ΔΥΣΚΟΛΑ ΤΑ ΘΕΜΑΤΑ ΣΤΙΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΠΡΟΑΓΩΓΗΣ ΤΩΝ “ΑΓΓΕΛΩΝ”!..

Paralel yapı

Birçok kaynağa göre “Dünya imparatorluğu” ve “Yenidünya düzeni” gibi söylemleri ile dikkat çekmiş ve geniş tepki toplamış Amerikalı bankacı işadamı David Rockefeller’e ait olduğu söylenen ve Türkiye’yi de ilgilendiren bazı açıklamalar ortalarda dolanıyor.

Diğer bir kaynağa göre ise açıklamayı yapan Amerikan Medya imparatoru Rupert Murdoch. Murdoch, yemekli Troyka toplantısı sonunda Yale, Harvard, Princeton ve MIT üniversitelerinin yöneticileri ayrılınca David Rockefeller, Baron de Guy Rothschild ile üçünün özel bir odada baş başa kaldıklarını açıklıyor. Bu özel sohbetin tamamını veremeyeceğini ama ilginç bazı noktaları söyleyebileceğini belirtiyor. Ancak, bahsi geçen Baron Guy Rothschild’in Haziran 2007’de 98 yaşında iken Paris’te öldüğü dikkate alınırsa bu toplantının bu tarihten önce olması gerekir.

Neticede bazı basın organlarında da yer alan 10 sayfalık bu yazı, ne zaman, nerede ve kime söylenmiş belli değil. Yani kaynağı pek sağlam gözükmüyor. Biz yine de sizlere Türkiye’de 1950’li yıllardan beri var olan paralel yapıyı gösterdiğine ve gerçeklerle bağdaştığına inandığımız bazı bölümleri kısaltarak sunacağız:

DÜNYANIN EN ZENGİN AİLELERİNDEN

1915 doğumlu David Rockefeller, Rockefeller ailesinin kurucusu petrolcü John D.Rockefeller’in oğludur. Rockefeller ailesi 1955 yılında bankacılık sektörüne adım atmış, diğer bir bankacılık devi olan Rotschild ailesinin de desteğiyle ABD’nin mali piyasasında önemli söz sahibi olmuştur. Aile, 1904 yılında kurulan dünyanın dört yanında öğrencilere burs veren Rockefeller Vakfı’nın da sahibi olup, Türkiye’de bu bursla okuyan Bülent Ecevit ve Deniz Baykal gibi devlet adamları vardır.

David Rockefeller, ailesi adına CFR’ın “Council on Foreign Relations” onursal başkanıdır. CFR yani Türkçe olarak “Dış İlişkiler Konseyi” Birinci Dünya Savaşının hemen ertesinde yedi Yahudi bankerin finansal desteği ile kurulan ve amacı ABD dış politikası için fikir üretmek olan bir kuruluştur. Bazı Türk Devlet adamlarının da ziyaret ettiği CFR, Rockefeller’lerın maddi imkânlarıyla daha da büyümüş, en parlak beyinleri bünyesine toplamış ve Amerikan dış politikasının belirlenmesinde önemli bir kuruluş haline gelmiştir.

27 MAYIS 1960 DARBESİ, ADNAN MENDERES VE İDAMLAR

Yukarıda bahse konu anlatım şu şekilde; “Mesela Türkiye’yi ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bizim desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik. Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşmaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidardaki yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu. Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi.

1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI

“Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.”

BİNLERCE TÜRK GENCİ UYDURMA İDEOJİLER UĞRUNA CAN VERDİ

“En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, ‘Ordo Ab Chaos’ ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü. Ülkeye gönderilen provokatörler için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, her gün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenilecektir.”

ÖZAL, KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI

“Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal’dı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bâkir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç yatağına sürüklüyorlardı. Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin hemen hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda başlatılan bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlardı.”

TÜRKİYE’DE PARA İTİBAR GÖRDÜ, KAVRAMLAR UNUTULDU

“Bu arada, Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sisteme o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme hikâyesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.”

KÜRT DEVLETİ PROJESİ İÇİN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK

“Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki, Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, “biz ülke monarşizme dönüyor” diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya mal oldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için *** denilen bir örgüt yaratıldı. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimizi geri çevirecek durumda değil. Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakârlık etmek zorunda kalacak.”

DİĞER BAŞLIKLAR

Çok uzun olan yazı aşağıdaki başlıklarla devam ediyor.

  • “Kraliçe ve kiliseyi gözden düşürdük,
  • Kennedy ve Marilyn Monroe neden öldüler,
  • Amaç, dünyada tek devlet, tek din,
  • Vatandaş devleti tanrı gibi görmeli ve kendini feda edebilmeli,
  • Seçimler, tamamen bir aldatmaca… Amaç; yenidünya düzeni,
  • Kapitalizm-komünizm-sosyalizm… Fark etmez, hepsi bizim eserimiz,
  • Medya ve sinema endüstrisinin rolü çok önemli,
  • Nükleer savaş tehdidi en büyük blöftü,
  • Gerektiğinde çeşitli ülkelerde provokasyonlar çıkardık,
  • Atatürk yüzünden, planlarımızı yarım yüzyıl ertelemek zorunda kaldık,
  • Türkiye bizim için çok önemli… Su kaynaklarının önemli bir kısmı burada,
  • En önemlisi, Türkler medeniyetin beşiğidir ve kökenleri Sümerlere kadar dayanır,
  • Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik, bu mirasa el koymalıydık,
  • Osmanlı’yı yıkmak zor olmadı,
  • Hitler, bizim tarafımızdan getirildi, çünkü buradaki Yahudiler, İsrail devletini kurmaya yardımcı olmadılar,
  • Atom bombası, Yahudilerin yaşadığı Almanya’ya atılamazdı, bu nedenle Japonya kışkırtıldı ve oraya atıldı,
  • İsrail Devleti, Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteği ile kuruldu,
  • Sovyetler Birliği’ne yeteri kadar ülke tahsis edilmiş, mali destek verilmişti,
  • Çin, henüz kontrol edemediğimiz bir ülke ama ABD ekonomisine katkısı büyük,
  • Vietnam, Kore, Kamboçya, Tayland, Endonezya, Afganistan, İran-Irak ve Yugoslavya’daki savaş, işgal ve bölünmeler savaş sanayisinin deneme ve gelişmesine yaradı,
  • Zaire, Çad, Yemen, Guatemala, Şili, Brezilya, Dominik, Somali, Panama, El Salvador, Bolivya, Ekvator, Peru, Uruguay, Angola’daki savaşlar ve darbeler bizim planlarımızdı,
  • Bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutuyoruz, aksi halde terör olaylarını devreye sokuyoruz,
  • Dünyada hiçbir yerde mafya ve kaçakçılık olayları bizim iznimiz olmadan yapılamaz,
  • Neden Kuzey Amerika ve Batı Avrupa varlıklı bir yaşam sürer? Dünyada 5 milyar insan, bizim 1 milyar insanımız için çalışır.”

SONUÇ

Evet, bu açıklamaların bazısı abartılı, bazısı da mantık dışı görülüyor. Aklı başında olan bir kimsenin böyle bir açıklama yapacağına da inanmıyorum. Ancak;

1.ABD’nin 1950’li yıllardan beri içimizde olduğu ve bütün kılcal damarlarımıza kadar girdiği bir gerçek. Yani “Paralel Yapı” veya “Paralel Devlet” yeni değil. Bu durumdan zamanın Başbakanı İsmet İnönü dahi açık bir şekilde yakınmıştır…

2.Yukarıdaki anlatımda belirtildiği gibi Amerikalı dostlarımızın “darbe” hareketlerinde rol aldığı da, yeni bir bilgi değildir. Ülkenin güvenliğini sağlamak, işbirliğini aşan yapılanmaları tespit edip çıkartmak öncelikle Türkiye’yi yönetenlerin görevidir.

3.ABD ile sağlıklı bir ittifak ve işbirliği her zaman Türkiye’nin yararınadır. Süper bir güç olmadıkça, gücünü ve gerçeği aşan meydan okumalar, gökdelene yumruk atmaya benzer. Belki milli duygularımıza bir süre hoş gelebilir ama sonunda Kaddafi’nin Libya’sına, Saddam’ın Irak’ına, Muhammed Mursi’nin Mısır’ına döneriz.

4.Bir yıl öncesine kadar iftihar ettiğimiz Türkiye’mizde manzara, endişe verici ve çirkin görüntü vermektedir. Durum ülke düşmanlarına fırsat yaratacak, provokasyona açık, halkı birbirine düşürecek haldedir. Çocuk kandırır gibi öne sürülen iddialar ve savunmalar faydasızdır, ters etki yaratmaktadır. Tepkili ve kin dolu topluluklar gittikçe genişlemektedir. Seçim çekişmesi neredeyse bir savaş haline dönmüştür. Ekonomi olaylardan etkilenmektedir.

