Για Τους… Χαμένους “Αγγέλους”!..

1.

Türkiye’den bir ‘Elektronik Harp’ hamlesi daha! Hava SOJ projesinde kullanılacak

Hava SOJ projesinde tercih edilen Bombardier Global 6000 uçaklarına entegre edilecek görev sistemleri milli imkanlar kullanılarak üretilecek.

 15.06.2021

Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TUSAŞ) ve TCI Kabin İçi Sistemleri AŞ arasında gerçekleştirilen iş birliği kapsamında, Hava SOJ uçaklarının iç kabin tasarımı ve komponentlerinin üretim ve tedariki ile montajı gerçekleştirilecek.

 Hava SOJ (Hava Platformunda Uzaktan Elektronik Destek ve Elektronik Taarruz Kabiliyeti Kazanımı Projesi)Hava SOJ (Hava Platformunda Uzaktan Elektronik Destek ve Elektronik Taarruz Kabiliyeti Kazanımı Projesi)

TUSAŞ’tan yapılan açıklamaya göre, şirket, hava savunma, erken ihbar gibi görevler icra edecek Hava SOJ Projesi için çalışmalarına devam ediyor.

HAVA SOJ PROJESİ’NDE ÖNEMLİ BİR ADIM ATILDI

Düşman haberleşme sistemleri ve radarlarının tespit/teşhis edilmesi, konumlarının bulunması ve bu sistemlerin özellikle sınır ötesi harekatta dost unsurlara karşı kullanılamaması amacıyla karıştırılması hedefiyle geliştirilen Hava SOJ Projesi kapsamında önemli bir adım daha atıldı. Hava SOJ projesinde tercih edilen Bombardier Global 6000 uçaklarına entegre edilecek görev sistemleri milli imkanlar kullanılarak üretilecek.

 Hava SOJ (Hava Platformunda Uzaktan Elektronik Destek ve Elektronik Taarruz Kabiliyeti Kazanımı Projesi)Hava SOJ (Hava Platformunda Uzaktan Elektronik Destek ve Elektronik Taarruz Kabiliyeti Kazanımı Projesi)

Dünyada sadece savunma sanayisinde söz sahibi birkaç firma tarafından gerçekleştirilebilecek, oldukça karmaşık ve yüksek zorluk derecesine sahip bir proje olan Hava SOJ kapsamında TCI ile gerçekleştirilen iş birliği sayesinde Galley, Lavatory, Closet, Crewrest, Sidewalls ve diğer kabin içi komponentlerinin yerli ve milli olarak tasarımı, sertifikasyonu ve üretimlerinin yapılması hedefleniyor.

TUSAŞ, Hava SOJ Projesi'nde TCI ile yeni iş birliğine adım attıTUSAŞ, Hava SOJ Projesi’nde TCI ile yeni iş birliğine adım attı

İmza töreninde görüşlerini dile getiren TUSAŞ Genel Müdürü Prof. Dr. Temel Kotil, “Gerçekleştirilen iş birliği ile halihazırda devam eden elektronik harp uçakları entegrasyon ve modifikasyonu kabiliyetimizin daha da güçlenmesini hedefliyoruz. Devletimizin ve silahlı kuvvetlerimizin istekleri doğrultusunda ülkemizin ihtiyaç duyduğu özgün hava platformlarını ve özel görev platformlarını milli imkanlarla kazandırmaya devam edeceğiz. Emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.” ifadelerini kullandı.

TCI Kabin İçi Sistemleri AŞ Genel Müdürü Muhammed Hanifi Kurter ise “Şimdiye kadar global havacılık pazarında Türkiye’yi gururlandırarak ülkemiz adına ilklere imza atan TCI, bu kritik ve zorlu projeyle birlikte kabiliyetlerini askeri alana taşımaktan onur duymaktadır.” değerlendirmesinde bulundu.

TUSAŞ VE TCI MÜHENDİSLERİ ORTAK ÇALIŞACAK

TUSAŞ ana yükleniciliğinde yürütülen Hava SOJ Projesi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu elektronik harp özel görev uçaklarının geliştirilmesi amacıyla Ağustos 2018’de başlatıldı. Proje kapsamında toplamda 4 adet Hava SOJ uçağının geliştirilerek teslim edilmesi hedefleniyor. Projede TCI ile yaklaşık 5 yıl olarak öngörülen bir takvime uygun olacak şekilde çalışmalar yürütülecek ve bu süre zarfında TUSAŞ ve TCI mühendisleri ortak çalışmalar yürütecek.

BU PROJEYLE TCI, TÜM KABİLİYETLERİNİ ASKERI ALANA DA TAŞIMIŞ OLACAK

Türkiye’nin 2023 vizyonunun havacılık hedefleri doğrultusunda 2010 yılında sektörün üç büyük şirketi olan TUSAŞ, Türk Hava Yolları ve Türk Hava Yolları Teknik’in ortak girişimleri sonucu kurulan ve daha önce ticari uçaklarda başarıyla gerçekleştirdiği uluslararası kabin içi projeleriyle adından söz ettiren TCI, dünya havacılığında söz sahibi olan Boeing, Airbus, Stelia gibi firmaların yanı sıra birçok havayolu ve leasing firmasının global tedarikçisi konumuna geldi. Bu projeyle birlikte TCI, tüm kabiliyetlerini askeri alana da taşımış olacak.

TÜRKİYE’DEN YENİ İHA HAMLESİ! EKLENEN ÖZELLİK ÇOK KONUŞULACAK
Türkiye'den yeni İHA hamlesi! Eklenen özellik çok konuşulacak
Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı tarafından insansız hava araçlarından elektronik harp faaliyeti icra edilmesi amacıyla İHASOJ Projesi başlatıldı.
KAYNAK: AA

2.

Başkan Erdoğan’dan Joe Biden’la görüşme sonrası önemli açıklamalar

Son Dakika haberi; Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Joe Biden’la yaptığı görüşmenin olumlu geçtiğini belirterek ‘S-400’de bizim düşüncemiz daha önce neyse, aynı düşünceyi Sayın Biden’a ifade ettim’ dedi.

