Ο… ΞΕΧΑΣΙΑΡΗΣ!..

Φίλοι μου / μας!

1.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’dan kritik sorulara önemli cevaplar.

  • GİRİŞ04.12.2021 09:27
  • GÜNCELLEME04.12.2021 09:28

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’la zaman zaman çıktığımız seyahatler, yaptığımız sohbetler, gazetecilik faaliyeti açısından ciddi anlamda ufuk açıcı oluyor.Bakan Akar’ın ‘içeriği zengin’ ve ‘coşkulu’ bir konuşma dili var.

Çeşitli konularda kendisine ait özgün ‘kavramsallaştırmaları’ var.

Söyledikleri, ağzından çıkan her cümlenin, her kelimenin, üzerinde fazlasıyla düşünülmüş, nasıl algılanacağı hesap edilmiş, ‘kurmay akıl’ süzgecinden geçirilmiş olduğu izlenimi veriyor.

Perşembe günü kendisiyle Milli Deniz Topu’nun Konya/Karapınar’daki atışlarını izledikten sonra, bu üretime imza atan MKE’nin Kırıkkale’deki Mühimmat Fabrikası’nda sohbet ettik.

(Deniz Topu, donanmaların vazgeçilmezi olarak kabul ediliyor ve savaş gemilerinin ‘vurucu gücü’ olarak biliniyor.

Fiyatı da bir hayli yüksek olan bu mühimmatın 12 ay gibi kısa bir sürede yerli ve milli imkânlarla geliştirilmesi önemli bir gelişme.)

“SAVUNMA SANAYİİNDE GURUR VERİCİ BİR DURUMDAYIZ. CİN ŞİŞEDEN ÇIKTI”

Bakan Akar’la sohbetimizde, savunma sanayii alanında kaydedilen gelişmelerin askerin moral ve motivasyonunu nasıl etkilediğini sorunca, şöyle bir cevap aldım:

“Gurur verici bir durumdayız. Bu durum moral motivasyonu artırıyor. Önceden piyade tüfeklerimizin patenti dahi yabancı menşeili idi. Şimdi ise dışarıya silah satıyoruz. Birçok ülkenin polisinde, ordusunda bizim ürettiğimiz silahlarımız kullanılıyor. Cin şişeden çıktı.”

“KOCA YUSUF’UN TRAFİĞİNİ BİR GÖRSENİZ”

TSK bünyesinde Bolu ve Kayseri’de olmak üzere iki komando tugayı olduğu bilinirdi.

Bu bilgiden kaç kişi haberdar bilmiyorum ama şimdi bu sayı 17’ye çıkmış.

Ordunun sahadaki muharip gücünün nasıl arttığını yansıtması bakımından çok kıymetli bir bilgi bu.

Peki, bu nasıl oldu?

Bakan Akar, “Sn. Cumhurbaşkanımızın liderliğinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslararası ortamda özne haline geldi” diyor.

Bu durumun Türkiye’nin etki ve ilgi alanını genişlettiğini, bu bağlamda da TSK’nın sorumluluklarının arttığını ifade ediyor.

Büyüklüğü nedeniyle “Koca Yusuf” lakabı takılan A 400 M nakliye uçağının trafiğinden örnekler verip şöyle diyor:

“Onların bir ulaşım trafiğini görseniz. Biri gidiyor biri geliyor, biri Somali’ye gidiyor diğeri Bosna Hersek’ten geliyor, öbürü Azerbaycan’a, Kosova’ya gidiyor. Eğitim, işbirliği çalışmalarımız kapsamında oradaki dost ve kardeşlerimizle çalışmalarımız var, süreklilik var.”

“HUDUTTA GÖREV YAPAN KAHRAMANLARIMIZIN EMEĞİNE SAYGI DUYULSUN”

Bakan Akar’ın sınırlardaki duruma dair verdiği önemli bilgiler ve yaptığı değerlendirmeler var.

Bu bilgilerin içinde geçen rakamlar son derece dikkat çekici:

“Hudutlarımızda Cumhuriyet tarihimizin en yoğun, etkin tedbirleri alınmış durumda. Yılbaşından itibaren hudutlarımızda 99 bin 251 kişi yakalandı. Bunların 444’ü DEAŞ PKK/YPG ve FETÖ üyesi terörist. 278 bin 885 kişi ise yurda girmeden hudutta engellendi, (ağırlıklı olarak İran sınırında). Mücadelemizi sürdürüyoruz ‘Hudut namustur’ anlayışı ile yapılan faaliyetlerimiz eksiksiz, aksaksız devam ediyor. Yüksek motivasyonla Mehmetçik görevini yapıyor tek isteğimiz o kahramanlarımızın emeğine saygı duyulması.”

Şimdi de, ABD ile ilişkilerden Suriye’deki son duruma, Dedeağaç’taki gelişmelerden, S-400 kurulumu ve FETÖ ile mücadele çerçevesinde sorduğumuz sorular ve aldığımız cevaplar üzerinden Milli Savunma Bakanı Akar’ın gündemdeki diğer konularla ilgili değerlendirmelerini aktaralım:

“SOÇİ’DEN SONRA ATEŞKES İHLALLERİ AZALDI”

“29 Eylül’de Soçi’de Sn. CB’mız ile Sn. Putin ile yaptığı görüşmenin ardından Suriye’deki ateşkes ihlalleri ciddi şekilde azaldı. Biz bu ateşkesin kalıcı olması, bölgede istikrarın sağlanması, normalleşmenin sürdürülebilmesi için elimizden gelen katkıyı veriyoruz.”

“DEDEAĞAÇ’LA İLGİLİ GELİŞMELERİ YAKINDAN TAKİP EDİYORUZ”

“ABD’nin söz konusu sevkiyatları Atlantic Resolve Harekâtı kapsamında yapılan faaliyetlerdir. Bu faaliyetler 2014 yılından itibaren yapılıyor. Daha önce Baltık üzerinden yapılan faaliyetler son dönemde Dedeağaç üzerinden gerçekleştiriliyor. Bunlar ABD’nin Avrupa güvenliğine katkı sağlamak üzere yaptığı faaliyetler. Gelişmeleri yakından takip ediyoruz.”

“ABD İLE İLİŞKİLER DAHA ÖNGÖRÜLEBİLİR HALE GELDİ”

Bakan Akar’ın ABD ile ilişkiler ve S-400’ün kurulumuna dair iki önemli soruya verdiği iki önemli cevap var.

Aktaralım:

Soru: ABD ile ilişkiler daha öngörülebilir bir hale geldi mi?

Cevap: Evet, geldi. ABD Savunma Bakanlığı, Türkiye’ye verdiği önemi belirtiyor. Sn. CB’mızın Biden ile görüşmesinin ardından yumuşama oldu. ABD’li müttefiklerimizle açık, net, objektif konuşuyoruz. ABD’liler Türkiye’nin önemini, anlamını biliyor. Biz NATO ittifakının ayrılmaz, güçlü parçasıyız. Bugüne kadar taahhütlerimizi yerine getirdik. Bizim güçlenmemiz NATO’nun güçlenmesi anlamına geliyor.

F-35 boşluğunu doldurmak için ‘Blok 70’ denilen Viper’leri istedik. Bununla ilgili bir yıl teknik çalışma yaptık. Yabancı askeri satışlar denilen teknik bir konu. Bununla ilgili SSİK toplantısında Sn.CB’mızın onaylayınca gerekli çalışmaları başlattık. Taleplerimizi verdik, süreci takip ediyoruz.

Soru: S-400 sistemleri kuruldu mu?

Cevap: S-400, uzun menzilli bölge hava ve füze savunma sistemidir. Hava savunma silahı. Şuraya kurulacak buraya kurulacak türden bir sistem değil bu. Olası Tehditlere göre kullanılır. Konumlanır. Faaliyetlerimiz planlandığı gibi devam etmektedir.

FETÖ İLE MÜCADELE

“FETÖ ile mücadelemiz kararlılıkla devam ediyor. Yeni bilgi belge geldikçe bütüncül bir yaklaşımla bütün arkadaşlarımız ile mücadeleyi sürdürüyoruz. TSK üniformasını hiçbir hainin taşımasına asla müsaade etmeyeceğiz. 15 Temmuz’dan bugüne kadar 24 bin 253 kişi ihraç edildi.”

YENİŞAFAK

2.

Son anket ortaya koydu: Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Abdullah Gül arasındaki oy farkı

Cumhur İttifakı’nın adayı belliyken, Millet İttifakı’nda adaylık bilmecesi devam ediyor. Asal Araştırma’nın yaptığı son anket, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, adaylık için adı geçen isimlerden Abdullah Gül’e 20 kat fark attığını gösterdi.

Son anket ortaya koydu: Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Abdullah Gül arasındaki oy farkı
GİRİŞ 02.12.2021 12:12GÜNCELLEME 02.12.2021 12:12

 

HABER7 / HABER MERKEZİ

ASAL Araştırma Şirketi vatandaşlara, “Bu Pazar Cumhurbaşkanlığı seçimi olsa oyunuzu kime verirsiniz?” açık uçlu sorusunu yöneltti. Ankete göre, mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yüzde 41.2 oranıyla ilk sırada yer alırken, ikinci sırada ise yüzde 11.2 oranıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu yer aldı.

ASAL Araştırma Şirketi yaptığı son anketin sonuçlarını kamuoyu ile paylaştı. 11-14 Kasım 2021 tarihleri arasında 28 ilde örnekleme yöntemiyle yapılan araştırmaya 18 yaş üstü 1712 kişi katıldı. Bilgisayar destekli telefon anketi (CATI) yöntemiyle gerçekleştirilen ankette yüzde 95 güven düzeyinde +/- 2.0 hata payı verildi.

Mehmet Acet yazdı: Akşener için mecburiyet oluşabilirMehmet Acet yazdı: Akşener için mecburiyet oluşabilir

Ankete katılanlara “Bu Pazar Cumhurbaşkanlığı seçimi olsa oyunuzu kime verirsiniz?” sorusu yöneltildi.

ERDOĞAN AÇIK ARA ÖNDE

Ankete katılanların yüzde 41.2’si bu soruya Recep Tayyip Erdoğan cevabını verirken, yüzde 10.7’si Ekrem İmamoğlu, yüzde 10.1’i Mansur Yavaş, yüzde 9,6’sı Selahattin Demirtaş, yüzde 7,3’ü Meral Akşener, yüzde 5,7’si Kemal Kılıçdaroğlu, yüzde 3,5’i Devlet Bahçeli, yüzde 2,3’ü Ali Babacan, yüzde 2.0’si Abdullah Gül, yüzde 1,4’ü Muharrem İnce, yüzde 0,7’si Ahmet Davutoğlu yanıtı verdi. Ankette Diğer yanıtı verenler yüzde 0,6 ve Kararsızlar ise yüzde 4,9 çıktı.

İYİ Parti, CHP'nin ortak miting teklifini reddettiİYİ Parti, CHP’nin ortak miting teklifini reddetti

ASAL Araştırma Şirketi Genel Müdürü Adem Belede, ankete katılanlara açık uçlu olarak “Bu Pazar Cumhurbaşkanlığı seçimi olsa kime oy verirsiniz?” sorusunu yönelttiklerini, mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a verilen desteğin en yakınının yaklaşık 4 katı çıktığının görüldüğünü söyledi.