Olumsuzluklar çok fazladır. Yöneticilerin süratle tedbir almalarını ve milli bütünlüğümüzü sağlamalarını içtenlikle temenni ediyor, ülkemize iyilikler diliyorum.

————————————————————————————————————————
Örtülü operasyonla

Mahir Kaynak ağabeyimiz bir kitap yazmış. İsmi “Örtülü Operasyonlar” Kitabın açıklamasında da şöyle diyor:

“Bireysel vatan kurtarma eylemleri devletin yeterli olmadığı, bu duruma seyirci kalınamayacağı ve herkesin üstüne düşen görevi yapması gerektiği tezine dayanıyor. Bu durumda bazı kurallar koymak gerekiyor ve önerilerimi sıralıyorum:

Ülkenin güvenliğini sağlamak devletin görevidir. Bu konuda bir eksiklik gören devletin yerine geçmek ya da geçme iddiasında bulunanlarla birlikte olmak yerine devleti güçlendirmelidir. Devlet kural koyar ve bunlara uyar. Kuralsız davranan her kurum, adı devlet de olsa, çeteye dönüşür.

Örtülü operasyonlar, yani hukuka aykırı eylemler istisnadır. Bunu bir kural hâline getirmek devlet vasfını kaybetmek anlamına gelir. Ayrıca bu gibi eylemlerin sınırları, kimlerin yetkili olduğu kurallarla belirlenmelidir ve bu yola başvurmamak için büyük özen gösterilmelidir. Eğer bir ülke devletin dışında kurtarıcılara muhtaç hâle gelmişse zaten kurtarılacak bir şey kalmamış demektir.”

İstihbari Terimler

İstihbarat servislerince kullanılan Amerikan kökenli bazı terimler vardır. Bunlar istihbari faaliyetin niteliğini de gösterirler. Mahir Ağabey’in kitabında yer alan “Örtülü Operasyonlar” nedir, bir göz atalım.

Örtülü Operasyonlar

Örtülü Faaliyet Operasyonları (İngilizce: Covert Action Operations veya CoveOps, covert ops) kısaca “Örtülü Operasyonlar” olarak da bilinen bu faaliyetler esas organizatörü gizlemek ve gerektiğinde onun ilişkisini ve sorumluluğunu reddetmek imkânı yaratmak amacıyla planlanan ve uygulanan operasyonlardır. Bu operasyonlar, organizatör istihbarat teşkilatının hedef ülkedeki resmi temsilcilikleri tarafından yapılanlara ilaveten ve onları tamamlamak üzere siyasi, ekonomik ve para-militer sahalarda ve organizatör ülkenin milli politikasını o ülkede daha köklü uygulayabilmek amacıyla tatbik edilirler. Bu operasyonlarda organizatörün kimliğini gizlemek için gizli faaliyet teknikleri uygulanır. Örtülü operasyonlar genelde gözle görülür bir sonuç elde etmek maksadıyla uygulandıklarından, diğer gizli faaliyet operasyonlarından ayrı mütalaa edilirler.

Gizli (Saklı) Operasyon

Diğer bir istihbari faaliyet terimi ise İngilizce “Clandestine Operation” denilen Gizli (veya Saklı), halk tarafından fark edilmeyecek (anlaşılmayacak) şekilde istihbarat veya askeri birimlerce yürütülen operasyondur. Gizli (Saklı) operasyonu ‘Örtülü Operasyon’dan ayıran husus, örtülü operasyondaki gibi arkasındaki gücü, esas organizatörü saklamak değil, doğrudan operasyonun kendisini saklamaktır.

Özel bir faaliyette hem örtülü, hem de saklı operasyon kullanılabilir.

Bu operasyonlarla bağlantılı olarak organize suç, dini ve politik gruplar için kullanılan “Cephe Organizasyonu” (Front Organisation) ve başka bir devlet için cephe organizasyonu görevi yapan “Kukla Devlet” (Puppet State) gibi terimler de kullanılmaktadır.

Bizim, son günlerde ortaya çıkan “Paralel Devlet” terimine benziyor değil mi?

Son Günlerde Yaşadıklarımız Nedir?

Kişisel değerlendirmem, son günlerde yaşadıklarımız, görüntü öyle olsa da bir “Cemaat Operasyonu” değil, bir “Devlet İstihbaratı” operasyonudur. Bu operasyonda rol alan bazı kişilerin operasyonun karakteri gereği esas yöneticiyi ve kime ve niçin hizmet ettiklerini bilmemeleri doğaldır. Teşhis doğru konulmalıdır.

Operasyonlar Neyi Hedeflemektedir?

Operasyonun hedefi Başbakan R. Tayyip Erdoğan ve yakın çevresidir. Muhtemelen bir zamanlar çok sempati ile baktıkları başbakanı artık ilişkileri ve düşünceleri açısından batı dünyası için sakıncalı ve tehlikeli bulmaktadırlar. Bu nedenle yıpratıcı faaliyetlerin artarak devam edeceği zannedilmektedir. Ancak olanlar Türkiye’nin bütünlüğüne, devlet yapısına, ekonomi ve istikrarına büyük zarar vermiştir, böyle devam ederse vermeye de devam edecektir…

Paris’te infaz, Ömer Güney ve MİT

FRANSA’NIN BAŞKENTİ PARİS’TE 9 OCAK’TA PKK KURUCULARINDAN SAKİNE CANSIZ, KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ (KNK) PARİS TEMSİLCİSİ FİDAN DOĞAN VE PKK GENÇLİK HAREKETİ ÜYESİ LEYLA SAYLEMEZ KÜRDİSTAN ENFORMASYON BÜROSU’NDA BAŞLARINDAN VURULMUŞ HALDE BULUNDULAR.

POLİS KÜRDİSTAN ENFORMASYON BÜROSU’NDAN EN SON ÇIKAN TÜRK ASILLI 1982 SİVAS ŞARKIŞLA DOĞUMLU, TÜRKİYE’DE HERHANGİ BİR SABIKA KAYDI OLMAYAN ÖMER GÜNEY’İ 3 PKK’LI KADINA DÜZENLENEN SUİKASTIN ZANLISI OLARAK TUTUKLADI.

ÜÇ PKK’LIYA İNFAZ

Fransa’nın başkenti Paris’te 9 Ocak’ta PKK kurucularından Sakine Cansız (Sara kod, 55), Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Paris Temsilcisi Fidan Doğan ( Rojbin kod, 32) ve PKK Gençlik Hareketi Üyesi Leyla Söylemez (Ronahi kod, 30), Kürdistan Enformasyon Bürosu’nda başlarından vurulmuş halde bulundular.

Polis, Kürdistan Enformasyon Bürosu’ndan en son çıkan Türk asıllı 1982 Sivas Sarkışla doğumlu, Türkiye’de herhangi bir sabıka kaydı olmayan Ömer Güney’i 3 PKK’lı kadına düzenlenen suikastın zanlısı olarak tutukladı.

ÖMER GÜNEY

Paris terörle mücadele ekipleri tarafından gözaltına alınan ve 96 saat boyunca sorgulanan suikast zanlısı Ömer Güney’in evinden 4-5 tane cep telefonu çıktı, cinayet sonrası, polis olayın işlendiği Kürdistan Enformasyon Bürosu’nda çalışma yaptığı sırada dışarıda çalışmaları izlerken görüntüleri yayınlandı. Güney’in Ağustos ayında Türkiye’ye 8 günlük bir ziyarette bulunduğu tespit edildi. Fransa savcılığından çok net bir açıklama gelmese de Ömer Güney ile ilgili her gün yeni bilgiler ve ayrıntılar bir bir ortaya çıkıyor.

OSLO GÖRÜŞMELERİ SIZDIĞINDA GELDİ

NTV; Güney, son ziyaretini Oslo görüşmelerinin medyaya sızdırıldığı 22 Ağustos 2012’de yaptığını belirtmiş, İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan ülkeye giriş yapan Güney, aktarmalı bir uçakla aynı gün Ankara’ya hareket ettiğini bildirmişti. Güney’in Ankara’da olduğu dönemde, 24 Ağustos tarihinde Gölbaşı’na giderek, pasaportunu yeni çipli pasaportla değiştirdiği söylendi.

KİMLERLE GÖRÜŞTÜĞÜ ARAŞTIRILIYOR

Basında; Ömer Güney’in bu seyahatte Ankara’da bulunan yakınlarıyla görüşmediği belirtilerek, Güney’in Başkent’te nerede kaldığı ve kimlerle görüştüğünün araştırıldığı ifade edildi. Ömer Güney, 30 Ağustos tarihinde aynı yolla İstanbul’dan Paris’e döndü.

HALEN TUTUKLU

Fransa’nın başkenti Paris’te, PKK’lı Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’i öldürdüğü iddia edilen Ömer Güney halen tutuklu bulunuyor. Son günlerde ortaya atılan iddialara kadar Ömer Güney’le ilgili pek fazla bir gelişme olmadı.