 14.06.2021 

 

BAŞKAN ERDOĞAN, NATO ZİRVESİNDE! İŞTE DİKKAT ÇEKEN ANLAR…
  • NATO’yu askeri bakımdan daha muhkem hale getirirken siyasi boyutunu da tahkim edecek adımların atılması yönünde kararlar aldık.
  • Zirve toplantımızda NATO’nun güvenliğine yönelik tehdit ve meydan okumalar hakkında stratejik düzeyde görüş alışverişinde bulunduk.
  • Terör meselesinde örgütler arasında ayrım yapan, iyi terörist, kötü terörist sınıflamasına giden çarpık anlayış mevcudiyetini ne yazık ki koruyor. Böyle ikircikli bir tavrın terörü yok edemeyeceği, bilakis terör örgütlerine cesaret vereceği açıktır.
  • Son günlerde İdlib’e yönelik hem rejim hem PKK/YPG kaynaklı saldırıların yoğunlaşması bu bölgeyi tekrar kaosa sürüklemeyi amaçlamaktadır
  • (Biden’la görüşme)İki müttefike ve stratejik ortağa yakışır şekilde doğrudan diyalog kanallarını etkin ve düzenli şekilde kullanma hususunda mutabık kaldık.
  • Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerinde çözülemeyecek hiçbir mesele olmadığını, tam tersine iş birliği alanlarımızın sorun başlıklarından daha geniş ve zengin bir görünüm sergilediğini düşünüyoruz.
  • (Biden’la görüşme) S-400‘ün gündeme gelmemesi mümkün değil. Ama S-400’de bizim düşüncemiz daha önce neyse, aynı düşünceyi Sayın Başkan’a ifade ettim ve bunun yanında F-35 konusunu kendilerine aynı şekilde yine ifade ettim.
  • 1915 olayları görüşmede gündeme gelmedi.
  • Biden’ı Türkiye’ye davet ettim, şu yoğunluklarını aştıktan sonra Türkiye’ye gelebileceğini de söyledi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden‘ın tüm dünyanın merakla beklediği görüşmesi sona erdi. 45 dakika süren görüşme sonrası başlayan heyetler arası görüşme de tamamlandı.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Brüksel’de NATO Zirvesi’nin ardından basın toplantısı düzenledi.

Başkan Erdoğan'dan Joe Biden'la görüşme sonrası önemli açıklamalarBaşkan Erdoğan’dan Joe Biden’la görüşme sonrası önemli açıklamalar

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, NATO Zirvesi’nde ittifakı askeri bakımdan daha muhkem hale getirirken siyasi boyutunu da tahkim edecek adımların atılması yönünde kararlar aldıklarını bildirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, NATO Zirvesi’nin ardından düzenlediği basın toplantısında, bugün yapılan görüşmelerin ülkeler başta olmak üzere tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diledi.

Küresel ekonomi ve güvenlik mimarisinde köklü değişimlerin yaşandığı bir dönemden geçildiğini belirten Erdoğan, bölgesel aktörlerin karar alma süreçlerindeki etkisi ve ağırlığının günden güne arttığını söyledi. Son 1,5 yıldır insanlığın gündemini belirleyen koronavirüs salgınının bu değişim sürecini daha da hızlandırdığını dile getiren Erdoğan, yüzyılın en büyük sağlık krizi olarak nitelenen salgının, küresel sistemdeki açıkları ve yapısal sorunları bir kez daha gözler önüne serdiğini vurguladı.

Erdoğan, salgının yansımalarını hayatın hemen her alanında görmenin mümkün olduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ekonomiden ticarete, toplumsal hareketlerden kamu güvenliğine kadar çok geniş bir yelpazede salgının artçı sarsıntılarına şahit oluyoruz. Salgınla beraber istikrarsızlığın, İslam ve yabancı karşıtı ırkçı akımların dünyanın farklı köşelerinde yaygınlaştığını görüyoruz. Demokrasi ve demokratik değerler yara alırken sorun çözme mekanizmaları işlerliklerini kaybediyor. Uluslararası toplum tarafından terk edilmiş olma düşüncesi bilhassa sistemin çeperinde yer alan yoksul ülkeleri içe kapanmaya sürüklüyor. Salgınla beraber ekonomileri iyice kötüleşen az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yönelik yardımların şarta bağlanması, adalete ve hakkaniyete olan inancı da aşındırıyor. Küresel ekonominin toparlanma ihtiyacı en üst safhadayken özellikle gelişmiş ülkelerin korumacı tedbirlere başvurması salgın kaynaklı ekonomik sorunların derinleşmesine sebep oluyor.”

– “HEM BELİRLEYİCİLİĞİ HEM ÜSTLENMESİ GEREKEN SORUMLULUKLAR ARTMIŞTIR”

“Herkes güvende olana kadar hiç kimsenin güvende olamayacağı” gerçeğiyle bir kez daha yüzleşildiğini dile getiren Erdoğan, şöyle devam etti:

“Dünyanın içinde bulunduğu bu manzara bize NATO’nun da üzerine inşa edildiği ittifak ve dayanışma ruhunun önemini göstermiştir. Küresel istikrarın muhafazasında NATO’nun hem belirleyiciliği hem de üstlenmesi gereken sorumluluklar artmıştır. Üye devletler kurucu ilkelerine sahip çıkmalı ve ittifakı güçlendirmelidir. Akdeniz’den Karadeniz’e, Avrupa’dan Asya’ya kadar NATO’nun sağladığı güvenlik şemsiyesine ihtiyaç duyulan her yerde ittifak aktif rol üstlenmelidir. Dönem, sorumluluktan kaçma değil elini taşın altına koyma dönemidir. Bilhassa NATO’nun küresel sınamalar karşısında daha etkin inisiyatifler üstlenmesi gerekmektedir.”

Erdoğan, zirve vesilesiyle Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden ile az evvel bir araya geldiklerini belirterek, “NATO Brüksel Zirvesi’ni küresel ölçekte kritik hadiselerin yaşandığı işte böyle bir atmosferde gerçekleştirdik. İttifakın önümüzdeki 10 yıllık yol haritasını teşkil edecek NATO 2030 sürecine ilişkin önemli kararların alındığı Zirvemizi tamamladık. Zirve toplantımızda NATO’nun güvenliğine yönelik tehdit ve meydan okumalar hakkında stratejik düzeyde görüş alışverişinde bulunduk.” diye konuştu.

“NATO’yu askeri bakımdan daha muhkem hale getirirken siyasi boyutunu da tahkim edecek adımların atılması yönünde kararlar aldık.” ifadesini kullanan Erdoğan, stratejik konseptin günün şartlarına uygun olarak güncellenmesi sürecini başlatan kararı da onayladıklarını bildirdi.

Erdoğan ile görüşmesi sonrası Biden'dan ilk açıklama!

– “İYİ TERÖRİST, KÖTÜ TERÖRİST SINIFLAMASINA GİDEN ÇARPIK ANLAYIŞ MEVCUDİYETİNİ KORUYOR”

İttifakın yeni tehditlere mukavemet edebilmek amacıyla kendisini adapte ederken güvenliğin bölünmezliği, dayanışma ve beraberlik başta olmak üzere temel ilkelerinden taviz vermemesi gerektiğini vurguladıklarını dile getiren Erdoğan, “Terörle mücadele başta olmak üzere Türkiye’nin önceliklerini, hassasiyetlerini ve haklı beklentilerini müttefiklerimizin dikkatine sunduk ancak burada üzülerek bir hususun altını çizmek istiyorum, terör meselesinde örgütler arasında ayrım yapan, iyi terörist, kötü terörist sınıflamasına giden çarpık anlayış mevcudiyetini ne yazık ki koruyor. Böyle ikircikli bir tavrın terörü yok edemeyeceği, bilakis terör örgütlerine cesaret vereceği açıktır.” diye konuştu.