KAYNAK: HABER7

3.

Türkiye’den son dakika açıklama! İşte F-35 zirvesinin tarihi

Milli Savunma Bakanlığı kaynakları, “F-35’lerle ilgili ikinci toplantı 2022 yılının başında ABD’de yapılacak.” açıklamasında bulundu. MSB’den yapılan açıklamada, terörle mücadele ve Yunanistan’ın provokatif eylemleri de değerlendirildi.

30.11.20

Milli Savunma Bakanlığı kaynakları, “F-35’lerle ilgili ikinci toplantı 2022 yılının başında ABD’de yapılacak.” açıklamasında bulundu. MSB‘den yapılan açıklamada, terörle mücadele ve Yunanistan‘ın provokatif eylemleri de değerlendirildi.

MSB’den yapılan açıklama şu şekilde:

TERÖRLE MÜCADELE

“24 Temmuz 2015’ten bugüne kadar Irak ve Suriye’nin kuzeyi dahil toplam 33 bin 5, bu yılın başından itibaren ise 2 bin 529 terörist etkisiz hale getirildi. Kasım ayında ise 17’i büyük, 44’ü orta çaplı olmak üzere 61 operasyon icra edilmiş ve 169 terörist etkisiz hale getirildi.

Alınan ilave ve etkin tedbirler sayesinde kasım ayında, tüm hudutlarımızdan yasa dışı yollarla geçmeye çalışan 756 şahıs yakalanmıştır. Bu şahıslardan 18’i FETÖ mensubu olmak üzere 51’i teröristtir.

Kasım ayında Suriye harekat bölgelerinde 22 terörist etkisiz hale getirildi.”

ABD İLE F-35 TOPLANTISI

F-35’lerle ilgili ilk toplantının 27 Ekim’de Ankara’da yapıldığını hatırlatan kaynaklar, “İkinci toplantı 2022 yılının başında ABD’de yapılacak” diye konuştu.

Terör örgütüne yönelik Irak ile ortak bir operasyonun gündemde olup olmadığına yönelik soru üzerine Bakanlık kaynakları, “Sayın Milli Savunma Bakanımızın beraberinde Sayın Genelkurmay Başkanımız ile Irak’a gerçekleştirdiği ziyarette terörle mücadele konusunda iş birliğine yönelik bir ortak anlayışa varılmıştı. O konuda teknik düzeydeki çalışmalar devamlı olarak yapılıyor. Irak ile terörle mücadele konusunda iş birliği yapılmaya devam ediliyor” ifadelerini kullandı.

ABD’YE YPG TEPKİSİ

“ABD’nin terör örgütü PKK/YPG’ye yönelik yardımlarının sürdüğüne” ilişkin iddialar sorulan Bakanlık yetkilileri, “Bu konudan duyulan rahatsızlık Sayın Cumhurbaşkanımız da dahil devletimizin çeşitli makamları tarafından defalarca dile getirilmiştir. Bu konuda birçok kez çağrı yapıldı ama yeni bir gelişme, değişiklik görülmüyor” dedi.

“Terör örgütü PKK/YPG’nin DEAŞ’lı teröristleri hapishanelerden serbest bıraktıkları” iddiaları üzerine de Bakanlık kaynakları, “Terör örgütünün hapishanelerdeki DEAŞ’lıları gerek para karşılığı gerekse kendi amaçları doğrultusunda kullanmak üzere serbest bıraktıklarına yönelik birçok tespit basın tarafından da paylaşıldı. Terör örgütü bunu yapıyor” ifadelerini kullandı.

YUNANİSTAN’IN PROVOKATİF EYLEMLERİ!

“Yunanistan, bazı ülkelerin teşvik ve kışkırtmalarıyla da provokatif silahlanma faaliyetlerini sürdürmektedir. Yunanistanlı yöneticilerin bu yaklaşımının beyhude bir çaba olduğunu bizimle birlikte kendi akademisyenleri, bazı diplomatları ve komutanları da açık yüreklilikle ifade etmektedirler.”

DEDEAĞAÇ AÇIKLAMASI

Milli Savunma Bakanlığı kaynakları, Dedeağaç’ta son dönemde ABD’de tarafından yapılan “yığınaklanmaya” ilişkin soru üzerine, şu ifadeleri kullandı:

“ABD’nin söz konusu sevkiyatları Atlantic Resolve Harekatı kapsamında yapılan faaliyetlerdir. Bu faaliyetler 2014 yılından itibaren yapılıyor. Stratejik intikal, lojistik faaliyetleri olarak icra edilen faaliyetlerdir. Daha önce Baltık üzerinden yapılan faaliyetler son dönemde Dedeağaç üzerinden gerçekleştiriliyor. Bunlar ABD’nin Avrupa güvenliğine katkı sağlamak üzere kendi lojistik ve muharip unsurlarını rotasyonel olarak Avrupa’ya getirip, belli bir müddet onlara buralarda eğitim verip daha sonra geri intikalini kapsayan rotasyonel faaliyetler. Bu kapsamda çok büyük bir yığınaklanma söz konusu değil. Gelişmeleri yakından takip ediyoruz.

F-16 TEDARİĞİ

ABD’den F-16 tedariki konusunun Kongre’ye gittiği yönündeki bilgilerle birlikte F-35 konusundaki görüşmelere yönelik soru üzerine Bakanlık kaynakları, “Talebimizi ABD tarafına ulaştırdık. Onlar değerlendirme aşamasında. Bu konunun Kongre’ye gittiğinde nasıl sonuçlanacağını hep birlikte göreceğiz” dedi.

KAYNAK: HABER7

4.

ABD’nin asıl hedefi T

5. ürkiye mi? Emekli Albay açıkladı!

Emekli İstihbarat Albay Coşkun Başbuğ, ABD’nin Yunanistan’daki askeri varlığını değerlendirdi. Başbuğ, buradaki askeri hareketliliğin Türkiye’ye tehdit oluşturduğunu açıkladı.

ABD'nin asıl hedefi Türkiye mi? Emekli Albay açıkladı!
GİRİŞ 30.11.2021 00:58GÜNCELLEME 30.11.2021 01:00

 

Sabah.com.tr’ye özel açıklamalarda bulunan Emekli İstihbarat Albay Coşkun Başbuğ, ABD‘nin Yunanistan‘daki askeri varlığını değerlendirdi. Buradaki hareketliliğin Türkiye‘ye de tehdit oluşturduğunu aktaran Başbuğ, ABD’nin doğrudan Türkiye’yi hedef almadığını aktararak, amacının farklı olduğunu bildirdi.

Dedeağaç‘taki ABD varlığını, iki ülke arasında yıllar önce yapılan anlaşmaya bağlayan Başbuğ, “ABD sadece Dedeağaç değil, Bulgaristan ve Romanya dahil Rusya’yı Karadeniz Bölgesi’nde abluka altına almanın yollarını arıyor. Aynı zamanda Çin’i de dengelemek için bir takım faaliyetleri var.” dedi. ABD Başkanı Joe Biden’ın iktidara geldiğinde söylediği ‘Eski ABD geri döndü’ açıklamasını da hatırlatan Başbuğ, ABD’nin Rusya’yı kışkırtarak, ruhunu yitiren NATO‘yu yeniden canlandırıp, eski dünya düzenindeki yerine geri dönmeye çalıştığını ifade etti.

Son aylarda Yunanistan’da yaşanan gelişmeler tüm dünya kamuoyu tarafından yakından takip edildi. Özellikle ABD’nin Türkiye sınırındaki askeri varlığını artırması, kafalarda soru işaretleri bırakmıştı. ‘ABD ve Yunanistan Türkiye’ye mi saldıracak?’ soruları yüksek sesle sorulurken, açıklamalarda bulunan Emekli İstihbarat Albay Coşkun Başbuğ bölgedeki hareketliliği ve ABD’nin asıl planının perde arkasını anlattı.

“MİÇOTAKİS ABD’YE ÜLKEYİ ANAHTAR TESLİM VERDİ”

İki ülkenin arasındaki yakınlaşmayı değerlendiren Başbuğ, “ABD’nin Yunanistan ile ilgili yakınlaşması iki ülkenin de düştüğü acizlikten kaynaklanıyor. Yunanistan’ın muhakkak birine sarılması lazım. Fobi haline gelmiş Türkiye korkusu kendi başına hareket edemeyecek duruma getirdi. Yunanistan’da Türk düşmanlığı devlet politikası haline dönüştü. ABD için baktığınız zaman da Yunanistan tam biçilmiş kaftan. Miçotakis anahtar teslim ülkeyi verdi ABD’ye. Burada karşılıklı etkileşimler birbirini tetikledi. ABD için de bulunmaz bir fırsat. Hem Türkiye’yi çevreleyerek yedeğe almış oluyor hem de Rusya’yı” dedi.

DEDEAĞAÇ’TAKİ ABD ASKERİ VARLIĞININ PERDE ARKASI

Dedeağaç’taki hareketliliğin doğrudan Türkiye’yi hedef almadığını vurgulayan Başbuğ, “Evet, etkenlerden biri bu ama şu konuyu görmekte fayda var. ABD’nin Dedeağaç ile ilgili faaliyetleri yeni bir hadise değil. 89 ya da 90 yılında ABD ile Yunanistan karşılıklı askeri iş birliği anlaşması imzaladılar. Bu anlaşma 2019 yılında ek protokolle bir takım ilavelere tabii tutuldu. NATO kapsamında tabii tutulan hususlar da şu; Dedeağaç’ta bir liman kurulması.

Bu liman üzerinden Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan gibi ülkelere NATO’nun lojistik destek sağlaması, NATO kapsamında bu limanın modernize edilmesi. Maddelerden biri buydu. Yine ek protokolde birtakım adaların modernizasyonu, askeri üslerin geliştirilmesi gibi karşılıklı yapılan anlaşmalar var. Fakat bu Dedeağaç’taki bu anlaşmalar gereği yapılan faaliyetleri bir takım medya yeni bir gelişme ve Türkiye’ye karşı hamle olarak okudu. Doğru, Türkiye de bu amaçların içinde. ABD’nin bir taşla iki kuş vurma siyasetinin bir parçası. Ama doğrudan ABD Türkiye’yi hedef alıyor, Dedeağaç’a onun için çıkarma yapıyor gibi yaklaşım bana göre yanlış.” ifadelerini kullandı.

“BULGARİSTAN VE ROMANYA’YA BİR TAKIM SEVKİYATLAR VAR”

ABD’nin Yunanistan ile yaptığı son askeri faaliyetlerin birkaç amacının olduğunu söyleyen Başbuğ şu ifadelere yer verdi: Bir; Rusya’yı çevrelemek kuşatmak. İki; Türkiye’yi yedeğe almak. ABD bize aklı sıra gözdağı verdi. ‘Seni yedeğe alırım, Yunanistan üzerinden ben yeniden kendime üsler açarım.’ Bir niyet ve maksadı bu. ABD’nin görülmeyen bir niyet ve maksadı da Pire limanı. Oraya ciddi şekilde çöreklendiler. Orada da ciddi planlamalar yapıyor. Çin’i de engellemek istiyor. Böyle bir ortamda Miçotakis ayağına gelmiş ülke senin buyur demiş, ABD de haklı olarak bu fırsatı kaçırmaz.