PKK VE SAKİNE CANSIZ

1958, Tunceli doğumlu Sakine Cansız, örgüt içinde “Sara” kod adıyla bilinen, PKK’nın başlıca kurucu kadın üyesiydi. Politik aktivist ve feminist bir yapıda olan Cansız, kurucu olup da örgütte 2013’e kadar faaliyet gösteren ve yaşayan beş kişiden biri ve tek kadındı.

EVDEN KAÇIP ÖCALAN’IN YANINA

Zaza nüfusun yoğunlukta olduğu Tunceli’de Alevi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1970’li yıllarda, gençlik döneminde ailesi tarafından onaylanmayan devrimci faaliyetlerde bulunmaya başladı. Abdullah Öcalan ile tanışmak için Ankara’ya kaçtı ve yakın bir şekilde birlikte çalışmaya başladılar. Cansız, verdiği bir röportajında, “Bir anlamda ailemi terk ettim. Baskıyı kabul etmeyip devrimde ısrar ettim. İşte evden ayrılmam ve Ankara’ya gitmem böyle oldu. Tabi gizli olarak.” sözleri ile açıkladı.

FİS’TE PKK’YI KURUYORLAR

1978 yılında Diyarbakır’ın Lice İlçesi Fis Köyü’nde PKK’yı kuran kurucular arasında yer aldı. PKK’nın Elazığ ve Bingöl çalışmalarını sürdürdü. 12 Eylül Darbesi’nde gözaltına alındı ve tutuklanarak yirmi yıl hapse mahküm oldu. Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde hapis yatan Sakine Cansız, 1991 yılında cezaevinden çıktıktan sonra yeniden PKK’ya katıldı. Lübnan’a Bekaa Vadisi’ne gitti. PKK’nın kadın örgütlenmesinden sorumlu oldu. Murat Karayılan tarafından örgütün Almanya sorumlusu olarak atandı, Fransa ve Almanya’da faaliyetlerde bulundu. Cansız, Interpol tarafından kırmızı bültenle aranmaktaydı, 20 Mart 2007’de Fransa’da gözaltına alınan Cansız, Almanya Dammtor Cezaevi’nde 40 gün tutuklu kaldı, bu süre içinde Türkiye, iade dosyasını ulaştırmasına rağmen, Alman mahkemeleri tarafından serbest bırakıldı.

ÖMER GÜNEY’İN SES BANTI

Senelerce içinde şeref duyarak hizmet ettiğimiz milli teşkilatımızın işleyişini, yönetilişini izlemeyi bir nevi görev sayanlardanım. İki gün önce Ömer Güney’in MİT’le ilişkilendiren ses bantı çıkınca ihtiyatla karşılamakla birlikte, son günlerde o kadar akıl almaz işler üst üste geldiği için “gene bir rezalet çıkabilir” diye düşündüm ve canım sıkıldı. Bantı dinledim, konuşmalar beni pek tatmin etmedi.

Teknik konulara meraklı olduğumdan, zamanımızda internetle birlikte gelişen dijital tekniklerle çok rahat sahte belge, ses bantı, montaj resim yapmanın mümkün olduğunu iyi bilenlerdeyim. Akıllı telefonlarda, sizi yaşlandıran, komik hale sokan, resminize sakal-bıyık koyan hazır programlar dahi var. Bazen yakın arkadaşlarla birbirimize şaka bile yapıyoruz.

Ses bantını tatminkâr bulmamakla birlikte yine de açık kapı bıraktım. Kafamda sorular vardı. “Ömer Güney yakınına böyle bir şey vereceğine bunu Fransız resmi makamlarına anlatabilir, bantı onlara verirdi” diye düşündüm. Şimdiye kadar cinayeti reddettiği söylenen Güney’in bu açıklama ile sıkıntıya düşebileceği de aklıma geldi. Acaba nasıl bir tepki verir diye düşündüm. Tersine bu konuşmayı doğrularsa teşkilat ne yapar diye de düşündüm. Teşkilat içinde yönetimle ters düşen kişiler olabileceğini, hatta birilerinin kendilerini teşkilat mensubu olarak tanıtıp Ömer Güney’e görev vermiş olabileceği dahi aklıma geldi.

Velhasıl gece yattığımda bile acabalar devam etti?

Ertesi günü yukarıdaki “Arz Notu” ortaya çıkınca “Eyvah, şimdi oyun bitti” diye düşündüm. Yazı kalıbı çok aşina olduğum bir kalıptı. Ancak okudukça hatalar olduğunu gördüm.

  1. Yazı dış makamlara yollanan ve çoğaltıldığında küçük kare lekeler (filigram) bırakan kağıda yazılmıştı. İç yazışmalarda bu tip kağıtlar kullanılmıyordu. (Dikkatle bakılırsa Küçük kare lekeler gözüküyor.)
  2. Bu gerçek bir operasyonel faaliyet olsa idi ismi olur, konu kısmına “Sara Kod Sakine Cansız” yerine operasyonun ismi yazılırdı. Yani operasyonun hedefi belli edilmezdi.
  3. “Lejyoner” adı verdikleri elemanın e-posta ile bilgi yolladığı belirtilmiş. Bu da teşkilatın çalışma metotlarına uymuyor.
  4. Yine hiçbir operasyonel faaliyette açıkça saldırı, sabotaj, suikast kelimeleri kullanıldığını hatırlamıyorum. Genelde “pasifize etme”, “enterne etme” gibi terimler kullanılır.
  5. Ayrıca PKK ile en şiddetli çatıştığımız zamanlarda dahi tek bir kadını bile hedef aldığımızı hatırlamıyorum. Zaten teşkilatın genel prensibi insanları yok etmek değil, kazanmaktır.
  6. Bu arz notunu ilk imza ona ait olduğuna göre Şube Müdürü O. YÜRET yazmıştır. Böyle bir kişi var mıdır bilmiyorum. Esasında Şube Müdürü’nün altında bir operasyon sorumlusu personel olması gerekir.
  7. Yazıda Daire Başkanı’nın parafı ve görüşü yoktur. Ayrıca el yazılı notta, Başkan Yardımcısının elemana (Lejyoner) talimat verilmesine gerek yoktur dediği şerhi yer almış. Bu da anlaşılmaz ve tuhaf bir emir. Yani elemana ya şunu-bunu yap, denilir, ya da bu işlerden uzak dursun, istihbari faaliyet göstersin denilir.
  8. MİT Merkezi bir teşkilattır. Hiçbir Başkan Yardımcısı planlı bir faaliyeti kesemez. Ancak görüşünü belirtir. Kararları Müsteşar verir.

Bu bakımdan, bu yazının orijinal bir yazı olmadığını düşünüyor ve başarısız bir sahte belge olarak niteliyorum.

ÜÇ FACEBOOK HESABI

İngilizce “The Murder Mystery of the Assassination of Sakine Cansiz” (Sakine Cansız Suikastının Cinayet Esrarı) başlıklı, 5 bölüm, 34 sayfalık bir inceleme yazısında ilginç değerlendirmeler yer alıyor.

Yazıda Ömer Güney 3 ayrı Facebook hesabı açtığından bahsediliyor. Ömer Güney’in;

1.nci FaceBook sayfası: “facebook.com/okyay.gunay.3”. 12 Haziran 2010’da açılmış. Görünen ismi: “Omerr Günayy”, Paris’te yaşadığı ve CDG’de çalıştığı bilgileri yer almış. Ömer Güney’in resimlerindeki belirgin özelliği sol yanağındaki beni.

Bu hesabında en dikkat çeken yön kuzeni olarak belirtilen “Polis arabasında otururken görülen ve polis hüviyeti gösteren “58 Gökhan SiS” isimli kişiye ait resim. Bu resim 24 Ocak 2013’te yüklenmiş, 26 Ocak 2013’te silinmiş, 29 Ocak 2013’te tekrar konulmuş, 1 Şubat 2013’te tekrar silinmiş. Yani bu işlemler Ömer Güney tutuklu iken yapılmış. İlginç bir durum.

2.nci FaceBook sayfası: facebook.com/okyay.gunay. 07 Mart 2011’de açılmış. Görünen ismi Okyay Guney. Bayern, Almanya’da yaşadığı yer almış. İşi belli değil. Ancak resimlerde Ömer Güney’in işyerinde çekilmiş mavi tulumlu resimleri var. Ömer Güney ağır metallerde yiv açan 410H II isimli aletin başında görülüyor. Bu husus 3.ncü FaceBook sayfasındaki bilgilerle uyumlu.