Erdoğan, bir terör örgütünün eliyle diğerinin yok edilemeyeceğinin ortaya çıktığını, DEAŞ tehdidinin yeni isimler altında varlığını sürdürmesinin, terörle mücadelede rehavet ve çifte standardın yeri olmadığını gösterdiğini vurguladı.

Türkiye’nin DEAŞ’a karşı göğüs göğüse mücadele ettiğine, Suriye’nin kuzeyinden bu örgütün sökülüp atılmasını sağlamış tek NATO müttefiki olduğuna işaret eden Erdoğan, “Sınır ötesi operasyonlarımız sayesinde 8 bin 200 kilometrekareden fazla alanı terörden arındırdık. İdlib’de tesis ettiğimiz güven atmosferiyle yeni bir insani trajedinin ve büyük bir göç dalgasının önüne geçtik. Son günlerde İdlib’e yönelik hem rejim hem PKK/YPG kaynaklı saldırıların yoğunlaşması bu bölgeyi tekrar kaosa sürüklemeyi amaçlamaktadır.” dedi.

Son Dakika... NATO Liderler Zirvesi sona erdi. Bildiride kritik Türkiye vurgusu

Erdoğan, cumartesi günü Afrin’deki Şifa Hastanesini hedef alan YPG/PYD terör örgütünün 14 masumu katlettiğini, 32 sivili de yaraladığını anımsatarak, şöyle konuştu:

“Sadece bu terör eylemi bile müttefik silahlarıyla donatılan, yöneticileri kimi ülkelerde kırmızı halılarda ağırlanan bu örgütün kanlı, kirli ve çirkin yüzünü göstermeye kafidir. Gerek zirve hitabımızda gerekse ikili görüşmelerimizde PKK/PYD’ye verilen desteğin artık sonlandırılması gerektiğini açıkça dile getirdik. Terör örgütleriyle mücadelemizin yanı sıra Suriye’nin bir terörist yetiştirme kampına dönüşmesinin de önüne geçmeye çalıştık. Bugüne kadar 9 bine yakın yabancı terörist savaşçı yakaladık ve ülkelerine geri gönderdik. Ayrıca çatışma bölgeleriyle bağlantılı olduğu tespit edilen 100 bini aşkın terörist şüphelisine ülkemize giriş yasağı koyduk.”

Türkiye tarafından yakalanıp kaynak ülkelere teslim edilen teröristlerin bugün hiçbir tahkikata uğramadan ellerini kollarını sallayarak serbestçe dolaşabilmesinin, hatta kimi ülkelerde terör eylemi yapabilmesinin büyük bir zafiyet olduğunun altını çizen Erdoğan, şunları kaydetti:

“Türkiye, sadece PKK/PYD, FETÖ ve DEAŞ ile mücadelesinde değil yabancı terörist savaşçıların engellenmesine yönelik çabalarında da tek başına bırakılmıştır. Daha vahimi ülkemiz Suriye mahreçli düzensiz göç yükünün neredeyse hepsini yalnız başına omuzlamak mecburiyetinde bırakılmıştır. Yaklaşık 10 yıldır 3,6 milyon Suriyeliye sahip çıkan Türkiye’ye verilen taahhütlerin çoğu yerine getirilmemiştir. Libya ve Suriye başta olmak üzere ittifakın inisiyatif almakta geç kaldığı tüm bölgelerde muhasımların etkinliğini artırdığı bir gerçektir. Meşru hükümetin daveti üzerine sağladığımız eğitim ve danışmanlık desteği hem Libya’nın uzun süreli bir iç savaşa sürüklenmesini engelledi hem de BM öncülüğündeki siyasi sürecin önünü açtı.”

Erdoğan, NATO Zirvesi’nin ardından düzenlediği basın toplantısında, Dağlık Karabağ’da 30 yıllık bir gecikmeyle de olsa adaletin tecelli ettiğini ve bölgede umutların yeniden yeşerdiğini söyledi.

Husumetin yerini barışın, gerilimin yerini huzurun, istikrarsızlığın yerini kalıcı barışın alabileceği yeni bir dönemin kapılarının aralandığını ifade eden Erdoğan, “Ülkemizin sınırları dışında yürüttüğü müttefiklerimizin güvenliğine de katkı sunan operasyonlarına ittifak tarafından güçlü destek verilmesi bu bakımdan tercihten öte zorunluluktur. Temennimiz tüm müttefiklerimizin sığ siyasi hesapları artık bir yana bırakıp Türkiye ile tam bir dayanışma sergilemesidir.” diye konuştu.

BIDEN’LA MUTABIK KALDIK

Zirve vesilesiyle Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden ile bir araya geldiklerini hatırlatan Erdoğan, uzun yıllara dayalı dostluklarının bulunduğu Biden ile gündemlerinde yer alan konularla ilgili kapsamlı görüş alışverişinde bulunduklarını aktardı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti:

“Hem görüş ayrılığı yaşadığımız meseleleri hem de ortak çıkarlara sahip olduğumuz alanlardaki iş birliği imkanlarını yapıcı bir yaklaşımla ele aldık. Etkin iş birliğine ihtiyaç duyduğumuz coğrafyalarda yapacağımız ortak çalışmaları Sayın Biden ve ekibi ile görüştük. Türkiye bu bölgelerde aldığı inisiyatiflerle DEAŞ’la mücadeleye destek vermenin yanında NATO’nun sınırlarının ve müşterek çıkarlarımızın da savunucusu olmuştur. Bu görüşmede salgın sonrası ortaya çıkacak yeni fırsatları da dikkate alarak aramızdaki ekonomik potansiyelin tam anlamıyla hayata geçirilmesi için atılabilecek adımları değerlendirdik. İki müttefike ve stratejik ortağa yakışır şekilde doğrudan diyalog kanallarını etkin ve düzenli şekilde kullanma hususunda mutabık kaldık.”

İki ülke arasındaki mevcut ikili iş birliği ve bölgesel istişare mekanizmalarının yeniden canlandırılması gerektiğinin altını çizdiklerini vurgulayan Erdoğan, şöyle devam etti:

“Neticede son derece yararlı ve samimi bir görüşme oldu. Her alanda karşılıklı saygı ve çıkara dayalı verimli bir iş birliği döneminin başlaması noktasında güçlü bir iradenin olduğunu görüyorum. Sayın Biden’la önümüzdeki dönemde bu hedefler doğrultusunda iş birliğimizi artıracağız. Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerinde çözülemeyecek hiçbir mesele olmadığını, tam tersine iş birliği alanlarımızın sorun başlıklarından daha geniş ve zengin bir görünüm sergilediğini düşünüyoruz. Avrupa-Atlantik coğrafyasının barış, refah ve güvenliğine büyük katkı yapmış olan Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri’nin bundan sonra da aynı hassasiyetle çalışmalarını yürüteceğine inanıyoruz.”