Bunun da üzerine anlaşmalar ve ek protokollerle birlikte bir askeri hareketlilik gördük. Dedeağaç’tan başlayan ve yukarıya doğru devam eden bir süreç işliyor. Burada NATO kapsamında yapılan anlaşmaları göz ardı etmemek lazım. Rusya da, Yunanistan’daki yapılanmadan rahatsızlığını dillendirmeye başladı. Giren tank ve askerlerden Bulgaristan ve Romanya’ya yönelik bir takım sevkiyatlar var. ABD yaptığı anlaşma kapsamında Bulgaristan’a 70’den fazla F-16 uçağı verecekti. Daha bu uygulanmadı. Asker sayısını da artıracaktı.

“ABD, RUSYA’YI KARADENİZ BÖLGESİ’NDE ABLUKA ALTINA ALMANIN YOLLARINI ARIYOR”

Bunları bütün değerlendirdiğinde ABD sadece Dedeağaç değil, Bulgaristan ve Romanya dahil Rusya’yı Karadeniz Bölgesi’nde abluka altına almanın yollarını arıyor. Aynı zamanda Çin’i de dengelemek için bir takım faaliyetleri var. Türkiye açısından baktığımızda yedekleme ve gözdağı verip kuşatma faaliyetleri var. Ama ben hiçbir zaman ABD’nin tutup da Türkiye’ye bir takım askeri harekatlar yapacağına ihtimal vermem. Çünkü ABD Türkiye’yi savaşla karşısına almayacak kadar akıllı devlet. Bu soruyu sordular.

Beyaz Saray’ın sözcüsü devletin de niyetini gösteren cümleler kurdu. Türkiye ile savaşı asla arzu etmeyiz. Bu ciddi bir gelişme olur. Biz işin o noktaya gelmesini istemeyiz dediler. Bu iş gerçek sahaya döküldüğünden vekalet savaşçıyla ya da 3 5 tane askerle olacak iş değil. ABD bunun çok iyi farkında. Türk ordusu da şu an dünyanın en iyisi. Dolayısıyla bu gelişmeleri savaş çığırtkanlığı olarak görmemek lazım. Ama yakından da takip edip ona göre pozisyon almak en iyi yol. Devlet şu an bunu yapıyor. Ama bazı medyalar bunu biraz daha abartılı görerek, Sanki ABD’ Türkiye’ye savaş açacakmış gibi noktaya getirmek istiyorlar. Ben pek katılamıyorum bu yoruma.

BİDEN’IN ‘ESKİ ABD GERİ DÖNDÜ’ AÇIKLAMASININ ARKASINDAKİ NATO GERÇEĞİ!

ABD Başkanı Joe Biden’ın iktidara geldikten sonra yaptığı ve açıklamaya değinen Başbuğ, “Biden dedi ki, ‘Eski ABD geri döndü’ dedi. Bu tesadüfen kurulan bir cümle değil. Bunun karşılığı ABD eski dünya düzenindeki yerine geri gelecek demektir. Neydi eski dünya düzeni. Rusya dağılmadan önceki kızıl tehdit, onun karşısında oluşturulmuş Bir NATO. Şimdi NATO ruhunu yitiriyor. Avrupa’da bir ordu dillendiriliyor PESCO. Türkiye’nin de Türk dünyası ile ilgili hamleleri var. Böylece ABD’nin elinde taşeron örgüt olan NATO, istikbali tehlikeye düşmüş bir kuruma dönüştü. ABD, Biden gelemden önce NATO’daki savunma kolejine bir rapor hazırlattı. O raporda, NATO ruhunu yitirdi. ABD NATO’yu diriltmek için bir şeyler yapmalı deniliyor. NATO ruhunu yitirdiyse ABD’nin yapması gereken ne? Kızıl tehdit sopasını uzatıp Avrupa devlerini gaza getirerek ‘Rusya yine tehdit oluşturuyor’ demeye getirecek.

Bu ortamı yaratmanın yolu Rusya ile gerilimi tırmandırmak ve ABD’nin bu gerilimden nemalanması. ABD bunun için Karadeniz’de bir anda hamleler yapmaya başladı ama Avrupa devletleri gaza gelmedi. Almanya, Fransa buradaki gelişmelerde seyirci kalacağını gösterdi. Bir anda İngiltere devreye girerek, gemi göndermek zorunda kaldı. Çünkü ABD’nin de arkasında derin İngiltere var. ABD bu açıdan baktığında Doğu Avrupa’daki yapılanması ve eski tehditleri canlandırması için hamleler yapması lazım Şu an onu deniyor ama Avrupa’daki devletler artık uyandı. Yunanistan veya ABD’nin yapacağı harekata Türkiye başta olmak üzere uzaktan seyirci kalınır. NATO’nun 51’inci maddesinin işlemeyeceğini düşünüyorum.

YUNANİSTAN’IN TÜRK KÖYLERİNDEKİ KOMANDOLU TATBİKATLARI

Yunanistan’ın Türk köylerinde gerçekleştirdiği komandolu tatbikatlarla ilgili de değerlendirmede bulunan Başbuğ şu açıklamalara yer verdi: “Yunanistan bunu daha önce de yaptı. Provokasyon maksatlı yaptı. Türkiye Batı Trakya’daki Türklere sahip çıktığı için karşı hamle olarak Yunanistan bunu yaptı. Biz hemen protesto ettik ve dillendirdik. Yunanistan bu tür faaliyetlerini geri çekmek durumunda kaldı. Yunanistan Türkiye’yi her yerden provoke etmenin yollarını arıyor. Amaçları, Türkiye’yi saldırgan bir politikaya dönüştürmek ve Avrupa’ya dönüp tehdit altındayım bana yardım edin demek. Burada Yunanistan kendisini, destekleyecek yapıları hareketlendirmek ve Türkiye’yi provoke etmek için bu tür eylemlerde bulunuyor.”

5.

Casusluktan tutuklanan Metin Gürcan’ın adı, CIA uzantılı raporda 39 kere geçiyor

DEVA Partisi kurucularından eski Özel Kuvvetler askeri Metin Gürcan’ın, RAND Corporation’ın Türkiye raporunda adına tam 39 kere atıf yapılıyor. Raporda, Gürcan’ın 15 Temmuz kanlı darbe girişimini “isyan” olarak tanımladığı görülüyor.

 30.11.2021 
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında, DEVA Partisi kurucu üyesi Metin Gürcan‘ın “siyasi ve askeri casusluk” suçlamasıyla tutuklanmasının yankıları sürüyor.

HAKKINDAKİ İDDİALAR

Eski Özel Kuvvetler mensubu olan Gürcan’ın iki ülkenin elçilik çalışanlarına binlerce dolar karşılığında gizli askeri/siyasi bilgiler verdiği, raporlar hazırladığı belirlendi. Otel, AVM ve arabada zarf içinde para alırken polisin takibine takılan Gürcan, para aldığı isimlerin diplomat, yaptığı işin de danışmanlık olduğunu öne sürdü.

DEVA Partisi'nin kurucu üyesi tutuklandı! Casusluk suçlamasıDEVA Partisi’nin kurucu üyesi tutuklandı! Casusluk suçlaması

RAND’IN RAPORUNDA ADINA 39 KERE ATIF YAPILIYOR

CIA‘nın gölge kuruluşu RAND Corporation tarafından hazırlanan Türkiye raporunda, Gürcan’a 39 yerde atıf yapılarak referans verilmişti.

Türkiye için darbe planları yapan bir organizasyonun eski bir Türk askerine bu kadar atıf yapması dikkatlerden kaçmazken, Gürcan’ın 15 Temmuz darbe girişimi için “darbe” ifadelesini kullanmayıp “isyan” dediği yazısı da bu raporda yer almıştı.

Gürcan’ın özellikle darbenin başarısız olma nedenleriyle ve darbe sonrası tasfiyelerle ilgili yazılarına atıfta bulunuluyor.

“ÇUVAL GEÇİRME HADİSESİNDE ABD ASKERLERİYLE ÇAY İÇTİ” İDDİASI

Bir dönem Özel Kuvvetler askeri olan ve yurt dışında sıkça görev yapmış olan Gürcan ile ilgili iddialar arasında, çuval geçirme hadisesi de var. Gürcan’ın Süleymaniye’de Türk karargahını basan ABD’li askerlerle o vahim olay sonrası oturup çay içip sohbet ettiği, Özel Kuvvetler’den de bu nedenle uzaklaştırıldığı iddia edildi.

“KENDİ ASKERİNE SIKTI” İDDİASI

Ayrıca Metin Gürcan’ın Şırnak’taki birliğinde yüzbaşı olarak kendi askerini hedefe koyup bacak arasından atış talimi yaptırdığı diğer bir iddia.

YAYCI DA TEPKİ GÖSTERMİŞTİ

Emekli Amiral Cihat Yaycı da Metin Gürcan için şu ifadeleri kullanmıştı:

“Çuval geçirecekler başına, tutacaksın sen de asker olarak çay ikram edeceksin!. Rand raporuna görüş yazacaksın. Rudaw denilen kuruma demeç verip PKK‘yı öveceksin, askerine bacak arasından ateş edeceksin, ondan sonra da FETÖ’cüler adamı koruma altına alacaklar. Böyle bir şey yok.”

METİN GÜRCAN KİMDİR?

1998-2014 arasında TSK‘da görev yapan Gürcan, asker olduğu dönemde ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü’nde Güvenlik Çalışmaları alanında Master yapmış, ardından Ocak 2015’te TSK’dan kendi isteğiyle ayrılmıştır.

YENİ ŞAFAK, GÜRCAN’IN EMNİYETTEKİ İFADESİNE VE HAKKINDAKİ İDDİALARA ULAŞTI

Gürcan’ın emniyet ifadesi de ortaya çıktı. Ankara Başsavcılığı, Gürcan’ın “casusluk” yaptığı yönünde gelen ihbar üzerine soruşturma başlattı. Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, 2020’den bu yana Gürcan’ı teknik ve fiziki takibe aldı. 2020’den bu yana teknik ve fiziki takiplerde, Gürcan’ın görüştüğü kişilerden zarf içinde para aldığı ve yine zarf içinde topladığı gizli bilgileri verdiği belirlendi.

2015’te TSK’dan ayrıldığını anlatan Gürcan, 2019’dan itibaren de Türkiye’nin yakın çevresiyle ilgili talep eden kişi ve kurumlara “şeffaf, tamamen açık” şekilde danışmanlık hizmeti verdiğini savundu.

DİPLOMATLA ZARF ALIŞVERİŞİ

Yapılan teknik ve fiziki takip çalışmaları neticesinde Gürcan’ın, büyükelçilikte diplomat olarak çalıştığını söylediği kişilerle otel ve AVM’de birçok görüşmeleri tespit edildi.

Gürcan’ın fiziki takip sırasında Ankara’daki bir otelde “X1” olarak kodlanan bir kişiyle görüştüğü ve bu kişiye zarf uzattığı, aynı zamanda Gürcan’ın da bu kişiden aldığı zarfı montuna sakladığı belirlendi.