3.ncü FaceBook sayfası: facebook.com/omer.guney.9028. 2009 tarihli. Görünen ismi: “Okyay Guney”. Sivas’ın 380km doğusundaki Erzurum’dan olduğunu belirtmiş. Çorlu’da oturduğu, Çorlu Lisesinde okuduğu, Afyon Kocatepe Üniverstesinde “Metal” öğrenimi gördüğü kayıtlı. Profilinde üzerinde “1923 Türk Grup” yazılı Türk Bayrağı var, kendi resmi yok. Güney sayfaya 2009 ila 29 Ocak 2013 arası sadece 3 resim koymuş. Sayfada arkadaşları ve aynı soyadı taşıyan akrabalarının resimleri var. Ömer Güneyin “Metal” konusunda eğitim görmüş olması 2.nci FaceBook sayfasındaki işyeri ile uyumlu. Ömer Güney’in yüklediği resimlerin biri dikkat çekici. Yerde yatan bir ceset, asker şahıslar ve askeri bir cip görülüyor.

Bu konuda şimdilik yazabileceğimiz şeyler bu kadar. Umarım değerlendirmeler doğru çıkar. Her hâlükârda bu konudaki gelişmeleri takip etmeye devam edeceğiz…

Twitter’da takip edin: http://www.twitter.com/mehmeteymur1

Hakan Fidan ve gizli nükleer bilim savaşı

Wall Street Journal ve Washington Post gazetelerindeki yazılardan sonra MİT Müsteşarı Hakan Fidan Türkiye’de gündemin ön sıralarına yükseldi.

Bu iki yazıda yer alan iddialarla ilgili inceleme ve yorumları başka bir zamana bırakarak, bu gün “İsrail’in istihbarat sırlarını İran’a sızdırmakla suçlanan” MİT Müsteşarı Hakan Fidan hakkında kısa bir bilgi verecek, sonra iddiaların kökünü teşkil eden ABD, İsrail ve İran arasındaki “nükleer araştırmalar” konusundaki gizli istihbarat savaşına değineceğiz.

HAKAN FİDAN KİMDİR

1968 Ankara doğumlu Hakan Fidan en genç Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı. 1986’dan 2001’e kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nde astsubay olarak görev alan Fidan Almanya’daki NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu Karargâhı’nda da çalıştı.

Mecburi hizmetinden sonra askerliği kendi isteğiyle bırakan Fidan, 2001’den itibaren iki yıl Ankara’daki Avustralya Büyükelçiliği’nde Kıdemli Siyasi ve Ekonomik Danışman olarak görevi yaptı. 2003’te Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi (TİKA) Başkanlığına atandı.

Amerika’da Maryland Üniversite’sinde Yönetim ve Siyaset Bilimi alanında lisans dereceleri aldı. Bilkent Üniversitesi’nde “Dış Politikada İstihbaratın Yeri” isimli tez ile master, 2006’da da “Doğrulama” başlıklı tez ile doktora yaptı. Viyana’da Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nda, Cenevre’de Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Enstitüsü’nde ve Londra’da Verification Technologies Research Center’da akademik çalışmalarını sürdürdü. Hacettepe ve Bilkent üniversitelerinde akademisyenlik yaptı.

14 Kasım 2007’de Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı görevine gelen Fidan, 2008 Kasım ayında Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Yönetim Kurulu üyeliğine atandı. 8 Mart 2008’de de Uluslararası Ahmet Yesevi Üniversitesi mütevelli heyeti üyesi oldu.

17 Nisan 2009’da Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşar Yardımcılığına getirildi. Emre Taner’in görev süresinin dolmasının ardından, 25 Mayıs 2010 tarihinde MİT Müsteşarı görevine atandı. MİT Müsteşarı koltuğuna oturduktan yaklaşık üç ay sonra Ağustos 2010’da dönemin İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, Hakan Fidan’ı İran yanlısı olmakla suçladı ve Tahran’ın İsrail sırlarına ulaşmasından endişe duyduğunu dile getirdi.

Şubat 2011’de Ahmet Yesevi Üniversitesi mütevelli heyeti üyeliğinden istifa etti. Eylül 2011’de MİT Müsteşar Yardımcısı olduğu dönemde (2009 ve 2010’da) diğer yardımcı Afet Güneş ile birlikte Oslo’da PKK liderleriyle görüşmelerine ilişkin ses kaydı basına sızdı. 7 Şubat 2012 tarihinde Özel Yetkili Başsavcı Sadrettin Sarıkaya tarafından, KCK operasyonu kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldı. Bu çağrı, süratle çıkarılan “MİT mensupları veya görevlendirilen bazı kamu görevlileri hakkındaki ceza soruşturmalarında Başbakanın izni şartını yeniden düzenleyen 6278 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la” önlendi.

Hakan Fidan, bir yandan, bünyesinde pırıl-pırıl, görev aşkıyla çalışan, devletine bağlı fedakâr kişilerin yanı sıra, nereye hizmet ettiği belli olmayan, türlü hizipler içinde bulunan bazı kişilerin de yer aldığı, gizli makam çekişmelerinin, entrikaların kıyasıya yürütüldüğü bir kapalı kutuyu, yani MİT’i keşfetmeye çalışırken, içeride adalet, dışarıda da istihbarat alanında önemli mevkilerce ağır iddialara muhatap oldu. Teşkilat olumsuzluklardan tamamen arındı mı, dünya çapında operasyonlar yürüten büyük istihbarat teşkilatları ile çekişecek duruma geldi mi bilmiyorum. Ancak, muhatapların hafife alınmasını ve “milli olduk”, “bağımsız olduk” söylemleriyle olayın sulandırılmasını ciddi bir yöntem olarak görmüyorum.

MİT Müsteşarı’na yönelik saldırıların hedefinin büyük ölçüde doğrudan bağlı bulunduğu makama, yani Başbakana olduğunu değerlendirmeme rağmen, Müsteşar Fidan’ın istihbarat hayatının hayli zor ve sıkıntılı geçeceği, kendisine yönelik suçlamaların artacağı düşüncesindeyim. Müsteşar Fidan’ın işi zor, yolu engebeli gözüküyor.

Şimdi İran, ABD ve İsrail’in başrolde olduğu “nükleer araştırmalar” alanındaki gizli ve kanlı savaşlara bir göz atalım.

Türkiye İsrail istihbarat servisleri için son derecede önemli bir operasyonel sahadır. İsrail, İran-Irak-Suriye ve diğer Arap ülkelerine yönelik gizli faaliyetlerde çoğunlukla ajanları ile temaslarını ve onların basit eğitimlerini güvenli buldukları Türkiye’de yapmayı tercih ederler. Geçmişte iyi münasebetler ve işbirliği içinde olduğumuz dönemde, kapsamlı eğitim için İsrail’e götürdükleri elemanlar için Türkiye’den çıkış ve dönüşte kayıtlara girmemesi ve pasaporta işlenmemesi için Teşkilatın yardımını talep ederlerdi. Türkiye’nin bu önemi sadece İsrail istihbaratı için değil, başta dost ülkeler dahil olmak üzere birçok ülke için geçerlidir. Takip eden yazılarda bunun izlerini göreceksiniz.

2007.01.16 – NÜKLEER FİZİKÇİ ARDEŞİR HÜSEYİNPUR

İran’ın yürüttüğü nükleer programla bağlantılı ölümler, Ocak 2007’de başladı. İsfahan Nükleer Teknoloji merkezinde İran nükleer programı için çalışmalar yürüten Nükleer Fizikçi Ardeşir Hüseyinpur, 16 Ocak 2007’de ölü bulundu. Ölümü altı gün sonra açıklanan Hüseyinpur’un, doğalgaz sızıntısından dolayı hayatını kaybettiği belirtildi. Küresel istihbarat kurumu Stratfor, bir ay sonra yayımladığı raporda Hüseyinpur’un, Mossad’ın hedefi olduğunu ve “radyoaktif zehirlenme” nedeniyle öldüğünü öne sürdü. İran Atom Enerjisi Kurumu ise suikast iddialarını yalanladı.

2007.02.07 – SAVUNMA BAKAN YARDIMCISI ALİ RIZA ASGARİ

İran’ın nükleer sırlarına sahip olduğu belirtilen eski Savunma Bakanı Yardımcısı Ali Rıza Asgari 2007 yılında Türkiye’de bulunduğu sırada kayboldu. Aralık 2010’da İran’ın üst düzey bir komutanı, 2007’de Türkiye’de esrarengiz biçimde ortadan kaybolan İran Savunma eski Bakan Yardımcısı Alirıza Asgari’nin MOSSAD tarafından Türkiye’deki bir Amerikan üssü üzerinden İsrail’e kaçırıldığı yönünde ellerinde kanıtların bulunduğunu söyledi. Aralık 2010’da İsrailli Ynet sitesi İsrail’in Ayalon cezaevinde tecritteki bir tutuklunun intihar ettiğini yazdı. Haber kısa süre sonra sitelerden kaldırıldı. Eurasia Review sitesi de, İsrail Savunma Bakanlığı’ndan bir kaynağa dayanarak söz konusu tutuklunun Asgari olduğunu ve öldürülmüş olabileceğini iddia etti. İran basını, söz konusu haber üzerine İran’ın BM ve Uluslararası Kızılhaç Örgütü’ne Asgari’nin başına gelenlerinin belirlenmesine yardımcı olmaları için çağrıda bulunduğunu ancak bütün çabalara rağmen İran eski Savunma Bakan Yardımcısı’nın kaderi konusunda yeni bilgilerin elde edilemediğini belirtiyor.