Zirve kapsamında bir diğer görüşmeyi de Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson ile yaptıklarını hatırlatan Erdoğan, “Görüşmemizde dost, müttefik ve stratejik ortak olarak ikili ve bölgesel düzeydeki iş birliğimize verdiğimiz önemi ve bunun sürdürülmesine yönelik irademizi karşılıklı olarak vurguladık.” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Salgın boyunca video konferans marifetiyle sıklıkla konuştuğum Şansölye Merkel’le bu kere yüz yüze görüşerek ikili ve bölgesel konularda kapsamlı bir fikir teatisi gerçekleştirdik.” ifadesini kullandı.

– “ARAYA BİRİLERİNİ SOKMAMIZIN ANLAMI YOK”

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ile görüşmelerinde yeniden canlandırdıkları diyalog mekanizmalarının sürdürülmesini kararlaştırdıklarını dile getiren Erdoğan, “Sayın Başbakan’la ülkelerimiz arasında pozitif gündemi destekleyecek adımların karşılıklı olarak atılması hususlarında da fikir birliğine vardık. Hatta biz görüşmelerimizi ikili olarak yapalım ve daha da ilerisi biz görüşmelerimizi gerekirse özel hattan yapmak suretiyle araya birilerini sokmamızın anlamı yok kararına vardık.” şeklinde konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez ve Hollanda Başbakanı Mark Rutte ile de bir araya geldiklerini belirterek, “Bu görüşmelerde de ikili ve bölgesel konularla Avrupa Birliği’ndeki gelişmeleri ele aldık. Kendileriyle diyaloğumuzu sürdürme hususunda mutabık kaldık.” dedi.

Dün, Litvanya Cumhurbaşkanı Gitanas Nauseda ve Letonya Cumhurbaşkanı Egils Levits ile görüşmeler gerçekleştirdiklerini ifade eden Erdoğan, “Bu görüşmelerde ikili ilişkilerimizin yanı sıra 24 Haziran’daki zirve öncesinde Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda da görüş alışverişinde bulunduk. Her iki lidere de Türkiye’nin, Baltıkların savunmasına olan katkısının süreceğini teyit ettik.” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Macaristan Başbakanı Viktor Orban ile de dün verimli bir ikili görüşme gerçekleştirdiklerine işaret etti.

Stoltenberg'den NATO Zirvesi sonrası Türkiye açıklaması

TÜRKİYE’NİN NATO SONRASI AFGANİSTAN‘DAKİ VARLIĞI

Zorlu Kovid-19 salgını şartlarında gösterdikleri başarılı ev sahipliği sebebiyle Belçika Hükümetine ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’e teşekkürlerini sunan Erdoğan, zirvenin hayırlara vesile olmasını diledi.

Erdoğan, Biden ile görüşmesinde Kabil Havaalanı’nın durumunu görüşüp görüşmediğine ilişkin sorusu üzerine, Afganistan konusundaki düşüncelerini çok açık, net olarak Biden’a ifade ettiğini belirterek, “Eğer Afganistan’dan çıkmamız istenmiyorsa, özellikle orada belli bir desteğin verilmesi isteniyorsa diplomatik, lojistik bunun yanında mali konularda Amerika’nın bize vereceği destek büyük önem arz ediyor.” diye konuştu.

Taliban gerçeğini bir kenara koymanın mümkün olmadığına işaret eden Erdoğan, “Onlarla da birçok görüşmeleri, farklı atacağımız adımlarla sürdürebiliriz. Bir diğer konu yine Afganistan’da biz Pakistan’ı da yanımıza alma düşüncemizi kendilerine söyledik, Macaristan’ı yanımıza alma düşüncemizi kendilerine söyledik. Bütün bunlarla birlikte istiyoruz ki Afganistan halkı herhangi bir sıkıntıyı yaşamadan Afganistan’daki bu desteği kendilerine verelim ve şu an itibarıyla bir mutabakat söz konusu. Bir sıkıntı burada söz konusu değil.” ifadesini kullandı.

S-400 KONUSU

Erdoğan, S-400’lerle alakalı olarak Biden’a herhangi bir öneride bulunup bulunmadığının sorulması üzerine, şu yanıtı verdi:

“Tabii ki burada yapılacak olan böyle bir görüşmede, S-400’ün gündeme gelmemesi mümkün değil. Ama S-400’de bizim düşüncemiz daha önce neyse, aynı düşünceyi Sayın Başkan’a ifade ettim ve bunun yanında F-35 konusunu kendilerine aynı şekilde yine ifade ettim. Temennim odur ki savunma sanayisi ile ilgili olarak müşterek yapabileceğimiz adımlar nelerdir, bunları ifade ettim. Tabii bugün burada hepsi bu işlerin bitmiyor. Bundan sonraki süreçte de Dışişleri Bakanlarımız, Savunma Bakanlarımız muhataplarıyla görüşmek suretiyle bu süreci inşallah sağlama bağlayacaklar.”

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, bugün düzenlediği basın toplantısında, “Daha önce İslam ile ilgili yaptığı konuşmalara ilişkin Erdoğan’a bir açıklama yaptığı ve sözlerinin yanlış anlaşıldığı” yönündeki ifadeleri hatırlatılan Erdoğan, “Fransa ile de bugünkü görüşmemizde özellikle ikili görüşmelerimizin ciddi bir dayanışma içerisinde devamında mutabık kaldık.” dedi.

Macron’un “Bu süreç içerisinde ne yazık ki bazı mahfiller bu tür şeyleri uydurdular ama benim İslam’a karşı olmam söz konusu değildir ve bunu bir dost olarak size söylüyorum” ifadesini kullandığını belirten Erdoğan, “Dedim ki böyle olduğuna göre bundan sonraki süreçte de bunları tarziye edecek açıklamalar olursa bu tabii çok çok isabetli olur.” görüşünü paylaştı.

Fransa’da bulunan Müslüman nüfusun yoğunluğuna dikkati çeken Erdoğan, Macron’un bu konuyla ilgili olarak da hassasiyetini ifade ettiğini aktardı.

Erdoğan, Macron’un “Suriye ve Libya konusunda iki ülkenin beraber çalışma konusunda bir özverisi olduğu” yönündeki sözlerinin hatırlatılması üzerine de “Suriye ve Libya konusunda müşterek bir çalışmayı yapabilir miyiz, yapamaz mıyız bu konunun üzerinde durdu. Biz bu işlerde daha rahatız, yapabiliriz dedik ve bu konuyla ilgili görüşmelerimizi de devam ettireceğiz.” açıklamasında bulundu.