HER GÖRÜŞMEDE 400 DOLAR

Farklı tarihlerle de aynı şekilde zarf alışverişi yaptıkları güvenlik kamera kayıtlarıyla da belgelenen bu olaya ilişkin Gürcan, 30 Kasım 2020’de Cinnah Otel’deki bir görüşmeyle ilgili olarak X1’i büyükelçilikte görevli bir diplomat olarak açıkladı.

Gürcan, “Kendisine Türkiye’yi değil Irak, İran, Suriye, Afganistan, Libya zaman zaman Yunanistan ve Ukrayna gibi ülkelerdeki haftalık gelişmeleri içeren çizelge ve analizleri sunarım. Bana verdiği zarf içerisinde çizelgelerle ilgili bilgi notu ve elden aylık düzenli olarak yaptığı 400 dolar bulunmaktadır” dedi.

Bir görüşmesinde X1 kodlu diplomatın “Erdoğan, Cezayir hükümeti ile iyi ilişkiler içinde mi?” diye sorduğu, Gürcan’ın ise “Çok da iyi değil” dediği görülüyor.

Yine tapelere göre X1, Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle ilişkisinin ne durumda olduğunu soruyor. Gürcan, buna, “İyiye doğru gidiyor ama buradaki mesele Doğu Akdeniz. Erdoğan’ın geri çekilmesi imkansız, bunu diplomatik ve siyasi müzakerelerle çözmesi imkansız” karşılığını veriyor.

KAVALA VE DEMİRTAŞ’IN SERBEST KALMASI İÇİN

Gürcan’ın, konuşmasının devamında ise “Almanlar, Kavala ve Demirtaş’ın serbest bırakılması konusunda çok daha agresif bir tutum içerisine girecekler. Eğer Biden yönetimi ve AB yetkilileri arasında bir koordinasyon olursa, bu yaptırımlar konusunda da olur” diyor.

6 AYLIK PARAYI PEŞİN İSTEDİ

Gürcan, Türkiye’yle ilgili verdiği bilgiler karşılığında kendisine ödenen paranın 6 aylık olarak verilmesini de istemiş. Gürcan, “Böyle 6 aylık bir ödeme yapılabilirse ben de bütçemi daha rahat ayarlarım” derken, X1’in “Bence mümkün ama merkeze sormam lazım” karşılığını verdiği kayıtlara geçti. “Merkez” olarak tanımlanan yerin neresi olduğu sorulan Gürcan, merkez olarak belirttiği yerin, ilgili ülkenin dışişleri bakanlığı olduğunu söyledi.

ERKEN SEÇİMİ KONUŞMUŞ

İkili arasında erken seçim konusunda yapılan konuşmalar ise dikkat çekiyor.

O konuşma şöyle:

– X1: Dün bana gönderdiğin makalede Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkinin iyiye gideceği yazıyordu.

– Gürcan: Ben onun kadar iyimser bakamıyorum. Bir de eğer Erdoğan yüzünü AB’ye çevirirse AB’yle iş birliğini arttırmak zorunda kalır ama bunu Bahçeli’ye açıklaması olanaksız. Yapamaz çünkü Bahçeli bunu istemiyor.

– X1: O zaman Bahçeli burada kilit unsur.

– Gürcan: Evet, doğru kilit unsur. Sana söylediğim gibi, eğer erken seçim isterse Türkiye’de her şeyi değiştirebilir. Eğer erken seçime gitmek istediğini açıklarsa bu Erdoğan’ın sonu olur, bundan eminim.

Ayrıca X1 ve Gürcan arasında erken seçim üzerinden devam eden konuşmalarda şüphelinin MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin hasta olduğu iddiasını da gündeme getirmesi dikkat çekti.

X1’in “erken seçim olacak mı?” diye sorduğu o konuşmanın ayrıntıları da şöyle:

Gürcan: (Erdoğan’ı kastediyor) Kendisi istemiyor. O, seçimleri 2023 yazında yapmak istiyor. Bu şekilde ayarlandı ama tüm bu iç ve dış siyaset dinamikleri ve ekonomi durumu onu erken seçime götürebilir, bu konuda ilk belirleyici aktör Sayın Bahçeli. (Bahçeli için) Kendisi çok inatçı, biliyoruz. Arkadaşları, başka hastaneye gidemediğini söylüyorlar. Çok hastaymış. Onun oyundan çıkması da Sayın Erdoğan’ın düşünmesi gereken bir başka risk. Yaşlanıyor ama henüz bir halef ilan etmedi. 4-5 kişi yerine geçmek için mücadele ediyor ama resmen halef ilan etmedi, şu kişi benim yerime geçecek demedi henüz.

X2 ADLI DİPLOMATLLA OTOPARKTA GÖRÜŞMÜŞ

Gürcan’ın, X1 kodlu diplomatın yanı sıra bir başka ülkenin büyükelçiliğinde görevli diplomat olan X2 isimli kişiyle de irtibata geçtiği belirlendi. Diplomatla Ankara’daki bir AVM’nin otoparkında yarım saat görüştüğü tespit edilen Gürcan, buna ilişkin, “Görüşmede aynen (…) gibi Suriye de diplomatik misyonu olmayan (…) Suriye ile ilgili tüm diplomatik ve elçilik görevlerini kendilerinin yaptığını bu kapsamda Suriye çizelgesini beğendiğini ifade etti. Aynı zamanda Doğu Akdeniz, Libya, İtalya, Yunanistan ilişkileri, mülteci hareketliliği, gene misyonlarını yani elçiliğini kapattığı Afganistan’daki gelişmeler hakkında bilgi alışverişinde bulunduk” dedi.

“İSTİHBARATÇI OLDUĞUNU BİLİYORDUM”

TEM polisi, Gürcan’ın yaptığı konuşmalarda sürekli “Headquarter (HQ)” kelimesini kullanıldığını tespit etti. Buna ilişkin Gürcan’a “Yapılan araştırmalarda HQ ifadesinin istihbarat teşkilatları ve askeri kuruluşları için kullanıldığı, Dışişleri Bakanlıkları için bakanlık (ministry) ifadesi kullanılmaktadır. Buradan hareketle muhatabınızın istihbaratçı olduğunu bildiğiniz anlaşılmaktadır. Yabancı ve istihbaratçı olduğunu bildiğiniz bir şahısla görüşmelerinizi neden sürdürdünüz?” diye sordu. Gürcan, “Ben X1’i dışişleri bakanlığına bağlı (…) Büyükelçiliğinde diplomatik misyon temsilcisi olarak bilirim. Hal ve hareketlerinden asla bir istihbaratçı tavrı çıkarmadım” dedi.

Gürcan bunun zoraki bir yorum olduğunu iddia etti.

“TÜRK ASKERİ SAHADA OLMAYACAK “GÜZEL”

Gürcan’ın yaptığı görüşmelerde, görüntü kayıtlarının yanı sıra ses kayıtları da alındı. Sorgu tutanağına da yansıyan bu tapelere göre, Gürcan’ın gizli kalması gereken güvenlik bilgilerini de muhataplarına ilettiği tespit edildi. Özellikle Karabağ’da oluşturulan Türk-Rus Ortak Gözlem Merkezi’yle ilgili paylaştığı bilgiler dikkat çekti. Gürcan, bölgede devriye gezen Türk askerinin olmadığını, Rus drone’larının uçurulacağını aktarıyor.

Gürcan bir görüşmede X1’e Karabağ’ın işgalden kurtarılmasından sonra Türk askerinin pozisyonun anlatırken, “Operasyonel vazifeleri yok. Türk birliklerini sahada göremeyeceğiz” diyor. X1’in “Yalnızca subaylar?” sorusuna Gürcan “Evet, yalnızca merkezde oturan subaylar” karşılığını veriyor. X1’in tepkisi ise “Güzel” oluyor.

İşte o görüşmenin tapesi:

– X1: Peki Rusya ile ilgili durum nedir? Barış antlaşması konusunda ortak gözlem merkezi ne durumda?

Gürcan: Karabağ’daki. Herhangi bir operasyonel bir vazifeleri yok dolayısıyla Türk birliklerini sahada göremeyeceğiz. Bölgede devriye gezen Türk askeri yok.

– X1: Yalnızca subaylar?

– Gürcan: Evet, yalnızca merkezde oturan subaylar.

– X1: Güzel.

– Gürcan: Ruslar Türk askerinin devriye gezmesini istemiyor bundan yüzde yüz eminim. Bir arkadaşım bana Ankara’nın terör eylemlerinin gözlenmesi için Türk drone’larının kullanılması gerektiğini söyledi.

– X1: Drone’lar?

– Gürcan: Ankara, istihbarat edinmek amacıyla bölgede kendi drone’larını kullanmak istediğini söyledi. Ruslar bunu istemedi.

– X1: Ruslar haber ve istihbarat toplayacak, Türkiye sadece izleyecek öyle mi?

– Gürcan: Evet sadece izleyecek.

“30 ÜLKEDEN GÖRÜŞME TALEBİ ALDIM”

Bölgesel jeopolitik uzmanlık, dış politika ve güvenlik uzmanlıklarının olduğunu belirten Gürcan, “Türkiye’de belki 30’ün üzerinde büyükelçilikten görüşme talebi aldım. Türkiye’ye mevcut jeopolitik görünümde en yakın müttefik olarak gördüğüm ve Türkiye’yi önemseyen (…) ve (…) dışında bu hizmeti kimseye vermiyorum” ifadesini kullandı.

Gürcan, gizli bilgileri toplamak için bir de ekip kurmuş. Bu ekibin yaptığı çalışmalarla hazırlanan belgeler zarf içinde ilgililerine aktarılmış. Gürcan, söz konusu ekibiyle ilgili, “Ekibimiz iyi. Daha fazla rapor hazırlamak için onlarla iletişime geçmeyi planlıyorum” ifadesini kullanıyor.

7.

Şentop, Yunan ve Fransız başkanların yüzüne söyledi: Sizi insanlığa davet ediyorum!

Meclis Başkanı Şentop, dünya parlamento başkanları toplantısında Fransa ve Yunanistan’ı eleştirdi. Göçmenlerin gördüğü kötü muameleye ilişkin konuşan Şentop, “Yunanistan ve sessiz kalan AB ülkelerini insanlığa davet ediyorum” dedi.

Şentop, Yunan ve Fransız başkanların yüzüne söyledi: Sizi insanlığa davet ediyorum!
GİRİŞ 28.11.2021 13:52GÜNCELLEME 28.11.2021 13:53

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Şentop, Avrupa Konseyi’nin başörtüsü kampanyasını veto ederek durduran Fransa‘yı “iki yüzlülükle” suçladı. Şentop, Türkiye’nin Avrupa’nın göçmen deposu olmadığını da söyleyerek, Yunanistan‘a sert tepki verdi.

Şentop, İspanya’nın başkenti Madrid’de düzenlenen Parlamentolar Arası Birlik (PAB) 143. Genel Kurulunda konuşma yaptı.

TBMM Başkanı, “Başka ülkelere demokrasi ve medeniyet dersleri vermeye kalkan Fransa, ülkesinde büyük ölçüde sömürgecilik döneminin bakiyesi olan önemli bir Müslüman nüfus yaşarken; ev sahipliğini de yaptığı, insan haklarını savunma iddiasındaki uluslararası bir kuruluşun düzenlediği ayrımcılıkla mücadele kampanyasının sonlandırılmasına yol açıyor ve bu konuda kimseden ses çıkmıyor. Bu ikiyüzlülüğü ifşa etmek mecburiyetindeyiz.” ifadelerini kullandı.