2007.11.30 – İSPARTA’DA DÜŞEN ATLASJET UÇAĞI

Halen serbest gazetecilik yapan Amerikalı eski istihbarat görevlisi Wayne Madsen, 30 Kasım 2007 günü İstanbul’dan 50 yolcu ve 7 mürettebat ile Isparta’ya giden Atlasjet uçağının inişten önce havada patlayarak parçalara ayrıldığını ifade ederek, iyi hava koşullarında uçağın bu şekilde parçalanmasına dikkat çekti.

Kimsenin sağ kurtulamadığı uçakta, önde gelen nükleer bilimci Engin Arık ile Araştırma Görevlisi Özgen Berkol Doğan, Yüksek Lisans Öğrencisi Engin Abat ile Doğuş Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Birimi Başkanı Prof. Dr. Şenel Fatma Boydağ, Doç. Dr. İskender Hikmet ve Araştırma Görevlisi Mustafa Fidan’ın yer aldığına dikkat çekti. Halen serbest gazetecilik yapan Amerikalı eski istihbarat görevlisi Wayne Madsen, uçağın ana parçalarının rahatça birbirinden ayrıldığını ve Vali Şemsettin Uzun’un “Böyle bir uçak kazası görmedim” dediğini aktardı. Madsen, kurtarma ekiplerinin uçağa sorunsuz girerek bazı çantaları rahatça aldıklarını öğrendiğini belirtti. Arık ve nükleer bilimciler Isparta’da bilimsel bir konferansa gidiyordu. Arık ayrıca, Türkiye’de çok önemli rezervleri bulunan toryum madeninin enerji sorununa temiz ve ekonomik bir çözüm olabileceği ve olması gerektiği yönündeki görüşleri ve çalışmalarıyla tanınıyordu. ABD’li eski istihbaratçı Wayne Matson, bu kazaların ve tüm nükleercilerin ölümünün ardında İsrail gizli servisi MOSSAD’ın olduğunu söyledi.

2009.07.01 – NÜKLEER FİZİKÇİ ŞAHRAM AMİRİ

Temmuz 2009’da Suudi Arabistan’da ortadan kaybolan İranlı nükleer fizikçi Şahram Amiri bir yıl sonra Washington’da Pakistan Büyükelçiliği’nde ortaya çıktı. Amiri, 14 Temmuz 2010’da İran’a döndü ve bir kahraman gibi karşılandı. Amiri, “Farsça konuşan silahlı kişiler beni umrede kaçırdı” dedi. Amerikalı yetkililer ise onu yalanlayarak “Kendi isteğiyle ABD’de kaldı ve kendi isteğiyle ayrılıyor” dediler. Amiri “14 ay ABD’nin Tucson şehrinde tutuldum. Bana bir dizüstü bilgisayardaki bir dizi belgeyle ilgili bilgi vermem için baskı yaptılar. Fakat hiçbir şey söylemedim.” Derken ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley, ABD hükümetinin Amiri ile daha önce temas halinde bulunduğunu ilk kez kabul etti. ABD’li bir yetkili ise, bir iddiaya göre, uranyum zenginleştirme programı yürütülen Tahran yakınlarındaki Lavizan askeri üssünde çalışan Amiri’nin, kendilerine ‘faydalı bilgiler’ verdiğini belirtti.

2010.01.01 – PROFESÖR MESUD ALİ MUHAMMEDİ

Tahran Üniversitesi fizik profesörü Mesud Ali Muhammedi, 2010 yılı Ocak ayında işe gitmek üzere ayrıldığı evininin önünde düzenlenen bombalı saldırıda yaşamını yitirdi. Saldırı, Muhammedi’nin Tahran’daki evinin önüne bırakılan, motosiklete monte edilmiş bombanın uzaktan kumandayla patlatılması ile gerçekleşti. Olayla iki kişi yaralandı, iki araç hasar gördü ve evlerin camları kırıldı. İran olaydan ABD ve İsrail’i sorumlu tuttu.

2010.11.29 – PROFESÖR MACİD ŞAHRİARİ (MECİD ŞEHRİYARİ)

İran, 29 Kasım sabahı da iki patlamayla sarsıldı. Nükleer fizikçi Mecid Şehriyari, Tahran Şadid Beheşti Üniversitesi’ne giderken, motosikletli kişiler hareket halindeki aracına yaklaşarak manyetik bomba yapıştırdılar. Patlamada Şehriyari öldü. Diğer saldırının hedefinde de nükleer fizikçi Feridun Abbasi vardı. Olayda Şehriyari’nin eşi ve şoför de yaralandı. Macid Şahriari uranyum zenginleştirme projesinin küratörüydü.

2010.11.29 – PROFESÖR FEREYDUN (FERİDUN) ABBASİ DAVANİ

29 Kasım sabahı nükleer fizikçi Feridun Abbasi Davani Üniversiteye giderken, motosikletli kişiler hareket halindeki aracına yaklaşarak manyetik bomba yapıştırdılar. Abbasi ve eşi patlamadan hafif yaralarla kurtuldular.

Hükümet yanlısı bir internet sitesine göre, doktorasını nükleer fizik alanında yapan Abbasi, İran Savunma Bakanlığı için çalışıyordu. Nükleer izotopların ayrıştırılması konusunda uzman olan sayılı isimlerdendi. Devrim muhafızları bünyesinde görev yapmış, onlarla bağlantılı İmam Hüseyin Üniversitesi’nde de ders vermişti

2011.06.20 – RUSYA’DA DÜŞEN TUPOLEV 134

20 Haziran 2011’de RussAir’e ait bir Tupolev 134 tipi bir yolcu uçağı, 52 yolcusuyla Rusya’nın Pedrozayodsk  Havalimanı’na birkaç kilometre uzaklıkta düşmüş ve kazada 44 kişi ölmüş, 8 kişi yaralanmıştı. Halen serbest gazetecilik yapan Amerikalı eski istihbarat görevlisi Wayne Madsen’ın iddiasına göre ölenler arasında İran’daki Buşehr nükleer reaktörünün inşaasında çalışan ve İsrail’in şiddetle karşı çıktığı İran’ın nükleer programına önemli katkılarda bulunan “beş nükleer bilimci ve mühendis” yer alıyordu. Kazada hayatını kaybeden nükleer bilimciler Hindistan, Çin ve Bulgaristan’da da bazı nükleer projelerde çalışmışlardı. ABD’li eski istihbaratçı Wayne Matson, bu kazaların ve tüm nükleercilerin ölümünün ardında İsrail gizli servisi MOSSAD’ın olduğunu söyledi.

2011.07.23 – NÜKLEER FİZİKÇİ DARİUS RIZAİ (REZAİ)

23 Temmuz da eşi ve küçük kızının gözleri önünde motosikletli iki saldırgan tarafından boğazından vurularak öldürülen İranlı 35 yaşındaki nükleer fizikçi Darius Rezai’yi, İsrail gizli servisi MOSSAD’ın öldürttüğü ortaya çıktı. Der Spiegel dergisinin haberine göre İranlı nükleer fizikçi Rezai’nin başkent Tahran’da öldürülmesi yeni MOSSAD Başkanı Tamir Pardo’nun “ses getiren ilk eylemi” oldu. Alman haber dergisinin İsrail istihbarat örgütü kaynaklarına dayandırdığı haberinde, İranlı nükleer fizikçilerin uzun süredir MOSSAD’ın hedefi olduğu hatırlatıldı. Tahran’ın nükleer programını engelleyerek, atom bombası üretmesinin önüne geçmek ya da en azından geciktirmek isteyen Tel Aviv yönetimi bu konuda son derece acımasız yöntemlere başvurmaktan da kaçınmıyor. Son dört yılda 6 nükleer fizikçiyi katleden Mossad’ın İran’ın başkenti Tahran’da bu denli cesur eylemler yapabilmesi de ayrı bir tartışma konusu. Rızai’nin nükleer zincir reaktör ve bomba yapımı için kilit öneme sahip nötron transferinde uzman olduğu belirtildi. Saldırıda Rızai’nin eşi ise yaralandı

2012.01.11 – 0PROFESÖR MUSTAFA AHMET ROŞAN (AHMEDİ RUŞEN)