– “YUNANiSTAN BAŞBAKANI MİÇOTAKİS İLE ARAMIZDA GÜZEL BİR GÖRÜŞME GEÇTİ”

Erdoğan, Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis’in iki ülke arasında karşılıklı adımlar atılacağına yönelik açıklamasını anımsatan bir gazetecinin, “Doğu Akdeniz’de ve Ege’de gerilimden kaçınabilmek için neler yapılmalı? Çünkü hala bölgede Türkiye sondaj çalışmalarında ısrar etmekte.” sorusunu, şöyle yanıtladı:

“Sayın Miçotakis’in bu ifadelerine aynen katılıyorum. ‘Sessiz sakin bir yıl oldu, olacak’ düşüncesini de paylaşıyorum. Aramızda güzel bir görüşme geçti ve gerek Ege’de olsun gerek diğer bölgelerde olsun bundan böyle ben de kendisine şunu söyledim; üçüncü ülke veya kişileri bu işe karıştırmayalım. Biz bundan böyle bu tür sıkıntılı anlar olduğunda siz beni özel hattan rahatlıkla arayın, ben de sizi özel hattan rahatlıkla arayayım ve böylece herhangi bir sıkıntı yaşamadan Türkiye-Yunanistan olarak adımlarımızı atalım. Bir de sıkıntılı konular nelerse bunları masaya koyalım, görevlendirdiğimiz arkadaşlar bunlar üzerinde çalışsınlar ve onlar bize bunu getirsinler, nihai kararı biz verelim ve bu nihai kararı verdikten sonra da adımlarımızı atalım. Nitekim bazı örnekler oldu, mesela dedim şu, bu konuyla ilgili olarak biz kararımızı verdiğimizde size neticeyi bildirelim ve masanın üzerinden o sorunu kaldıralım. Aynı şekilde bizim sizden istediğimiz bir konu varsa siz de o konuyu görüştükten sonra masanın üzerinden kaldırdığınız zaman ne olacak, bu masa sorunlar masası olmaktan çıkıp çözüm masası haline gelmiş olacak. Bunu da iki lider kendi arasında yapmış olacak.”

– “BİDEN İLE VERİMLİ BİR GÖRÜŞMEYİ BU İLK BULUŞMADA GERÇEKLEŞTİRMİŞ OLDUK”

Bir gazetecinin “Savunma konusunda birtakım adımlar olabilir dediniz. Patriot’lardan mı bahsediyorsunuz? Biden yönetimi geldiğinden beri Türk-Amerikan ilişkileri üzerinde soğuk rüzgarlar esiyordu diyebiliriz. Bu görüşmeden sonra bir onarım dönemine girildi diyebilir misiniz?” sorusu üzerine Erdoğan, Biden ile yüz yüze görüşmesinin NATO’daki zirve ile gerçekleştiğini, Biden’la tanışmasının, görüşmesinin yeni olmadığını, çok çok eski olduğunu anımsattı.

Erdoğan, Biden ile yarım saati aşkın süre ikili görüşme yaptığını, ondan sonra heyetler arası görüşmelere geçildiğini belirterek, şunları kaydetti:

“Bizim Patriot’lar konusundaki düşüncemiz malum bilinen bir düşünce idi ve bu konuda ABD’nin de tavrı belliydi. Ne oldu? ABD, Patriot’ları vermedi. Biz de S-400’ü o zaman almak durumunda kaldık. Böyle bir süreçten geliyoruz ve bu konularla ilgili savunma sanayisinde birlikte neler yapabiliriz, bunları savunma bakanlarımız, dışişleri bakanlarımız kendi aralarında görüşsünler dedik, kendi aralarında yapacakları bu görüşmeden sonra da bizler adımlarımızı atalım, böyle bir karara vardık. Bunun dışında ticari ekonomik birçok alanda bizim 100 milyar dolarlık bir hedefimiz vardı ama şu anda bu hedef henüz 22-23 milyar dolar civarında. Bizim bunları aşmamız gerekiyor ve bu konuda da kendileriyle bir mutabakatımız oldu. Bu arada aşı konusu vesaire bunları yine görüşme fırsatımız oldu ve Sayın Biden ile de verimli bir görüşmeyi bu ilk buluşmada, yüz yüze görüşmede gerçekleştirmiş olduk.”

– “TÜRKİYE’YE DAVET ETTİM”

Biden ile görüşmesinin ilişkilere iki ülke arasındaki ilişkilere nasıl yansıyacağı sorulan Erdoğan, “İlişkilerin devamı açısından olumlu olduğunu söylüyorum. Temennim odur ki özellikle ben kendisini de ayrıca Türkiye’ye davet ettim, şu yoğunluklarını aştıktan sonra Türkiye’ye gelebileceğini de söyledi.” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Biden görüştü

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir soru üzerine, 1915 olaylarının görüşmede gündeme gelmediğini belirtti.

Daha önce “Türkiye’ye gitmeyin” tavsiyelerinde bulunan bazı ülkelerin zirvede yapılan görüşmeler sonucunda tutumlarında bir değişiklik olup olmayacağına yönelik soru üzerine ise Erdoğan, bütün ülkelerde temel konunun yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını olduğuna işaret etti.

Aşılamanın bu konudaki önemini vurgulayan Erdoğan, “Bazı ülkeler olumlu yaklaşmaya başladılar, örneğin Almanya gibi. Rusya heyet gönderdi, Rusya’nın göndermiş olduğu heyetin Türkiye’de yapacağı görüşmelerden sonra ne gibi bir tavır takınacaklarını da göreceğiz.” ifadesini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu süreçte umutlu olduğunu vurgulayarak, bazı ülkelerin “Kovid belası” sebebiyle kapılarını açamadığına dikkati çekti. Kapıların böyle kapalı kalamayacağını dile getiren Erdoğan, “Biz şimdi İspanya’ya niye turist göndermeyelim. Almanya ile kapılar açıldığı andan itibaren onlar gönderdiğinde biz de göndereceğiz. İngiltere ile kapılar açıldığı andan itibaren biz de göndereceğiz. Şu anda bir sıkıntı var ama Boris Johnson ile yaptığımız görüşmede inşallah ben umutluyum ve oradan da kapıların açılacağına ihtimal veriyorum.” diye konuştu.

Önümüzdeki süreçte kendisinin ABD seyahatinin söz konusu olup olmadığına ilişkin soruya Erdoğan, “Önümüzde bir Genel Kurul var. Genel Kurul’la beraber bir de bizim New York’ta Türk Evimiz şu anda bitmek üzere. İnşallah onun da açılışını yapacağız.” yanıtını verdi.