Şentop, “Türkiye, kimseden ses çıkmasa da kimse istifini bozmasa da Müslüman olsun olmasın her zaman mazlum, mağdur ve muhtaç tüm toplumların ve insanların ve en önemlisi hakkın ve haklının yanında olacaktır.” dedi.

Popülist siyasetin demokrasiyi ve insan haklarını ciddi şekilde tehlikeye attığını vurgulayan Şentop, şöyle devam etti:

“Avrupa Konseyinin Kapsayıcılık ve Ayrımcılıkla Mücadele Birimi başörtülü kadınlara yönelik ayrımcılıkla mücadele çerçevesinde çok değerli bir kampanya başlattı. Avrupa Konseyinin temelini oluşturan insan haklarının korunması ve geliştirilmesi adına takdiri hak eden bu girişim, Konsey’e ev sahipliği yapan Fransa’da bazı siyasetçilerin gösterdiği tepkiler üzerine maalesef sonlandırıldı. Peki bu durumu nasıl izah edeceğiz? Burada, demokrasilerimizi ve insan haklarını korumak ve ayrımcılığın üstesinden gelme bağlamında kulağa hoş gelen cümleler kurarken, yaşanan bu olayı hangi zemine oturtmamız lazım? Bunu açıkça ve samimi bir şekilde tartışmak mecburiyetindeyiz. Esasen din, dil, ırk, etnik ve ulusal köken, renk gibi sebeplerle tetiklenen ayrımcılık; toplumların bütünlüğünü ve birliğini genel siyasi ayrılıklardan da fazla tehdit ediyor.”

Şentop, son 20 yılda ayrımcılık, yabancı karşıtlığının arttığına dikkati çekerek “Özellikle de İslam düşmanlığı tüm dünyada tehlikeli seviyelere ulaştı. Maalesef, uluslararası toplum ve kurumlar bu vahim tablo karşısında tamamen duyarsız ve etkisiz.” dedi.

Ege'de Yunan vahşeti: Göçmenleri diri diri yaktılarEge’de Yunan vahşeti: Göçmenleri diri diri yaktılar

YUNANİSTAN VE SESSİZ KALAN AVRUPA ÜLKELERİNE ÇAĞRI: İNSANLIĞA DAVET EDİYORUM

Düzensiz göç krizine de değinen Şentop, “İnsanları yurtlarından, evlerinden göç etmeye mecbur bırakanlar, ortaya çıkan insani krizlerde sorumluluk almaktan kaçıyorlar. Akdeniz göçmenlerin toplu mezarına dönüştü. Göçmen botlarını Türkiye’ye doğru iten, göçmenleri aç bırakan, göçmen botlarını şişleyip batıran Yunanistan ve ona karşı tavır geliştirmeyen Avrupa ülkelerini sorumluluğa ve insanlığa davet ediyorum. şeklinde konuştu.

Şentop, Yunanistan’daki ve Batı’daki sivil insan hakları inisiyatiflerinin hazırladığı raporları, 170’ten fazla ülkenin üyesi olduğu PAB’daki bütün parlamento başkanlarına göndereceğini söyledi.

“İnsanlığın vicdanı olmuştur” diye nitelediği Türkiye’nin, 5 milyona yakın düzensiz göçmeni 10 yıldır misafir ettiğini, dünyada en çok göçmen barındıran ülke olduğunu ifade eden Şentop, “Türkiye Avrupa’nın göçmen deposu değildir. Göç konusunda sorumluluk almayan ülkelerin insanlık ve vicdan krizi, en az göç sebebiyle yaşanan insani kriz kadar büyüktür.” değerlendirmesinde bulundu.

KOVİD-19 SALGINI

Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını ile “sadece paranın, malların, insanların değil hastalıkların da küreselleştiğinin görüldüğünü” belirten Şentop, “Hiçbir ülke sadece kendi vatandaşlarını tedavi ederek, kendi vatandaşlarını aşılayarak salgından korunamaz, kurtulamaz. Aşı milliyetçiliği, aşı ayrımcılığı, aşı bencilliği önce bunu yapanlara zarar verecektir.” dedi.

Şentop, Türkiye’nin devlet geleneğinin temelinde “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” prensibi olduğunu hatırlatarak son salgından sonra bu sözü “İnsanı yaşat ki devlet ve dünya yaşasın” diye genişlettiklerini söyledi.

TBMM Başkanı, “Ne yaparsak yapalım unutmayalım ki merkeze insanı almadığımız, siyasi çıkarı amaç, insanı araç gördüğümüz hiçbir anlayış başarılı olmayacaktır. Ümitsiz olmayın, yeni ve adil bir dünya mümkün. Biz bunun gerçekleşeceğine bütün kalbimizle inanıyoruz.” ifadesini kullandı.​​​​​​​

KAYNAK: AA

8.

 

 

10.

Atatürk’ün ‘ata’sı dede mi hoca mı öğretmen mi?

.

  • GİRİŞ27.11.2021 09:43
  • GÜNCELLEME29.11.2021 09:03

Her yıl 24 Kasım Öğretmenler Günü geldiğinde, öğretmen kelimesinin hocalığı küçük düşüren yıkıcı bir buluş olduğunu söyleyen Nihat Sami Banarlı’nın Türkçenin Sırları kitabındaki  “Ata, hoca ve öğretmen” yazısı gelir aklıma hemen. Yazar, bu makalede ‘Atatürk’ün ‘ata’sı dede mi hoca mı?’ sorusunu cevaplarken, ata, hoca ve öğretmen kelimelerinin tarih boyunca oluşan anlam katmanlarında dolaşır ve Atatürk’ün atasının anlamı konusunda ciddi çaba sarfeder. Bu ilginç metni, büyüteç altına yatıracağım bu yazıda.

 

Nihat Sami Banarlı, makalesinde,  Fatih Sultan Mehmed’in hocaları divana gelince, onları ayakta karışladığını hatırlatarak  “hocaya böylesine hürmet şimdi bir masaldır. Büyük ve manevi bir tükeniş bizim vicdan ve terbiye dünyamıza musallat olmuş ne hocaların bir nicesinde hocalık vasfı ne de talebede ve velilerde hocaya saygı duygusu bırakmıştır” demektedir.

HOCA KELİMESİNİN SEMANTİĞİ

Eğitimimizin en temel meselelerinde öğretmen konusu, en az öğrenci ve eğitim sistemi kadar önemlidir. Nihat Sami Banarlı, öğretmen eğitim sistemi etkileşimi tespit ederken çarpıcı bir yargıda bulunur: “Siyasi partilerin ve yabancı ideolojilerin hocaları birer alet gibi kullanmaları, hele hocaları böyle siyasetlere alet olabilecek vasıfta yetiştirmeleri, o Tanrı mesleğini büyük çatırdayışlarla yıkmıştır. Bir kısım hocaların ise yabancı ve yıkıcı ideolojilere alet olacak kadar meslek haysiyetinden mahrum yetiştirilmeleri bu yıkımı körüklemiştir. Hocalığa derin saygı ve haysiyetle bağlı kalmasını bilen asıl hocalarımız ise bu mevzuun sadece ıztırabmı çekiyor.”

Hocalığı küçük düşüren, yıkıcı, uyduruk, cılız sesli ve ters manalı öğretmen kelimesini o ulu mesleğe ad olacak ulviyette bulmayan Nihat Sami Banarlı şu tespiti yapar: “Hocalık mesleğine derin saygı duyan atalarımız bu mesleğe isim seçerken daha Türklüğün kuruluşundan beri onu yalnız mana bakımından değil ses bakımından da ifade edebilecek heybetli kelimeler seçmişlerdi. Eskilerin: hatta en eskilerin hocalarına Ata Koca gibi göğüs dolusu seslerle söylenir büyük heybet ve kudsiyet ifade eder unvanlar seçmeleri eski ve büyük Türk ruhunun kelimelere vuran akisleriydi.”

Nihat Sami Banarlı, ata kelimesinin sözlükteki karşılığına dikkat çekiyor: “Bunlardan Ata kelimesinin Türk topluluğunda eskiden beri baba dede yaşlı ve tecrübeli bilgili adam mukaddes ihtiyar ve din büyüğü gibi manaları yanında hoca muallim ve terbiyeci manasıyle de kullanıldığını şimdi çok iyi biliyoruz. Bu manada ata kelimenin birinci manalarındaki bütün hürmet ve kudsiyet ifadelerini asil bağrında toplayan öylesine heybetli bir ihtiram kelimesiydi.”

Öğretmen kelimesine,  “Fuad Köprülünün isabetle kaydettikleri gibi tarihi ata kelimesinden başka bir şey değildir. Aynı kelime Büyük Selçukiler devrinde tekrar dirilmiş ve meşhur Atabek unvanı bu kelimeden doğmuştur: Atabekler Selçuk şehzadelerine fikri ilmi siyasi idari ve askeri mevzularda hocalık yapan Selçuk büyükleri ve Selçuk bilginleridir.” tespitiyle itiraz etmektedir yazar.

Dolayısıyla hoca anlamında ata kelimesi, fizik ve psiko sosyal gelişiminde insana rehberlik edebilecek çapta yetişmiş, kültürel aktarımın yanında sağlık başta olmak üzere tüm değerlerin koruyucusu bir role karşılık gelmektedir: “Eski Türklerin dertlere deva bulan doktor manasmdaki hekimlere atasagun demeleri de bu bakımdan manalıdır. Çünkü Türkler arasında hekimlerin bilgilerini ilahi kaynaktan almış mukaddes kimseler olduklarına dair inanışlar yaşardı. Atasagun hem sağlık atası sağlık hocası hem de hakim = hekim manasında bir kelime midir..”

Hoca kelimesi, Hz.Peygamber sallahu aleyhi vesellemin varisi, insanın kemal arayışında en büyük destekçisi bir Allah dostudur aynı zamanda. Nihat Sami Banarlı, bu aşamada ata kelimesinin Türkçedeki tam karşılığının hoca olduğu tespiti yapar: “Ortaasya Türkleri arasında tasavvuf imanını müesseseleştiren ilk Türk evliyasına XII. asır Türkleri Hoca Ahmed Yesevi diyorlardı. Buradaki hoca kelimesi eski ata sözü gibi sahibine derin saygı ifade ediyordu. Esasen Türkler kendi coğrafyalarında Allaha varma yollarını Türk vicdanına vecidle heyecanla telkin eden büyük iman ve tasavvuf adamlarına derhal ata demeğe başlamışlardı. Daha müslümanlığın ilk devirlerinde böyle mukaddes bir unvanla sevilen ozanlar piri meşhur Korkut Ata ile onun gibi bir iman ve ihlas hocası olan Çoban Ata hep kendilerine böyle büyük adlar layık görülen azız şahsiyetlerdi.”