11 Ocak günü Natanz’daki Uranyum Zenginleştirme Tesisleri’nde üst düzey görevli olan Mustafa Ahmedi Ruşen, aracına yerleştirilen bir mıknatıs bombasının patlaması sonucu yaşamını yitirdi. Motosikletli ajanlar, Ruşen’in aracına manyetik bomba yapıştırarak, hızla uzaklaştılar. Manyetik bombayı yapıştıran MOSSAD ajanı, eylemi gerçekleştirmeden önce Ruşen’in araçta olduğunu kontrol etmek için dikkatlice yüzüne baktı. Manyetik bomba yapıştırıldıktan tam 9 saniye sonra patladı. 32 yaşındaki Ruşen olay yerinde, şoförü ise kaldırıldığı hastanede akşama doğru yaşamını yitirdi. Devrim Muhafızları’ndan yapılan açıklamada Ruşen’in aynı zamanda İran’ın füze programının başında olan isim olduğu belirtti. Ruşen’in cenaze törenine katılan halk, ABD ve İsrail karşıtı sloganlar atarak yetkililere suçluları adalet önüne çıkarmaları için seslendi. Amerikan haber sitesi Daily Beast yazarı Eli Lake’in bilgisine göre Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu eyleme çok sinirlenmiş…

2012.05.15 – MOSSAD AJANI MECİD CEMALİ FAŞİ

2010’da Mesud Ali Muhammedi‘yi öldürmekten suçlu bulunan Mecid Cemali Faşi 15 Mayıs’ta asılarak öldürüldü. Tahran Kamu ve Devrim Mahkemeleri Başsavcısı Abbas Jafari Dolatabadi, Faşi’nin Mossad’ın askeri üslerinde eğitim aldığını, ayrıca suikastı gerçekleştirmek için Siyonist rejimden $ 120,000 aldığını ve sonra İran’a geri döndüğünü açıkladı. Faşi itirafında İsrail’e bir ziyaret gerçekleştirdikten ve takip, kaçma, karşı-takip ve araca bomba yerleştirme teknikleri gibi farklı eğitimler aldığını. Ayrıca bir motosiklet sürerken nasıl bombalı saldırı gerçekleştirileceği eğitimini bir garnizonunda aldığını, suikast için psikolojik ve operasyonel brifinge tabi tutulduğunu, İsrail garnizonunda çeşitli defalar tatbikat yaptığını, eğitim sırasında Dr. Mohammadi’nin evi ve çevresinin küçük modellerinin de kullanıldığını söyledi. Asılarak öldürülen Mossad ajanı Faşi İran’da kickbox şampiyonuydu. İran basını Ocak 2010’da öldürülen nükleer fizikçi Mesud Ali Muhammedi’nin katil zanlısı olarak, ‘üçüncü bir ülkenin verdiği bilgiyle’ Mecid Cemali Faşi’nin yakalandığı basına yansımıştı. Aynı günlerde İran devlet medyası 15 yerli ve yabancı kişinin ajanlık iddiasıyla yakalandığını duyurmuştu

Evet, gördüğünüz gibi Amerika desteğinde İsrail’in yürüttüğü kanlı operasyonlar bir hayli fazla. Burada saymadığımız birçok başka olay da var. Peki ya İran? O böyle eylemler yapıyor mu? Ooo… Onu da bir fırsat bulduğumda sergilemeye çalışırım. Özellikle Türkiye’de vukuatları çok.

Özellikle Türkiye’de vukuatları çok.

ΜΙΤ VE TSK / AKP’nin Savaş Semineri

Seçime sayılı günler kala internete ses kayıtları sızdırılmaya devam ediyor. YouTube’a ‘secim gudumu’ isimli bir hesapla yayınlanan ses kaydında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olduğu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ferdidun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’e ait olduğu iddia edilen 4 kişi, Suriye’ye ilişkin bir savaş toplantısı gerçekleştiği görülüyor.

SURİYE’YE SAVAŞ AÇABİLMEK İÇİN GEREKÇELER SIRALIYORLAR

İddiaya göre Suriye’ye savaş açabilmek için nasıl gerekçeler bulunabileceğini tartışan isimler, bunun için Süleyman Şah Türbesi’ne yapılan müdahaleyi kullanmak istiyor.

Ancak Feridun Sinirlioğlu olduğu iddia edilen kişi, bu olaydan sonra yine Türkiye içinde bombaların patlayabileceğini de hatırlatıyor.

Yaşar Güler olduğu iddia edilen kişi ise, ivedi olarak Hakan Fidan’ın desteklenmesini, silah ve mühimmatların muhaliflere ulaştırılmasının gerektiğini belirtiyor.

Davutoğlu olduğu iddia edilen ses ise,”‘Başbakan, bu (Süleyman Şah Türbesi) bir imkan gibi değerlendirilmeli bu konjoktürde’ dedi” ifadelerini kullandığı belirtiliyor.

Ses kaydında Hakan Fidan’a ait olduğu iddia edilen sesin ise “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesine’de saldırtırız” dediği iddia ediliyor.

Davutoğlu olduğu iddia edilen kişi ise”2012’de yapmalıydık, cesur kararlar almalıydık” diyerek daha önce Suriye’ye girilmediği için pişmanlığını belirtiyor.

Hakan Fidan olduğu iddia edilen kişi “2 bine yakın TIR malzeme gönderdik”deyince Yaşar Güler ise orada silaha değil mühimmata ihtiyaç olduğunu söylüyor.

BİR GENERAL GİTTİ

Kayıtlarda Yaşar Güler olduğu iddia edilen kişi, “Sayın Bakanım bir general verelim dedik” diyor ve bir generalin gönderildiğini belirtiyor.

Feridun Sinirlioğlu olduğu iddia edilen kişi de pratik olunması gerektiğini belirterek Başbakan’ın açık bir şekilde talimat vermesi gerektiğini söylüyor.

“Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesiyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin istihbarat kurumu, ordusu, hükümeti oturarak nasıl bir provokasyonla savaş çıkarılabileceğini tartışıyorlar. Ölecek insanları umursamadan Suriye’de kafa kesen teröirstleri nasıl iktidar yapacaklarını tartışıyorlar.

Ve elbette her adımları olduğu gibi bu da dinleniyor. Bir üçüncü göz devletin her yerini izliyor ve kaydediyor.

İşte Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olduğu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ferdidun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’e ait olduğu iddia edilen kişilen konuşmaları;

Ahmet Davutoğlu: Yani ben şimdi diğer şey yarım kaldı tam anlayamadım. Dışişleri Bakanlığımızın yapması gereken ne? yok şey için söylemiyorum. Bizim yapacaımız başka şeyler var. Eğer buna karar verirsekbizim bugün Birleşmiş Milletlere Suriye rejiminin İstanbul konsolosluğuna herhangi şey gerekirse bir bildirimde bulunmamız gerekiyor değil mi?

Feridun Sinirlioğlu: Yalnız orada harekata karar verirsek, sürpriz etkisi olması lazım yan. Böyle birşey yapacaksak. Ne yapacağımızı bilmiyorum da neye karar verirsek verelim öncen haber verirsek doğru olmaz.

Ahmet Davutoğlu: yav tamam da onun bir hazırlığını yapmak lazım, Uluslararası hukuk açısından açığa düşmemek için, içeride cumhurbaşkanıyla konıuşurken aklıma geldi, bizim Türk tankı girdiğinde zaten girmiş olmuyor muyuz?

Yaşar Güler: Girmiş oluruz

Ahmet Davutoğlu: Hayır şimdi uçakla girmekle tankla girmek arasında…

Yaşar Güler: Suriye başkonsolosuna şu belki söylenebilir, IŞID şu anda zaten rejim ile beraber çalışıyor, oradaki bir Türk toprağıdır. Oraya kesinlikle

Ahmet Davutoğlu: Ama söyledik. Bu konuda daha önce çok nota verdik

Yaşar Güler: Suriye’ye

Feridun Siniroğlu: tabi tabi

Ahmet Dvutoğlu: Evet kaç dfa nota verdik. Onun için açıkçası ben Genelkurmay Başkanımızın bizim bakanlıktan beklentisini bilmek isterim

Yaşar Güler: Belki bunu kastediyordur, ben bilmiyorum, hakan bey ile görüşmüş

Hakan Fidan: Yani bu kısmını söyledi de sonra detayına girmedik.

Yaşar Güler: Belki bunu kastediyordur yani Suriye’ye bir nota

Hakan Fidan: Belki de koordine görevi dış işlerinindir.

Ahmet Davutoğlu: Koordine iç savaş diplomasiyi koordine ederim ama askeri

Feridun Siniroğlu: Ben orada da söyledim. Bir kere durum farklılaştı. Bir kere IŞİD’e dönük harekatın uluslararası hukuk zemini var. Bunu El-Kaide diye tanımlayacağız, el kaideçerçevesinde orada bir sıkıntı yok. Ayrıca hele şimdi iş Süleyman Şah türbesine gelince zaten ülke toprağını savunma söz konusu

Yaşar Güler: Bizim o konuda bir sıkıntımız yok

Hakan Fidan: O olduğu andan itibaren içeride birçok bomba patlar. Sınır kontrol altında değil,

Feridun Siniroğlu: Yine içerde bomba momba tabi tabi onları yapacaklar. Ama 3 sene önce kanoşmamızı hatırlıyorum.