Öte yandan Erdoğan, basın toplantısına gelişi sırasında ve NATO Karargahı’ndan ayrılırken NATO’da görevli bazı Türklerle sohbet etti ve fotoğraf çektirdi.

Tarihi görüşmede masadaki dikkat çeken detay! Erdoğan, Biden’a verdi…

NATO Zirvesi kapsamında Başkan Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden arasındaki kritik görüşme 45 dakika sürdü. İki lider bölgesel konuları ele alırken, o sırada masada yer alan bir kitap ise dikkatlerden kaçmadı.

Son dakika: Tarihi görüşmede masadaki dikkat çeken detay! Erdoğan, Biden'a verdi...
15.06.2021 
Başkan Erdoğan, ABD Başkanı Biden’a “Turkey’s Fight Against Terrorism (Türkiye’nin Terörizmle Mücadelesi)” isimli kitabı verdi. İletişim Bakanlığınca yayımlanan kitapta, Türkiye’nin teröre karşı verdiği mücadeleye yer veriliyor.

Bugün tüm dünyanın gözü Brüksel’de gerçekleştirilen NATO Zirvesi’ndeydi. Özellikle Başkan Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden arasındaki görüşme merak konusu olurken, ikili 45 dakika süren başbaşa bir görüşme gerçekleştirdi.

Erdoğan ile görüşmesi sonrası Biden'dan son dakika açıklamasıErdoğan görüşmesi sonrası Biden’dan son dakika…

KİTAP İLETİŞİM BAŞKANLIĞINCA YAYIMLANDI

Erdoğan ve Biden arasında gerçekleştirilen görüşmede, masada bulunan bir kitap dikkatlerden kaçmadı. Başkan Erdoğan, masadaki bu kitabı Joe Biden’a verirken, kitabın Türkiye’nin terörle mücadelesini anlatan İletişim başkanlığınca yayımlanan bir kitap olduğu öğrenildi.

TÜRKİYE’NİN TERÖRLE MÜCADELESİNİ ANLATIYOR

“Turkey’s Fight Against Terrorism (Türkiye’nin Terörizmle Mücadelesi)” isimli kitapta Türkiye’nin terör örgütü DEAŞ, PKK/YPG ile mücadelesi, Barış Pınarı Harekatı’nın gerekçesi ve Türkiye’nin Suriyelilere yaptığı ev sahipliğine ilişkin bilgiler yer alıyor.

Bir ülke daha NATO'ya üye oluyor!Bir ülke daha NATO’ya üye oluyor!

‘TÜRKİYE’NİN TERÖRİZMLE MÜCADELESİ’ KİTABININ DETAYLARI

Bahsi geçen kitapta 4 ana başlık üzerinde duruldu. Bu başlıklar ise; Türkiye’nin DEAŞ’la mücadelesi, Türkiye’nin PKK/YPG ile mücadelesi, Barış Pınarı Harekatı ve Türkiye’nin Suriyelilere ev sahipliği oldu. 4 ana başlık en ince ayrıntılarına kadar açık bir şekilde anlatıldı.

Türkiye’nin terörizmle mücadelesi kitabının önsözü şu şekilde: 

“Uluslararası sistemde terörle mücadelesi on yıllar süren Türkiye benzeri baska bir devlet yoktur. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana etnik, dini, mezhebi, ideolojik birçok farklı maske takmış terör örgütlerinin saldırılarına sistematik bir şekilde maruz kalmış, on binlerce vatandaşını kaybetmiş, ekonomik olarak telafisi imkânsız zararlara uğramıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin terörle mücadele ederken askeri, politik, ekonomik, sosyolojik ve enformasyon alanlarında yaşadığı tecrübeyi dikkate almak, tüm dünyanın huzur ve barışı için eşsiz bir fırsat sunacaktır. Türkiye, terör örgütlerinin ideolojilerine, sözde dini ya da mezhebi söylemlerine, etnik tanımlamalarına bakmadan, aralarında ayrım yapmadan tamamıyla mücadele etmektedir.

“DÜNYA ÜZERİNDE DOLAŞAN YALAN HABERLERİN AKSİNE TAMAMI DOĞRUDUR”

Bu nedenle terör örgütlerinin kullanışlı birer araç olması anlayışını reddediyor, tüm teröristlere karşı devletlerin etkili mücadele etmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Terörle mücadele, ancak terör örgütleri arasında ayrım yapılmadığı zaman sonuca ulaşır. Bu açıdan baktığımızda DEAŞ ve YPG terör örgütleri ile aynı anda mücadele eden Türkiye’den başka bir ülke olmadığını görüyoruz. Bu anlayışla, dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun kimlerin yaptığına bakmadan bütün terör saldırılarını ilk kınayan ülke hep Türkiye olmuştur. Türkiye, enformasyon savaşlarında en fazla saldırıya uğrayan, içinde yaşadığımız ve post truth olarak adlandırılan şu çağda “fake news” tehdidine en fazla maruz kalan ülkelerin başında gelmektedir. Algı operasyonları maalesef Türkiye’nin, özgür dünyanın huzuru için verdiği terörle mücadeleyi gölgelemektedir. Dolayısıyla algıların gerçeklerin önüne geçtiği bu dönemde Türkiye’nin terörle mücadelesini anlatan bir kitapçık hazırladık. İçerikteki tüm bilgiler belgelere dayalı, bir devlet titizliği ve ciddiyetiyle hazırlanmıştır. Dünya üzerinde dolaşan manipülasyonların ve yalan haberlerin aksine tamamı gerçektir. Elinizdeki kitapçıkta, Türkiye’nin DEAŞ’a karsı yürüttügü samimi ve etkili mücadeleyi tüm çıplaklığıyla görecek, Suriye’de ve Türkiye’de bu terör örgütüne yönelik elde edilen başarıları okuyacaksınız. Bununla birlikte DEAŞ saldırılarından en fazla zarar gören ve kurban veren ülkenin Türkiye olduğunu, tek tek rakamlarla ve olaylarla ele aldığımız bu çalışmamızda göreceksiniz. DEAŞ’a karşı fikri mücadelenin de en samimi ve sonuç alıcı sekilde Türkiye tarafından verildiğini daha net anlayabileceksiniz. Bir başka bölümde PKK ile YPG’nin aynı örgütler olduğuna; uluslararası raporları, saygın uzmanların açıklamalarını, tanıklardan yapılan alıntıları ve örgütün yayınladığı dokümanları okuyarak kendiniz karar verme imkânı bulacaksınız. PKK/YPG’nin Kürtleri neden temsil etmediğini, kuruluşundan bu yana PKK ile YPG’nin en çok Kürtleri katlettiğini, zarar verdigini, Kürt çocuklarını hem öldürdüklerini hem de silah altına almak için kaçırdıklarını tek tek inceleyebileceksiniz. YPG’nin Kürtlerin de yoğun olarak yaşadığı Arap, Türkmen ve azınlıkların yaşadığı sehirlerde nasıl insan hakları ihlalleri yaptıklarını, dünyadaki uyuşturucu trafiğinde nasıl rol aldığını uluslararası raporlardan ve bizzat tanıklardan okuyabileceksiniz. Bir diğer bölümde, Barış Pınarı Harekatı’nın neden yapıldığını, sahadaki somut gerçekliklerin neler olduğunu, harekât sırasında üretilen yalan haberlerin gerçeklerini, YPG baskısından kurtulmak isteyen Kürtlerin bu harekâtı nasıl desteklediklerini somut veriler ve röportajlarla okuyabileceksiniz. Bununla birlikte Türkiye’nin bir sivilin dahi zarar görmeden, şehirleri yıkmadan, çevreye zarar vermeden gerçeklestirdiği bu harekâtın sonuçlarını kendi gözlerinizle görme imkanına kavuşacaksınız.