Nihat Sami Banarlı, ata ile hoca kelimelerinin aynı anlama geldiğini “Asırlar ilerledikçe Yesevi ailesinden veya tarikatinden gelen büyüklere adeta sıra ile ya hoca yahut ata denildi. Bu ülkede birbiri ardından adeta nöbetleşe bir unvanla çok sayıda atalar ve hocalar sıralandı. XIII. asır ilhanlılar devri alimlerinden Tabib Reşidüddin Türkçede yaşlılara Hoca Koca derler Hace: Hoca sözü aslında Türkçedir Arapça veya Acemce değil, demek ihtiyacını duymuştur. Türkler bizzat hoca kelimesini Farisideki hace kelimesindeki mana ve kudsiyetle kullanmış eski Türkçe üstad adam mukaddes adam manasmdaki koca kelimesinin bir devamı olarak yaşatmışlardır. Bu kullanış bugün Türklüğünü muhafaza eden topluluklar ve aileler arasında hala aynı kuvvetle yaşar.” şeklinde kesin hükme bağlar.

ÖĞRETMEN KELİMESİNİN YAPILIŞI

Nihat Sami Banarlı, öğretmen kelimesini de semantiğiyle ele alıp hoca kelimesiyle karşılaştırmaktadır: “Nitekim öğretmen kelimesinin millete devlet zoruyla kabul ettirilmek istendiği ilk anlardan başlayarak aradan geçen bunca yıllara rağmen bugün hala Türk halkı ile hocalarına sevgi ve saygı besleyen Türk çocukları bu kelimeye hürmetle bağlıdırlar. Sevdikleri saydıkları öğretmenlerine mutlaka hoca hocam diye hitap ederler. Onlara karşı öğretmen kelimesini kullanmaktan adeta utanç duyarlar. Bu o kadar böyledir ki geniş Türk topluluğu içindeki bütün gerçeklere göz ve kulak kapamış olanlardan başka herkes bunu bilir. Hoca adam tabiri hala bir saygı ve kiymet ifadesi halinde bütün vatan dilinde canlıdır. Demek ki halkımız eski asil ve tarihi seciyesini kaybetmiş değildir. O hocasına imkan buldukça saygı göstermekte tereddüt etmiyor. Bizim hocalık mesleğine eski İtibarını kaybettirmemiz bunun kaybolduğu her yerde o büyük halktan olamamak yolundaki kozmopolit veya yıkıcı ruhda insanlarımız yüzündendir.”

Kısaca Nihat Sami Banarlı, ata ve hoca kelimelerini karşılamayan, uyduruk olduğunu iddia ettiği öğretmen kelimesinin sözlüklerden ve günlük konuşmadan çıkarılması gerektiği görüşünü ortaya atmaktadır: ‘’Başka dillerde de az çok böyle olmakla beraber Türkçede kelimeler manalarının notaları halinde yaratılmış veya o hale konulmuş mücevherlerdir. Bu güzel ve dahiyane işi şu veya bu politikacı değil ancak Türk milleti yapar. Eski Tengri sözüne Türk halkının Tanrı ve Allah demesi bunun en güzel misalidir. Türkçede büyük meslekleri ve büyük mefhumları (bugün çok sayıda görüldüğü gibi) cılız ve sünepe sözlerle seslendirmek adeti yoktur. Bugün dilde görülen cılızlık Türkiyedeki son yıkıcı hareketin bir icadı ve her büyük mesleğe taarruz eden bir hamlesi ve hilesidir. Herhalde Türkiyede Hocalık mesleği adı öğretmen kaldıkça kolay yükseltilemez. Bu mesleğe onun manasına uygun yüce bir ad bulunmalıdır.” Hoca ve ata kelimelerinin yanına en az bunlar kadar güçlü kelime yapılmalıdır, demektedir Nihat Sami Banarlı. Dilin gelişmesine, yenilenmesine karşı değildir ama bu dil bilinciyle doğru yapılmalıdır.

ATA, HOCA VE ÖĞRETMEN

Nihat Sami Banarlı, hoca, ata ve öğretmen kelimelerini karşılaştırırken ve yan anlama vurgu yaparken Atatürk’ün ata kelimesini gerçek anlamıyla kullanmaktan duyduğu kaygıyı mı ortaya koyuyor acaba? Bu soruyu cevaplayabilmek için sözlüğe bakmak gerekir.

TDK sözlükte ‘ata’ kelimesinin karşısında şunlar yazmaktadır: 1. isim / Baba; 2. isim / Dedelerden ve büyükbabalardan her biri: “Ey kız gözüme huri görünürsün / Atan sevmez seni benden ziyade” – Karacaoğlan: 3. isim / Kişinin geçmişte yaşamış olan büyükleri.

Dolayısıyla Atatürk ismi, bu ülkede iki anlamda kullanılmaktadır. Ata kelimesine gerçek anlamıyla ‘baba’, ‘dede’ ve ‘büyük baba’ anlamı verenler, Atatürk’ün Türklerin dedesi ve büyük babası olduğunu ileri sürmektedir.

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, kendisine ‘baba’ denilmesinden hoşlanırdı. Atatürk ile Demirel’in ortak özellikleri çocuklarının olmayışıdır. Bu yüzden Atatürk’ün Türklerin babası ya da dedesi anlamında kullananlar da çocuk özleminden hareketle Türk gençliğinin onun evladı olduğunu mu söylemiş oluyor? Devlet başkanları, yönettiği milletin çocuklarını evlat mertebesinde görmesi,  bu sorumlulukla hareket etmesi önemli bir özellik. Demirel, yargıya baş vurup soy adını değiştirmedi, yüzüne söylendiğinde hoşlandığı baba kelimesini soy adı yapmadı. Mustafa Kemal Paşa ise Atatürk kelimesini kanun çıkararak soyadı yaptı.

Ata kelimesini yan anlamıyla ‘kişinin geçmişte yaşamış olan büyükleri’ karşılığında kullananlar ise, Atatürk’ün Türklerin geçmişte yaşamış bir büyüğü, Milli Mücadele’nin baş komutanı, ilk cumhurbaşkanı olduğunu ifade etmektedir.

Atatürk adındaki, ata kelimesini ‘tarihi kişilik’ anlamıyla kullananlar, aynı zamanda hoca anlamını da vermiş olurlar. Atatürk’ün kara tahtada alfabe dersi verirken çekilmiş fotoğrafı var.. Bu fotoğraf ilk okul öğretmenini çağrıştırdığından Atatürk’ün Türklerin babası ya da dedesi olduğunu söyleyenleri rahatsız edebilir. Onlara Atatürk’e ilk öğretmen denildiğini de hatırlatmak gerekmez mi? Nihat Sami Banarlı’yı da, ata, hoca ve öğretmen kelimeleri üzerinde düşünmeye iten ata kelimesini baba ve dede anlamında gerçek anlamıyla kullanışın rahatsızlık vermesi olabilir mi?

11.

Akkuyu’nun reaktör basınç kabı Rusya’dan yola çıktı!

Mersin’in Gülnar ilçesinde yapımı süren Türkiye’nin ilk nükleer santrali Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) Rusya’da yapımı tamamlanan ikinci ünitesi için üretilen reaktör basınç kabı Türkiye’ye gönderildi.

24.11.202

Rusya Devlet Atom Enerjisi Kurumu Rosatom tarafından Akkuyu NGS’nin ikinci ünitesi için üretilen reaktör basınç kabı Türkiye’ye doğru yola çıktı.

Uzmanlar, reaktör basınç kabını yapılan anlaşma çerçevesinde Mart 2019’da üretmeye başladı. Üretim süreci boyunca ekipmanın üst blok kapağı ile hidrotestinin yanı sıra gövde içi cihazların ve kapağın kontrol tertibatı ile ilgili tüm testler gerçekleşti.

Tüm geometrik parametreler, elemanların koordinasyonu ve ürünün yüksek kalitesi komisyon tarafından onaylandı. Tüm testlerin ardından nakliye kolaylığı için tekrar demonte hale getirilerek paketlendi.

Reaktör basınç kabı, Akkuyu NGS sahasına deniz yoluyla gelecek. Ekipman, Petersburg Limanı’ndan Türkiye’nin güney kıyılarına kadar yapacağı yolculukta, 9 bin kilometreden fazla yol kat edecek.

12.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘helalleşme’ çağrısına Terör örgütü PKK’nın elebaşlarından Mustafa Karasu yanıt verdi. Terörist Karasu, ‘Biz helalleşmeye hazırız ama kuru kuruya olmaz. Özerklik istiyoruz.’ dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tartışmaya neden olan ‘helalleşme’ çağrısının kim ve hangi grupları kapsadığını açıklarken “Diyarbakır hapishanesi mahkumlarıyla helalleşeceğiz.” ifadesini kullandı.

Terör örgütü PKK’nın elebaşlarından Mustafa Karasu, Kılıçdaroğlu’nun bu çağrısını değerlendirdi.

CHP’DEN ÖZERKLİK TALEBİ

“Kılıçdaroğlu iyi bir konuya değindi bir helalleşme olmalı.” diyen terörist başı, “Helalleşme olacaksa Kürdün öz yönetimi tanınacak. Özerkliği tanınacak.” ifadelerini kullandı.

“KÜRT HALKININ VARLIĞI TANINMALIDIR”

Helalleşmeye hazır oldukların ama bunun öyle kuru kuruya olamayacağını söyleyen Karasu, “Helalleşme olacaksa Kürt halkının varlığı özgürlüğü tanınmalıdır. Helalleşme olacaksa böyle olmalıdır. Böyle helalleşmeye biz varız. Helalleşebiliriz. Türkiye sınırları içinde özgür ve demokratik yaşamak istiyoruz. Kürt halkının talebi bu.” diye konuştu.

13.

Secretary General shares ideas on NATO’s next Strategic Concept

  • 30 Nov. 2021 –
  • |
  • Last updated: 30 Nov. 2021 14:49

At the Riga Public Diplomacy Conference on Tuesday 30 November 2021, Secretary General Jens Stoltenberg shared his ideas on NATO’s next Strategic Concept.

Speech by NATO Secretary General Jens Stoltenberg at the event: NATO's outlook towards 2030 and beyond, organized by the Latvian Institute of International Affairs in co-operation with the Ministry of Foreign Affairs of Latvia and the NATO Public Diplomacy Division

The new document, which NATO leaders will endorse at the Madrid Summit in June 2022, will set out how NATO will deal with a more unpredictable and competitive world. In his speech, Mr. Stoltenberg outlined five elements that should be at the heart of the next Strategic Concept:

  • protecting our values,
  • reinforcing our military power,
  • strengthening our societies,
  • taking a global outlook, and
  • building NATO as the institutional link between Europe and North America.

Speech

by NATO Secretary General Jens Stoltenberg at the event: NATO’s outlook towards 2030 and beyond

  • 30 Nov. 2021 \

(As delivered)

Speech by NATO Secretary General Jens Stoltenberg at the event: NATO's outlook towards 2030 and beyond, organized by the Latvian Institute of International Affairs in co-operation with the Ministry of Foreign Affairs of Latvia and the NATO Public Diplomacy Division

Minister Rinkēvičs,
Dear Edgars,
Excellencies,
Ladies and Gentlemen.

It is really great to be back in Riga, back in Latvia, for many reasons.

You are a staunch Ally,
You contribute to NATO missions and operations in many ways.
And you meet the 2% guideline.
And you host NATO battlegroup, here in Latvia.

It is really good to be here.
Not least because we have some real snow.
There are many nice things to say about Brussels but they don’t have the same kind of high-quality snow as we find here in Latvia.
So that’s a good thing.

