφωνα με εκτιμήσεις, η ξαφνική επίσκεψη του υφυπουργού Εξωτερικών, η οποία να σημειωθεί γίνεται πριν το μουσουλμανικό Μπαϊράμι (13 Μαϊου), έχει ως στόχο να τονώσει το πεσμένο ηθικό των παραγόντων της μειονότητας που είναι «πιόνια» του τουρκικού Προξενείου Κομοτηνής.
Επίσης αναμένεται να: ζητήσει την εφαρμογή από την Ελλάδα των αποφάσεων του Ευρωπαϊκού Δικαστηρίου Ανθρωπίνων Δικαιωμάτων για την αυτοαποκαλούμενη και παράνομη «Τουρκική» Ένωση Ξάνθης, αναδείξει τη μη συντήρηση και αναστήλωση οθωμανικών μνημείων από την Ελλάδα και τέλος απαιτήσει καλύτερες συνθήκες για τη μειονοτική εκπαίδευση και τη διεξαγωγή εκλογών Σχολικών Εφορειών.
Όπως είναι φυσικό, η Αθήνα θα παρακολουθήσει στενά την επίσκεψη, η οποία γίνεται σε περίοδο περιορισμών λόγω κορωνοϊού. Εκτιμάται ότι πραγματοποιείται για το… «Θεαθήναι» καθώς οι ειδικές συνθήκες της πανδημίας απαγορεύουν φαινόμενα μαζικής προσέλευσης στις συναντήσεις του υφυπουργού.
eleftherostypos.gr 30/4/2021
16. AΠΕΔΕΙΧΘΗ “ΛΙΡΑ 100” Η ΚΑ ΠτΔ! “ΚΑΤΩ ΤΑ ΧΕΡΙΑ” ΑΠΟ ΤΗΝ ΚΑ ΠΡΟΕΔΡΟ ΒΡΩΜΟΝΑΖΗΔΕΣ! ΑΚΟΥΣΕΣ ΧΙΕ ΒΡΩΜΟ “ΒΑΖΕΛΟ-ΝΑΖΙ-ΣΥΡΙΖΑ” ;
Η ΠτΔ δίπλα στις ΕΔ!
Μήνυμα αισιοδοξίας σε όλους τους Έλληνες, αλλά και μήνυμα στην Τουρκία από τη Λήμνο και τον Άγιο Ευστράτιο, όπου βρέθηκε ανήμερα του Πάσχα έστειλε η Πρόεδρος της Δημοκρατίας Κατερίνα Σακελλαροπούλου.
Η Ελλάδα «επιθυμεί ειρηνική συνεργασία και καλές σχέσεις με τους γείτονές της. Δεν απειλεί κανέναν, αλλά και δεν δέχεται απαράδεκτες διεκδικήσεις και απειλές από κανέναν», είπε χαρακτηριστικά προς κάθε κατεύθυνση η Πρόεδρος της Δημοκρατίας.
Αρχικά στο αεροδρόμιο της Λήμνου όπου προσγειώθηκε και όπου η έδρα των φρουρών του Αιγαίου, της 130ης Σμηναρχίας Μάχης της Πολεμικής Αεροπορίας, συναντήθηκε με ιπταμένους και τεχνικούς των αεροσκαφών τύπου F 16 που εδρεύουν εκεί και των ελικοπτέρων Super Puma που πραγματοποιούν έρευνες και διασώσεις στο Αιγαίο.
Η Πρόεδρος της Δημοκρατίας συνεχάρη και ευχήθηκε σε όλους, σημειώνοντας σε δήλωση της «το υψηλό αίσθημα ευθύνης, από το φρόνημα και την αποφασιστικότητα που διακατέχει τα πληρώματα επιφυλακής, ιπτάμενους και τεχνικούς, καθώς και το προσωπικό της 130ης Σμηναρχίας Μάχης, που βρίσκονται στην πρώτη γραμμή της υπεράσπισης της εθνικής μας κυριαρχίας».
Για την κ. Σακελλαροπούλου «είναι όλοι αυτοί που, αγνοώντας κούραση και προσωπικό κόστος, υπερασπίζονται την εδαφική ακεραιότητα της χώρας μας. Όλοι που, με πίστη, μαχητικότητα και συνέπεια, αποδεικνύουν ότι μπορούμε να υπερβούμε κάθε πρόκληση και κάθε κίνδυνο».
ΠΗΓΗ: https://www.dikastiko.gr
17.
Ο κόσμος αποθέωσε τις Πρωταθλήτριες Ευρώπης! (photos)
Τους άξιζε η αποθέωση και την έλαβαν! Περισσότερα από 300 άτομα βρέθηκαν αυθόρμητα στο Καραϊσκάκη, στις 2 τα ξημερώματα, για να υποδεχθούν την ομάδα πόλο Γυναικών του Θρύλου! Τα κορίτσια του Χάρη Παυλίδη είδαν ξανά τι σημαίνει ο κόσμος του Ολυμπιακού και πόση αγάπη έχει μέσα του, για τον Σύλλογο. Για το κόκκινο και το λευκό. Πόσο χαρούμενοι γίνονται οι οπαδοί του Θρύλου, με τις επιτυχίες του Συλλόγου και με τις κατακτήσεις των αθλητριών και αθλητών του Ολυμπιακού μας…
Η αποστολή του Ολυμπιακού αφίχθη στην Ελλάδα τα ξημερώματα (λίγο μετά τη μία τη νύχτα) και από το αεροδρόμιο «Ελ. Βενιζέλος» μετέβη με πούλμαν στο γήπεδο Καραϊσκάκη, ώστε να πάρουν οι παίκτριες τα αυτοκίνητά τους και να πάνε στα σπίτια τους…
Δείτε καρέ-καρέ την υποδοχή των κοριτσιών που θριάμβευσαν στη Βουδαπέστη, καθώς και όλης της αποστολής!