“TERÖRLE MÜCADELEYE KARŞI TARİHİN DOĞRU SAYFASINDA DURMAYA BİR DAVETTİR”

DEAŞ ve YPG’den kurtulan insanların Türkiye’ye olan sevgi ve muhabbetlerine tanık olma şansını elde edeceksiniz. Barış Pınarı Harekatı’nın Suriye’nin ve bölgenin geleceği için neden önemli olduğunu, sığınmacılar için güvenli bölgenin ne anlama geldiğini yine bu kitapçıkta bulabileceksiniz. Hazırladığımız kitapçığın son bölümünde ise, dünya üzerinde en fazla sığınmacı barındıran ve sıgınmacılara en çok yardım yapan Türkiye’nin 4.5 milyon insan için eğitimden sağlığa, sosyal politikalardan insani yardıma kadar birçok alanda yaptıkları çalısmalara tanık olabileceksiniz. Türkiye’nin daha önce Suriye’de gerçeklestirdiği “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” harekatları sonrası Suriye topraklarının bu bölümünde sağlanan huzur ve güven ortamını, bu bölgelere geri dönen Suriyelilere yönelik Türkiye’nin yaptığı altyapı ve üstyapı yatırımlarını göreceksiniz.

Sığınmacıların yükünü tek başına Türkiye’nin nasıl sırtladığını fark etme imkanına kavuşacaksınız. Türkiye’nin hem PKK/YPG, DEAŞ vb örgütlerle mücadelesi hem de Suriye’den kaçan sığınmacılara yönelik insani politikası; tarihte vicdani ve doğru sayfada yer almasını sağlayacak kadar dürüst ve samimidir. Dünyanın geri kalanının da tarihin hangi sayfasında yer alacaklarına karar vereceği bir dönemden geçiyoruz. Cumhurbaskanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın; “Teröre karşı müttefiklik ruhuna uygun, kararlı bir mücadele verildiği takdirde tüm insanlığın huzura kavuşacağına gönülden inanıyorum.” sözü de bu bağlamda bir terörle mücadeleye karşı tarihin doğru sayfasında durmaya bir davet niteliğindedir. Biz üstümüze düşeni yapıyor ve dünya barışı, huzuru ve güvenliği için tüm terör örgütleriyle mücadelemize devam ediyoruz.”

BAZI ÜLKELERDE TERÖRE DESTEK VEREN PARTİLER

Kitapta Batı’nın terör örgütü PKK/YPG’ye verdiği desteğe de değinildi. Terör örgütüne destek veren bazı siyasi partiler de kitabın içinde yer aldı. Buna göre; Almayan’da Sol ve Yeşiller Partileri’nin, Avursturya’da Yeşiller Partisi’nin, Belçika’da İşçi ve Yeşilleri Partileri’nin, Yunanistan’da Syriza ve Anel Partileri’nin, Fransa’da Komünist Parti, İngiltere’de İşçi Partisi’nin, İsveç’te Sol Parti’nin, Norveç’te Kızıl Parti’nin, İspanya’da Podemos Partisi’nin ve İtalya’da iki partinin teröre destek verdiği vurgulandı.

PKK İLE İLİNTİLİ STK SAYILARI DİKKAT ÇEKTİ

Kitapta, yine bazı ülkelerin PKK ile ilintili STK sayısına da yer verildi. Bu kapsamda; Almanya’da 237, Avusturya’da 31, Belçika’da 36, Danimarka’da 28, Fransa’da 24, Hollanda’da 55, İngiltere’de 25, İsveç’te 11, İsviçre’de 73, Norveç’te 17 ve Yunanistan’da 18 STK’nın PKK ile ilişkili olduğu aktarıldı.

3.

Erdoğan ve Biden 3 kritik konuda uzlaştı!

NATO Zirvesi’nde kritik bir görüşme gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Biden, bölgesel meselelerde işbirliğinin önemine vurgu yaparken, Afganistan, Libya ve Suriye konusunda mutabık kaldı.

 

 

Milat Gazetesi İlk Sayfası

4.

NATO Zirvesi devam ederken Putin’den tepki: Kandırıldık

 Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, NATO’nun doğuya genişlemesine tepki göstererek, endişe duyduğunu ifade etti.

Son dakika: NATO Zirvesi devam ederken Putin'den tepki: Kandırıldık
15.06.2021 

 

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, yıllar sonra bir Amerikan kanalına röportaj vererek, NBC’den Kim Simmons’ın sorularını yanıtladı.

Simmons, NATO’nun gerçekleştirdiği manevraların Rusya’nın tatbikatlarına yanıt olduğunu öne sürerek Moskova’yı ittifak ile karşı durmayı tırmandırmakla suçladı. Gazeteci, “NATO bir nevi savunma oynuyor” ifadesini kullandı.

Rus lider, “Böyle savunma mı olur? Sovyetler Birliği döneminde Gorbaçov’a, ki çok şükür henüz yaşıyor, ona sorabilirsiniz, şifahi de olsa NATO’nun doğuya genişlemeyeceği sözü verilmişti. Nerde bu vaatler?” yanıtını verdi.

Putin: Biden'ın bana katil demesine alınmadımPutin: Biden’ın bana katil demesine alınmadım

”BİZİ ÇOCUK GİBİ KANDIRDILAR”

Putin, askeri blokun Doğu Avrupa yönündeki genişlemenin iki dalga halinde gerçekleştiğini anımsattı.

Simmons, “Genişlemeyeceği vaadi nerede yazılmış?” diye itiraz etti.

Rusya Devlet Başkanı, bu itiraza şu tepkide bulunmuş:

“Aferin size! Haklısınız, bizi çocuk gibi kandırdılar. Her şeyi kağıda dökmek lazım.”

Putin: Navalny'nin öldürülmesi için talimat vermedimPutin: Onun öldürülmesi için talimat vermedim

”RUSYA, ABD VE AVRUPA İÇİN TEHDİT Mİ OLUŞTURMUŞ?”