And let me also thank the organisers of this event today.
The Institute of International Affairs and the Ministry of Foreign Affairs for hosting us and organising this event.

I am looking forward to delivering my speech because this gives me an opportunity to share with you some ideas on how to develop the next Strategic Concept of NATO.

Next to the Washington Treaty, the Strategic Concept is NATO’s most important guiding document.
The last one dates back to 2010.

Since then our security has changed beyond recognition.

Today we live in an age of systemic competition.
Russia and China are undermining the rules based international order.
The balance of power is shifting
Democracy and freedom is under heavy pressure.

The next strategic concept is an opportunity to set out how NATO will deal with this new reality.

Five elements are critical.
Protecting our values.
Reinforcing our military power.
Strengthening our societies.
Taking a global outlook.
And building NATO as the institutional link between Europe and North America.

Let me go through each of these in more detail.

First, we must protect the values that underpin our Alliance.
NATO was created to defend democracy, freedom, and the rule of law.
These values define who we are.
They are not optional.
And they must continue to guide us in a more complex world.

These values are under pressure.
Both from outside our Alliance and from within our own nations.

Authoritarian regimes are pushing back on the international rules-based order,
They promote alternative models of governance.

They use propaganda and disinformation to undermine our societies.
And malicious cyber tools to interfere in our elections.
At the same time, there are extremists and political groups within our own countries that do not respect our democratic values.

We saw a stark example of this on 6 January when US Congress was attacked with the aim to impede a peaceful transition of power.

Worldwide democracy is in decline.
And there is less trust in democratic institutions.

So more than ever, we need to demonstrate the strength of our democratic model.
And protect our values.
Abroad and at home.

Second, we must reinforce our military power.

The 2010 Strategic Concept stated that “the Euro-Atlantic area is at peace”.
But today, we can no longer take our peace and security for granted.
The Russian regime is aggressive abroad and oppressive at home.
Its military build-up on Ukraine’s borders is of concern.

Meanwhile, the Chinese Communist Party is using its economic and military might to coerce other countries and control its own people.
Expanding its global footprint from Africa to the Arctic, in space and in cyber-space.
In addition, cyber-attacks are becoming more frequent and sophisticated.
Terrorist threats persist.
Nuclear weapons are proliferating.
And climate change is driving instability and fuelling crises.

To keep our people safe in today’s unpredictable world we must continue to strengthen and modernise our deterrence and defence.

We need to ensure our militaries are ready and prepared for any threat.
With the right equipment.
The right training.
And the right skills.

But to ensure our security it is not enough to have strong militaries.
We also need strong societies.

And this brings me to my third point.

Societal disruption can be quick and easy.
It only takes a click of a button to shut down our networks.
A social media message to disinform  citizens.
And a pandemic to paralyse our societies.

In today’s interconnected and digital world,
our nations may be more prosperous.
But they are also more interdependent and more vulnerable.

Our competitors or potential adversaries are exploiting this.
They are investing heavily in our critical infrastructure as a way to interfere in our societies.
And using our dependence on essential supplies to further their interests.

In Europe, we need the gas to flow from Russia to keep warm.
And prevent an energy crisis.
And we need the rare earth supplies from China to use our smartphones and computers.

To make our societies stronger,
our people and our institutions must be able to better resist and bounce back from attacks.
Our infrastructure must be more resilient.
And our supply chains more diverse and secure.
This must be a collective effort.
All Allies have a part to play.
Because we are only as strong as our weakest link.

Fourth, a global outlook.

NATO is, and will remain, an alliance of Europe and North America.

But our region faces global security challenges.
They require global awareness and global reach.

We cannot confine security to specific regions.
What happens far away, matters for us right here.

In fact, many of today’s threats are not restrained by geography, or lines on a map.
Cyber and terrorist attacks,
aggressive actions in space,
the use of hypersonic glide vehicles and
intercontinental ballistic missiles,
and climate change,
are truly global challenges.

Dealing with them requires working closely with like-minded partner countries around the world.
This is not just ‘nice to do’.
It is an absolute necessity.

We should intensify our cooperation with NATO’s partners in the Asia-Pacific.
Australia, Japan, South Korea and New Zealand.
We should engage more also with other countries in Asia, Africa and Latin-America.

And we should further strengthen our cooperation with the European Union.
And all our partners in Europe.

We cannot ensure our security without working with others.
But together, we can shape the strategic landscape for the better.
Compete in a more competitive world.
And defend the rules-based international order against those that seek to undermine it.

Fifth, we need to build NATO as a strong institution.
NATO is a powerful idea.
Nations across Europe and North America coming together to defend one another.
And ensure our freedom and security.
‘One for all, all for one’.

But NATO is more than an idea.
It is an idea nested in a strong institution.
This creates patterns of cooperation.
Cultural and personal links.
Integration on a scale that is hard to undo.

It has kept us all safe for over seven decades.
Never have so many people been so secure and so prosperous for so long.

We cannot predict the future, but we will learn the lessons from the past;
A strong alliance between Europe and North America is indispensable to our security, freedom and prosperity.

So we must continue to invest in NATO.
Politically, militarily, and financially.
To make it even stronger.
So it can continue to withstand any crisis, and any changes in political weather.

Today, I look forward to also hearing your ideas for the next Strategic Concept.
And what you think should be NATO’s priorities going forward.

Thank you so much for your attention.

MARGARITA ŠEŠELGYTE [Moderator]:

Secretary General, Ladies and Gentlemen, I’m Margarita Šešelgyte, from the Institute of International Relations and Political Science, Vilnius University, and I will be moderating this short session. Secretary General, thank you very much for your thought-provoking and very comprehensive speech. It just shows that despite all efforts of NATO to reinvent itself, to reform, the security challenges are increasing every day. You have mentioned cyber, China, challenges to democracy, and there always have been many challenges, security challenges around and NATO was able to adapt. And that’s why NATO remains the most successful Alliance in the history, most long-lived Alliance in the history. I remember in 2008, a political scientist, Peter van Ham, was attributing the success of NATO to ‘Madonna Curve’, as he said, referring to pop diva Madonna, who throughout her career was able to reinvent herself on a number of times. As he said, “Able to adapt to new tasks but sticking to the true principles.”

And looking at the Strategic Concept of NATO, is there any Madonna Curve . . . Madonna Moment in the new Strategic Concept and what it is?

JENS STOLTENBERG [NATO Secretary General]:

I don’t know. First of all, because I am not here to tell you exactly what is going to be in the next Strategic Concept, that’s for 30 Allies to discuss and then finally to decide, when we meet at the next summit in Madrid in 2022, next year.

But I am absolutely confident that when we agree the next Strategic Concept, it will once again demonstrate NATO’s ability to change, to adapt. Because, as you said, NATO is the most successful Alliance in history for two reasons. Partly because we have been able to stand together, despite the fact that we are different. We are 30 nations from both sides of the Atlantic with different histories, different culture, different political parties in power, and sometimes we also disagree. But we have always been able to unite around our core task: stand together, protect each other – one for all, all for one. That’s reason number one why we are successful.

The other reason is that we have been able to change. For 40 years we did one thing: we deterred the Soviet Union. And then the Soviet Union disappeared, or it was dissolved, the Cold War ended and people said, “Either NATO has to go out of business or out of area”. And we went out of area.

And then we helped to end two ethnic wars in the Balkans.

After 9/11, we have been on the frontline fighting terrorism.

And now, after 2014, we have changed again and reinforced, implemented the biggest reinforcement of our collective defence since the end of the Cold War with the battlegroups in the Baltic countries, we’re tripling the size of the NATO Response Force, with increased defence spending, and also modernising the NATO command structure.

Now we need to change again. Partly, we continue to see a more assertive Russia, but also because we see more and more threats and challenges in cyber, in space. And the previous Strategic Concept, there we talk about Russia as a strategic partner. We don’t mention China with a single word. And we hardly mention cyber, hybrid and climate change.

So I’m confident that NATO will change – meaning that we will demonstrate the ability to once again adapt to a more complex, a more competitive world. And again, the environment we operate in is changing, NATO is changing, but the main idea is the same. And at this, we are safer together, North America and Europe, when we stand together than when we try alone.

MARGARITA ŠEŠELGYTE:

Thank you. You have mentioned China, and it is very interesting because tensions in Indo-Pacific are increasing and the waves are coming to this region as well. Me being from Lithuania, I can feel these waves coming. And the question is: is China enough military and enough close to NATO to react to what’s happening in China and around?

JENS STOLTENBERG:

So first of all, China is not an adversary. And the rise of China also poses and provides opportunities for NATO Allies, for our economies, for our markets. And the rise of China has also helped to lift hundreds of millions of people out of poverty. And of course, this is important for all of us.

And we need to engage with China on issues like arms control. I spoke with the Chinese foreign minister and that was one of my messages, that China should actually be part of future arms control arrangements and, for instance, on climate change.

But at the same time, we need to realise that yes, China is, in many ways, far away, but China matters for our security. They will soon have the biggest economy in the world. They already have the second largest defence budget. They have the biggest navy. They are investing heavily in new, modern military capabilities, including hypersonic glide vehicles, expanding significantly their arsenal of intercontinental ballistic missiles. And of course, this is a global issue – it can reach all NATO territory. And then we also see that they are operating in cyberspace, in space – that matters for what’s going on the Earth. Also in this region, North America and Europe.

So this idea that, in a way, we can confine our security to only the Euro-Atlantic area, that doesn’t work anymore.

We are an Alliance of North America and Europe, but this Alliance, this region, is faced with global threats and challenges and the rise of China is one of them.

And therefore, we also need to work with partners to address that, including in the Asia-Pacific region.

MARGARITA ŠEŠELGYTE:

Can China be a new Madonna Curve for NATO?

JENS STOLTENBERG:

To be honest, I don’t know exactly what you mean by this ‘Madonna Curve’, but . . .

MARGARITA ŠEŠELGYTE:

NATO’s ability to reinvent itself, to refocus.

JENS STOLTENBERG:

Yeah, but I think that, I think of course NATO has to be focused, but I think the challenge now is that we cannot focus on one threat or one challenge. We don’t have the luxury of choosing. There are so many things at the same time. And we need to be prepared also for the unforeseen. So I remember the Cold War and there were many things that were dangerous and we disliked with the Cold War. But it was, in a way, a kind of clear and stable threat: it was the Soviet Union.

Now, there are many threats and challenges at the same time. Some are visible and clear and some are more covert and disguised. And we have the whole space and cyberspace domain. And we have, also, many different types of terrorists. So it’s this combination of many things at the same time. So I don’t think there will be one Madonna, there will be many. And that’s exactly what we need to address.

MARGARITA ŠEŠELGYTE:

Thank you. Thank you very much for your answers. I don’t want to misuse my role as a moderator, I want to open the floor for the questions from the audience. I see one, two . . . probably we’ll take three, because we have, like, ten minutes. So, here Sandra, can you please introduce yourself? Do you have a microphone? A microphone is needed there.

SANDRA FERNANDES [University of Minho, Portugal]:

Thank you very much. Do you hear me?

JENS STOLTENBERG:

Yes.