Yaşar Güler: İvedi olarak Hakan Beyin desteklenip silah ve mühimmat muhaliflere ulaştırmasını sağlamamız lazım. Sayın bakanla konuşmanız lazım. İçişleri bkanımız, Savunma bakanımız. Bunu konuşmanız lazım bir yere getirmeniz lazım sayın bakanım.

Ahmet Davutoğlu: Kuzey Irak’a bir tehdit varken biz nasıl özel kuvvetleri devreye sokabildik? Orada da sokmalıydık. Oradaki adamları eğitmeliydik. Adamları göndermeliydik.  Neyse biz bunu yapamayız ki, biz diplomaside ne ise onu

Feridun Siniroğlu: Ben o zaman söyledim, o tankları nasıl soktuk paşam ya allah aşkına, siz vardınız o zaman?

Yaşar Güler: Hangi bizim şeyleri mi?

Feridun Siniroğlu:Tabi yaa Irak’a tankları nasıl soktuk? Nasıl soktuk? Özel kuvvetleri nasıl soktuk, taburları nasıl soktuk? Ben vardım işin içinde yaa. Hükümet kararı hiçbir şey yoktu, bir emirle soktuk. Gayet açık olarak söyleyeyim.

Yaşar Güler: Yani ben size katılıyorum. Bir defa yani onu tartışmıyoruz da. Ben Suriye’nin yapabileceği şu anda farklı şeyler var.

Ahmet Davutoğlu:Sayın Paşam. Zaten adamların kapasitesini bildiğimiz için girmeyelim diyoruz.

Yaşar Güler:Şimdi bakın efendim. MKE bizim sayın bakanın emrinde değil mi efendim? Efendim yani şu anda parayla Katar mühimmat arıyor. Peşin para üretsin versinler. Sayın bakanın emrinde.

Ahmet Davutoğlu:İşte burada entegre hareket edemiyoruz, koordine olamıyoruz.

Yaşar Güler:O zaman sayın Genelkurmay başkanı ile sayın bakanı aynı anda çağırsın sayın Başbakanımız. Yanında konuşsun efendim.

Ahmet Davutoğlu:Onun için Feridun Beyle biz yalvardık başbakana neredeyse beraber bir toplanalım bu işin gidişi kötü diye

Yaşar Güler:Bir de kalabalık olmasın sayın bakanım. Zatı aliniz olsun, sayın savunma bakanı, içişleri bakanımız bir de genelkurmay başkanımız dördünüz oturun. Bu kadar kimseye ihtiyaç yok. Çünkü oradaki ihtiyaç sayın bakanım silah ve mühimmat. Silah da değil mühimmat. Biraz önce konuştuk biz şimdi efendim. 1000 kişilik bir ordu kuruyoruz diyelim orada. Biz bunun asgari 6 aylık mühimmatını burada depolamadan bu adamları oradaki muharebeye sokarsak sayın bakanım iki ay sonra bu adamlar bize döner.

Ahmet Davutoğlu:Döndüler zaten şimdi.

Yaşar Güler:Döner sayın bakanım

Ahmet Davutoğlu:Şeyden döndüler. Neydi o? Çobanbeyden döndüler.

Yaşar Güler:Evet, evet efendim. Bu iş sadece hakan beyin sırtına kalmış bir konu olmuş yani. Olacak iş değil. Yani anlayamıyoruz biz yani. Neden?

Ahmet Davutoğlu:O akşam hepimiz bir şeyde mutabıl kalmıştık. Ben de tamam işte düzene giriyor işler. Bizim bu

Feridun Siniroğlu:Ertesi gün biz o MGK kararını yazdık. Sonra paşamla konuşup

Ahmet Davutoğlu:Bizim bu zaafımızı o kadar iyi takip ediyor ki o güçler de. Ben burayı elde edeceğim dersin. Orada bunların bulunması risk unsuru dersin. Geri çekersin. Elde edersin. Orayı sağlamlaştırırsın. Askerini tekrar gönderirsin.

Yaşar Güler:Kesinlikle sayın bakanım. Kesinlikle haklısınız.

Ahmet Davutoğlu:Değil mi? Ben böyle anlarım. Ama tahliye ettiğiniz anda bu bir askeri gereklilik değil bu başka bir şey.

Feridun Siniroğlu:Küresel ve bölgesel jeopolitikte ciddi kaymalar var. Şimdi daha başka yerlere de yayılabilir. Bugün siz söylediniz, başkaları da destek oldu…….. Şimdi farklı bir oyuna doğru gidiyoruz. Bunları da görmemiz lazım. Bu IŞİD’ler, MIŞİD’ler gibi ne idüğü belirsiz yapılar manipülasyona kullanılmaya son derece açı yapılar. Bunlardan oluşan bir alana komşu olmak bizim için fevkalade hayati bir güvenlik riski yaratır. Ve işte içerideki işte PKK’ya karşı da biz Kuzey Irak’a girdiğimizde buraları patlatma ihtimali hep vardı zaten. Bu riskleri eğer biz iyi düşünüp somut olarak ama şimdi sayın paşamız da dedi yani.

Yaşar Güler:Sayın bakanım. Biraz önce zatı aliniz içerideyken onu konuştuk. Açık açık. Yani bu silahlı kuvvetler her dönemde sizlere lazım olan bir tool.

Ahmet Davutoğlu:Tabi canım. Sizin gıyabınızda da hep başbakan her konuştuğumuzda ben akademisyen şeyiyle söylüyorum hard power olmadan bu topraklarda durulmaz. Ama hard power olmadan soft power olmaz.

Yaşar Güler:Efendim

Feridun Siniroğlu:Ulusal güvenlik politize edildi. Yani Türk tarihinde ben böyle bir ey hatırlamıyorum. İç politika konusu haline geldi. Artık tamamen ülke topraklarını, sınır güvenliğimizi, oradaki egemen toprağımızı falan savunmakla ilgili tamamen ulusal güvenliğimizle ilgili yaptığımız konuşmalar son derece pespaye, bir ucuz içpolitika malzemesi haline geldi.

Yaşar Güler:Aynen bu durumda

Feridun SİNİROĞLU:Hiç daha önce böyle birşey olmadı. Maalesef yani

Yaşar Güler:Yani ülke güvenliğinin bu kadar zirvede olduğu bir noktada bir tane muhalefet partisi efendim size destek oluyor mu? Peki böyle bir ulusal güvenlik düşüncesi olabilir mi sayın bakanım?

Feridun Siniroğlu:Hiçyani ben böyle bir dönem hatırlamıyorum.

Yaşar Güler:yani biz hangi konuda birarada olabileceğiz. Yani böyle ulusal güvenlik olmadığımız halde hangi konuda beraber olabileceğiz. Hiç

Ahmet Davutoğlu:2012 yıl, 2011’de yapmadık. 2012 yazında bile cesur kararlar almışolsaydık.

Feridun Siniroğlu:2012’de en zayıf noktadaydılar.

Ahmet Davutoğlu:geri dönmüştü içerde Libya gibiydi yani. İçerde o iniyor bu gidiyor bu gidiyor falan ama bizi ilgilendirmiyor. Ama bazı şeyler

Yaşar Güler:Sayın bakanım yani bir yanlışlık olmasın yani 2011’de de bizim ihtiyacımız silah ve mühimmattı. 2012’de , 13’te ve bugün de. Aynı gene aynı noktadayız. Bunu mtlak surette bulup burayı da kurtarmamız lazım.

Ahmet Davutoğlu:Orası o kadar silah ve mühimmat gerek ki. İnsan unsurunu biz orada düzene sokamadığımız için

Hakan Fidan:2000’e yakın tır malzeme gönderdik biz oraya.

Yaşar Güler:Bence orada silaha ihtiyaç yok. Benim şahsi görüşüm orada mühimmata ihtiyaç var. Sayın Bakanım Hakan Bey burada bir tane general verelim dedik. Hakan bey burada sağolsun zaten kendisi başta o istedi. Biz verelim dedik, generali belirledik, general gitti.

Feridun Sinirlioğlu:Pratik olmak gerekirse Savunma Bakanımızın derhal bu millet için imzayı atması lazım. Tekarar Başbakanımızın çok açık bir şekilde bu talimatı vermesi lazım.

Ahmet Davutoğlu:Esas beni bu gece…

Yaşar Güler:Bu gece efendim hiçbir sorunumuz yok.

Feridun Sinirlioğlu:Bu gece harekat emri verilmiş zaten.

Yaşar Güler:Biz harekat yıldırım planı planladık. Hakan Bey kendisi biliyordur belki.

Ahmet Davutoğlu:Hakan tank göndermeye kalksak orada bunun komplikasyonları nedir?

Hakan Fidan:Şimdi koordinasyon olmadan güç dengelerini göze aldığımız zaman silahlı insan varlığı ve kapasiteleri ile olmaz.

Yaşar Güler:Zaten biz onun için MİT’in koordinesini istiyoruz sayın Bakanım. Yani biz o yüzden başından beri MİT’in koordinasyonunu şart koşuyoruz sayın Bakanım. Yani bu gece sizin endişe edeceğiniz bir durum yok sayın Bakanım.Bu gece de yok sonra da yok. Ama bizim uzun vadede çözmemiz gereken iş var sayın Bakanım.

Ahmet Davutoğlu:Şeyi ben opsiyonel olarak hep düşünüyorum da adamları ikana edemedik. Biz tank sokma içeriye tahkim edeceğiz. O andan itibaren biz bir savaş halini göz önüne almak ve onu yapmakla savaşa girmek arasında harekat işte harekat yapıyoruz.

Yaşar Güler:Yapacağımız iş direk savaş. Yani yapacağımız iş direk savaş sebebi.

Feridun Sinirlioğlu:Suriye ile bir savaş sebebi değil.

Yaşar Güler:Hayır adamları…

Hakan Fidan:Ama ben şimdi şuna geliyorum; şimdi biz iki iki daha 4 eder biliyoruz. Şimdi biz eğer orada, oradaki şeyin bizim için bir anlamı stratejik manada yok iamj vesaire var da… Şimdi eğer savaşa gireceksek biz bunu baştan planlayalım ve girelim, yani şimdi benim

Yaşar Güler:Biz başından beri bunu söylüyoruz.

Hakan Fidan:Yani beni kabul edemediğim şey şu; burada ben almıyım, şimdi biz silah kullanma Süleyman Şah gibi bir türbe için silah kullanmayı şeye alıyoruz yani iste vatan toprağının işte bu oda kadar yaklaşık 10 döümlük bir arazi için silah kullanmayı göz önüne alıyoruz, ordaki 22-28 tane askerimizin şeyi için yahu kaç bin kilometre vatan toprağı var sınırda kaç milyon insanın hayatı için almıyoruz. Bakın bu mantık değil, onu söyleyim. Eğer biz silah kullanacaksak onu biz baştan yapalım. Bu adamlar tehditse…

Feridun Sinirlioğlu:Şimdi bir gerekçesi var onun…

Hakan Fidan:Bunu gerekçe olarak kullanmak ayrı, o ayr, o ayrı…

Yaşar Güler:Şimdi Dışişlerimiz hiçbir zaman diğerine bir gerekçe bulamaz. Buna bulur ama…

Hakan Fidan:Yav bakın ben size bir şey söyleyeyim.

Ahmet Davutoğlu:Laf aramızda Başbakan da bunu gerektiğinde bir imkan gibi değerlendirilmeli bu konjektürde dedi yani.

Hakan Fidan:Şimdi bakın komutanım şimdi biz gerekçeyse gerekçeyi ben öbür tarafa gerektiğinde 4 adam gönderirim, 8 tane boş alana füze de attırırım. Problem değil o, gerekçe üretilir. Olay böyle bir iradenin ortaya konması. Biz savaş idaresi ortaya koyuyoruz, her zaman yaptığımız şeyi akıl yürütme hatasına düşüyoruz.

Feridun Sinirlioğlu:Şimdi şunu söyleyeyim, 10 dönümlük bir arazi. Burada 10 dönümlük bir yurt toprağı uluslararası hukukta çok sağlam bir gerekçe ayrıca mesşruiyeti açısından da böyle harekatın IŞİD’e bir opeasyon yapıyor olmak bütün dünya arkamızda olur.Bir kere onda hiç tereddütünüz olmasın.

YAŞAR GÜLER:Hayır hiçbir tereddütümüz yok.

FERİDUN SİNİRLİOĞLU:Hayır ben hepimize söylüyorum.O konuda yani.

Yaşar Güler:Yani biz ordaki kuvvetler 1 yıldır bekliyor sayın bakanım. Dün aldığımız bir tedbir değil 1 yıldır orda adamlar.

Hakan Fidan:Biz niye illa Süleyman Şah’ı bekliyoruz onu da anlamadım.

Ahmet Davutoğlu:Biz her şeyi diplomatik olarak her şeyi yaptık.Feridun Sinirlioğlu:Gerekçe lazım sağlam gerekçe.

Hakan Fidan:Ben gerekçeyi hallederim o problem değil yaaa.

Feridun Sinirlioğlu:Hayır gerekçe üretmek başka da orrtada çok sağlam gerekçe lazım

Hakan Fidan:Gerekirse orayı da(Süleyman Şah Türbesi) biz saldırı düzenleriz oraya da biz saldırttırızı öndem canım.Şey yapmaya çalışıyorum.Ben şeyi anlamaya çalışıyorum.

Feridun Sinirlioğlu:Bunlar yapılır tabii gerekirse her şeyi de yaptırtırız yani,

Hakan Fidan:Yani bu kadar şeyi kullanmaya hazırsak yerinde ve zamanında biz amacını belirleyerek biz yapalım biz

Ahmet Davutoğlu:Hakan dediğin yani kadar kastettiğin bir strateji eksikliği dolayısıyla bir gerekçe üretme şeyiyse doğru haklısın. Yav şu adamlara karşı…

Görevli:Efendim şey olmadan…

Ahmet Davutoğlu:Oraya geçeceğiz, tamam bak alın geliyorum. Bir daha Amerikan Dışişleri Bakanına eee sert bir tedbir alalım diyemezsin.

Hakan Fidan:Şimdi hocam benim dediğim şu…

Ahmet Davutoğlu:Adam der ki sen kendi toprağını bile savunmadın, efendim çoğu kez dostane görüştük aramızda, çoğu zaman Kerry bana aynen şunu söyledi “peki siz kararınızı verdiniz mi ” dedi. Bu vurma ve şey yapma…

Yaşar Güler:Efendim biz verdik yüz kere verdik Amerika’ya.

Feridun Sinirlioğlu:Şimde bakın 3 gün önce geçen gün Genelkurmay’dan bir şey olmuş, bu şey geldi kriz koordinasyon toplantısı yapmışlar. İlk defa ben görüyorum onu Amerikalılar…

Yaşar Güler:Hayır devamlı yapıyoruz biz onu.

Feridun Sinirlioğlu:Hayır hayır Amerikalılar bu toplantılarda No Fly Zone Palanlarını dağıtmışlar. İlk defa bu toplantıda… Senin haberin var mı?

Hakan Fidan:Şimdi ee benim altını çizdiğim nokta hocam şimdi bu kadar ciddi bir kararı biz böyle bir nedenden dolayı vereceksek Süleyman Şah Türbesi’nden dolayı bu kadar böyle bir kararı vermeye hazırsak…

Feridun Sinirlioğlu:Değil sadece Süleyman Şah değil.

Ahmet Davutoğlu:Evet o kararı çok daha küçük ölçekte verseydik bu gün bu tercihle karşı karşıya kalmazdık.

Yaşar Güler:Hayır bir dakika biz bu kararı verdik.

Hakan Fidan:Uygulanmadı.

Yaşar Güler:Kararı uygulayamıyoruz, yani çeşitli nedenlerle felç olmuş vaziyetteyiz, yani sıkıntımız o anlamda sayın başbakanım. Devletin enstrümanları çalışmıyor şu anda.

Ahmet Davutoğlu:Ben şunu anlamam çok açık söyleyeyim, ben kendi kararıma bakarım. Aldığım devlet terbiyesi gereği. Siz şunu kabül eder misiniz; Dışişleri Bakanlığı’nda efendim birtakım siyasi tartışmalar yüzünden işler aksıyor. Şimdi böyle bir şey meşru bir şey olmaz ki. Herkes üzerine düşeni kararlı bir şekilde sürdürecek. Dese ki sayın bakanım beni götürebilirler herkesi götürüyorlar dese bir büyükelçi ne yaparsın? Sen emekliye ayrıl yerine bu işi yapacak adam getiririz demez miyiz? Yani böyle bakılır olaya. Demokraside böyle işler…

Yaşar Güler:Sayın Bakanım çok haklısınız.

Ahmet Davutoğlu:Şu anda devlet düzgün karar alabilen bir kaç birimin ve bir kaç kişinin üzerinde yürüyor ben bunu…

Yaşar Güler:Kesinlikle efendim kesinlikle.

Ahmet Davutoğlu:Peki biz bundan cayacak mıyız yani?

Yaşar Güler:Hayır caymayacağız sayın Bakanım caymayacağız.

Ahmet Davutoğlu:Neyse peki öbür tarafa geçelim.

ΡΩΣΙΚΟΙ ΔΙΕΘΝΕΙΣ ΑΓΩΓΟΙ + ΤΟΥΡΚΙΚΟΙ

ΤΙΜΕΣ ΦΥΣΙΚΟΥ ΑΕΡΙΟΥ 2012

 

ΕΛΛΗΝΑΣ

-/-