SANDRA FERNANDES:

Good morning, Mr Secretary General, it’s a pleasure to meet you in person. I’m Sandra Fernandes from Portugal, from the University of Minho. I would like to ask you a question about smallness in NATO. Smallness doesn’t mean the same thing for all small Allies and partners. And for a country, as Portugal, with the geopolitical refocus on the East, on the Indo-Pacific, there is a lost of geopolitical purpose, somehow, in the Alliance.

And I would like to ask you, how do you see the capacity of the next Strategic Concept to mobilise traditional Allies who are there, on the same ground and values, but who would try, as an EU member state as well, to build capacities. But as a small member state with small companies, Portugal is not very competitive and is focussing on niches. Is that enough for you, as a contribute, and how do you see other small member states contributing to the next Concept? Thank you very much.

MARGARITA ŠEŠELGYTE:

Thank you. Shall we go one by one?

JENS STOLTENBERG:

Yeah, OK. It’s nothing wrong by being small. There are many nice small countries in NATO, including my own. So, and the beauty of NATO is that we actually bring together 30 Allies, some small, medium-sized, others big. And we sit around the same table and make decisions together. And I value very much the contributions, also, from the smaller and medium-sized Allies. And more than that, I also know that, for instance, the biggest Ally, the United States, they value the fact that they in NATO have 29 friends and Allies.  Because when they face a more competitive world, when they see also the rise of China, they realise that NATO is not only good for Europe, but NATO is also good for North America and the United States. Because that together we represent 50% of the world’s GDP and 50% of the world’s military might. Then I strongly believe that also small nations can be competitive, and small nations have  excelled and demonstrated their capacity, both in the defence domain but also in other domains. Of course, they cannot be competitive in all areas, in all industries, but they can specialise and they can be part of a broader effort. And one of the things we’ve actually tried to do with, for instance, the increased focus on technology, we have established something called DIANA – an accelerator for innovation –, and a new Innovation Fund is also to help and stimulate smaller Allies to be part of this huge technological development which is taking place.

I have to be brief, because I understand there are more questions.

MARGARITA ŠEŠELGYTE:

Two questions at least. We have somewhere there, yeah..

GARNETT GENUIS [Member of Canadian Parliament]:

Hi there. It’s a pleasure to be here. My name is Garnett Genuis, I’m a Member of Parliament from Canada. Two quick questions. Number one, if NATO is to be a community of values, is it necessary to have a mechanism for expelling members who fall below a certain democratic threshold?

And secondly, you spoke about responding to global threats and yet still being a Euro-Atlantic Alliance. Is there an argument for NATO simply stepping beyond its Euro-Atlantic identity to become a truly global Alliance, admitting members in the Indo-Pacific and changing its orientation in that respect? Thank you.

JENS STOLTENBERG:

I think it’s important to distinguish between becoming a global Alliance and having a global approach.

NATO will remain an Alliance of North America and Europe, and I will not recommend any change in that. And I don’t expect Allies will agree to anything else. And we will remain, as it’s in the Washington Treaty that NATO is an Alliance for Europe and Canada and the United States. And I don’t expect any change in that. So NATO will remain an Alliance for European nations and for Canada and the United States.

But this big region, the North Atlantic region, is faced with big global challenges. And that’s actually nothing new. International terrorism after 9/11 brought NATO to the border of China in Afghanistan and we have been there for 20 years.

Cyber attacks are global. So, when we say that also the rise of China is a global challenge, it’s not fundamentally anything new for NATO. So it is this . . . we will not become a global Alliance, meaning having members from all over the world, from Asia or Asia-Pacific or Africa, and then extend, in a way, the reach of Article 5.

But yes, we will be an Alliance that has to address global challenges and have a global approach, meaning also working with Allies far away: New Zealand, Australia, Japan, South Korea and many other, Colombia is a supporter of NATO in Latin America.

So, no, we will not become a global Alliance, we will remain an Alliance of North America and Europe with a global approach, working with global partners all over the world, if that makes any sense for you.

Then, NATO doesn’t have any mechanism to expel members, and I will not recommend that to be introduced in our founding treaty, in the Washington Treaty. Second, even if I recommended it, it will never happen, because we need consensus to do that. And I don’t think that will promote our values.

I think, it’s better to use NATO as a platform, also to have honest and frank discussions when we are concerned about whether all Allies meet the democratic standards. It’s better to then sit there, addressing those issues in an, in an open way, and raise our concerns. I have raised my concerns when I travelled around to some Allied countries about to what extent they live up to our democratic values of the rule of law, individual liberty. If these countries were expelled, then that platform would never, would no longer exist. So I think it’s better to keep NATO with all the members and then to raise our concerns and our issues on democratic standards within the Alliance.

MARGARITA ŠEŠELGYTE:

Thank you, Madam President?

QUESTION:

Thank you and hello. First, I want to congratulate you on steering NATO and us all through an unpredictable period with a Concept, which prepared for a much more predictable world. And my question comes from that. Next Concept – we have to take into account that there is even less visibility and that the risks we face are far closer linked civil society, breaking our societies by misinformation, also economical attempts to take over our capabilities to decide, politically biased capital – all this.

Where should NATO draw a line in taking these developments into account, but also saying, “We will deal with the basic job of NATO, these elements are for some other bodies to look at”? Thank you.

JENS STOLTENBERG:

Thank you so much. It’s great to see you again. And first of all, I think you point out something which is of great importance and that is that: before, security was very much about military threats and also military responses to military threats.

Now, security is much more complex and it is much more about covert and overt aggressive actions, against cyber, hybrid is . . . are examples of that. And we also see, as I mentioned in my speech, the importance of our infrastructure, strong societies. We had a big discussion about 5G that started as a kind of only financial or economic issue, then Allies realised that that also had some serious security consequences. Energy supplies, the same. So there’s a much more blurred line between civilian and military threats and challenges, and also then civilian and military responses.

And therefore, NATO does not have all the tools in the toolkit to address all these different challenges and especially those who are a bit mixed.

There are many reasons, many things that means for NATO. It partly means that we need also to address, for instance, resilience – strong societies. And we are stepping up. And this is, of course, a national responsibility to make sure that you have reliable infrastructure, that your societies are strong. But it is also a collective responsibility, and it’s enshrined in Article 3 of the NATO Treaty. So building resilience, developing guidelines, setting standards, using NATO as a platform is part of the response to that.

Another element of that response is to work with the European Union, because the European Union has many of those tools. And then, when we work together, of course, we are much stronger and we have much more tools in our toolkit together. And for me, it was a great privilege to travel together with Ursula von der Leyen, the President of the European Commission to Lithuania and Latvia on Sunday. To be honest, it’s actually the first time ever a NATO Secretary General travels with a President of the European Commission. And for me, that just demonstrates that we have been able to lift, over the last years the NATO-EU cooperation, to unprecedented levels. I’m proud of that. It’s a great thing. We should continue. We should push and we should do more together, NATO and the European Union. Because we live in the same neighbourhood, we face the same threats and the same challenges. More than 90 percent of the people living in the European Union, they live in a NATO country. So we are there together.

But, of course, also more than 60%. . . how should I put it? So, almost 60% of NATO’s GDP is outside the European Union. So we need also NATO policies on these issues to encompass all NATO Allies.

But we need to work with the European Union. And that’s something I look forward to and we was working on a Joint Declaration, a 3rd Joint Declaration with the EU presidents to chart a way forward.

Then I see that a lot of protocol people are now very nervous, so I feel this is going towards an end, but it was great to see you.

MARGARITA ŠEŠELGYTE:

Thank you. Thank you very much, Secretary General, indeed, for a very open speech and very open answers. Maybe my questions sometimes were too, you know, too academic.

JENS STOLTENBERG: Advanced, advanced! Yeah.

MARGARITA ŠEŠELGYTE

Academic. But I wish you lots of success with the Strategic Concept and lots of Madonna Moments for NATO . . .

JENS STOLTENBERG: [laughs]

MARGARITA ŠEŠELGYTE

. . . in the future. Thank you. Thank you.

JENS STOLTENBERG: Thank you so much.

14.

Israel used Iranian scientists to blow up nuclear installations

By Donna Rachel Edmunds, World Israel News. A small group of Iranian nuclear scientists helped Mossad, Israel’s national intelligence agency, to carry out targeted strikes against the Islamic regime’s nuclear installations, setting back efforts to create a nuclear bomb.

Up to 10 scientists were aproached by Mossad agents and asked to assist in the second of three major strikes carried out against Iranian facilities earlier this year, The Jewish Chronicle discovered.

Believing they were assisting international dissident groups, thscientists agreed, helping to blow up the A1000 centrifuge hall at Natanz in April.

“The scientists’ motivations were all different,” a source told The JC. “Mossad found out what they deeply wanted in their lives and offered it to them. There was an inner circle of scientists who knew more about the operation, and an outer circle who helped out but had less information.”

The centrifuge hall, which housed up to 5,000 centrifuges, is protected by 40 feet of concrete and iron, ruling out an air assault. Consequently the team of insiders were essential to smuggling explosives into the hall in various ways.

Some of the explosives were hidden in boxes of food, brought in by a catering lorry, while others were dropped in by drone and discretely whisked away by the scientists.

Once in place, the bombs were available to be set off remotely, which was done just hours after Iran publicly declared it had begun to use IR-5 and IR-6 centrifuges at the site in contravention of the 2015 nuclear deal.

The resulting explosion destroyed vital internal power systems, causing a blackout at the facility. Ninety percent of the centrifuges were taken out of action, setting Iran’s operations at Natanz back up to nine months.

The scientists involved were quietly evacuated to safe locations. “All of them are very safe today,” the source told The JC.

Fereydoon Abbasi Davani, head of the Iranian parliament’s energy committee, later admitted on state television that the attack had been “rather beautiful.”

The April operation was the second attack in a chain of three, designed to cripple Iran’s nuclear industry as the regime strives to manufacture weapons grade uranium.

The first attack had come nearly a year earlier, in July 2020, with an explosion inside the Iran Centre for Advanced Centrifuges (ICAC) warehouse at Natanz.

That bomb was placed inadvertently a year earlier by the Iranians themselves, after Mossad agents posing as construction wholesalers sold building materials for use in the centrifuge hall to Iranian officials.

“The Iranians have always known that Israel has infiltrated their supply chains, but they are powerless to do anything about it,” a source told The JC.

he third attack took place in June this year, with Mossad turning its attention to the TESA complex in Karaj, the key site of production for the centrifuges Iran required to get the Natanz facility back online.

That attack was carried out using an armed quadcopter drone weighing approximately the same as a motorcycle. Parts for the drone had to be smuggled into the county piece by piece by agents, before being assembled in situ. After its use to strike the TESA site, the drone was smuggled away to be used in further operations.

Richard Pater, Executive Director of Britain Israel Communications and Research Centre (Bicom), told The JC: “There is a sense that the Americans are so desperate to return to the deal that they would be too soft. However, it is quite clear that Britain and the rest of the international community still sees negotiation as the most effective track to rein in Iranian ambitions.

“Israel is not convinced that this will be enough, and also doubts that more problematic partners, like Russia and China, will be able to hold same line.

Therefore, the credibility of the threat from Israel needs to be enhanced, reiterated and re-imposed, as part of a dual effort to put real pressure on Iranians.”

He added: “In terms of geopolitics, that is the message that these operations are sending to the international community.”

 ΕΛΛΗΝΑΣ

-/-