İttifakın neden doğuya genişleyerek altyapısını Rus sınırlarına yaklaştırdığını soran Putin, “Sonra bizim saldırgan davrandığımızı söylüyorsunuz. Nedenmiş o? Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Rusya, ABD ve Avrupa ülkeleri için tehdit mi oluşturmuş?” açıklamasında bulundu.

”DÜZENLİ TATBİKATLAR YAPIYORUZ”

Rusya’nın büyük harcamalar yaptığını dile getiren Putin, “Bunun karşılığı ne oldu? NATO’nun altyapısı sınırlarımızda. Ve sonra birilerini tehdit ettiğimizi mi söylüyorsunuz? Evet, düzenli tatbikatlar yapıyoruz, ordumuz için ani tatbikatlar da yapıyoruz. Bu neden NATO ortaklarını endişelendirmeli? Bunu anlamıyorum” diye konuştu.

“NATO, BİR ŞEYLER PLANLIYOR”

NATO’nun siber alandaki güçlenmeyle ilgili görüşünü de belirten Rusya Devlet Başkanı, “NATO, siber alanı savaş meydanı ilan ettiyse bir şeyler planladığı, bir şeyler hazırladıkları anlamına geliyor. Elbette bu durum bizi endişelendirmiyor olamaz” yorumunda bulundu.

Bir ülke daha NATO'ya üye oluyor!Bir ülke daha NATO’ya üye oluyor!

UKRAYNA, NATO’YA KABUL EDİLECEK

Putin açıklamaları NATO Zirvesi devam ederken geldi. Tarihi görüşmeden sonra açıklama yapan Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ise, NATO’nun Ukrayna’yı ittifaka üye olarak kabul edileceğini söyledi.

“UKRAYNA’NIN NATO’NUN BİR PARÇASI OLACAĞI DOĞRULANDI”

Zelenskiy, “NATO partnerlerimizin yüz yüze kaldığımız zorluklar konusundaki anlayışını takdir ediyorum. Liderler, Ukrayna’nın ittifakın bir üyesi olacağını doğrulayarak, ‘Üyelik Eylem Planı’nın (MAP) bu sürecin önemli bir parçası olduğunu belirtti. Ukrayna, Avrupa-Atlantik güvenliğinin sağlanmasında oynadığı rol konusunda hak ettiği takdiri görmeli” ifadelerini kullandı.

BIDEN’DAN DEĞERLENDİRME

Zirve sona ermeden önce Biden ise, “Ukrayna’nın NATO üyeliği, Ukrayna’nın kriterleri karşılayıp karşılamadığına bağlı. Ukrayna hala yolsuzlukları temizleyebilmiş değil. Bir diğer kriter de Ukrayna’nın eylem planına girmesi Ukrayna’nın NATO üyeliği sadece bana bağlı değil. Ukrayna’nın NATO’nun bir parçası olacağına karar verirsek ya da vermezsek bu NATO üyelerinin vereceği oylara bağlı” değerlendirmesinde bulundu.

KAYNAK: SPUTNİK

 

 5.

Kasım Güler yakalandı! MİT yurt dışında paketledi, işte ilk görüntü…

Kırmızı kategoride aranan DEAŞ’ın sözde “Türkiye vilayeti sorumlusu” Kasım Güler, MİT’in Suriye’deki operasyonuyla yakalanarak Türkiye’ye getirildi.

 15.06.2021 

 

Güvenlik kaynaklarından alınan bilgiye göre MİT, terörden arananlar listesinde kırmızı kategoride yer alan DEAŞ’ın sözde “Türkiye vilayeti sorumlusu” Ebu Usame el Türki kod adlı Kasım Güler‘in, Suriye’den Türkiye’ye yasa dışı yollarla geçerek sansasyonel eylem yapmayı planladığı bilgisi üzerine çalışma başlattı.

Takibe alınan Güler, Suriye’de gerçekleştirilen operasyonla yakalanarak sorgulanmak üzere Türkiye’ye getirildi.

Kasım GülerKasım Güler

ÇOK SAYIDA ÖRGÜTSEL DÖKÜMAN VE GİZLİ BİLGİLER ELE GEÇİRİLDİ

Terör örgütü DEAŞ üyesi Kasım Güler’in silah ve patlayıcılarla yasa dışı yollardan Türkiye’ye geçme hazırlığında olduğu belirlendi.

Kırmızı kategoride aranıp yakalanan ilk DEAŞ mensubu olduğu bildirilen Kasım Güler’in üzerinden çok sayıda örgütsel doküman ile gizli bilgiler de ele geçirildi.

Güler’in 2008-2010 yılları arasında Afganistan-Pakistan bölgesine geçerek çatışma alanlarında faaliyet gösterdiği, 2014’te DEAŞ’a katıldığı öğrenildi.

Kasım GülerKasım Güler

Örgüt içerisinde üst düzey görevlerde yer aldığı ifade edilen Kasım Güler’in, DEAŞ’ın sözde Rusya, Avrupa ve Türkiye mali sorumlusu da olduğu belirlendi.

KAYNAK: AA

6.

BAE’de Peker paniği! Türk ekip tam enseleyecekken, CIA, MOSSAD ve Dahlan devreye girdi

Dubai’de gizlenen suç örgütü lideri Sedat Peker’in geçtiğimiz günlerde ortalıktan aniden kaybolmasının sebebi belli oldu. Gündeme düşen son dakika iddiasına göre, Türk ekibi Peker izni tespit etti. Peker’in yakalanıp yurda getirilmesi için düğmeye basılacakken CIA, MOSSAD ve Dahlan tarafından daha güvenli bir yere götürüldü.

BAE'de Peker paniği! Türk ekip tam enseleyecekken, CIA, MOSSAD ve Dahlan devreye girdi
15.06.2021

2 gündür kendisinden haber alınmayan suç örgütü lideri Sedat Peker‘in BAE‘de kendisini karış karış arayan Türk ekip tarafından tespit edilince daha güvenilir bir yere nakledildiği iddia edildi.

MOSSAD tarafından Balkanlardan Fas’a, oradan Birleşik Arap Emirlikleri’ne (Dubai) kaçırılan Sedat Peker burada “dokunulmaz” olarak bilinen bir otele yerleştirildi.

Erdoğan'a sesleniyorum: Türkiye'den askeri müdahale talep ediyoruzTürkiye’den askeri müdahale talep ediyoruz!

Türkiye’den giden ekipler Sedat Peker’i adım adım izlerken, NATO zirvesine ve Erdoğan-Biden görüşmesine bir hafta kala Peker’den otelden çıkması ve başka bir yere gitmesi istendi. Bunda, Türkiye’den giden ekibin “güvenli” otele ulaşması, çatısından görüntüler çekmesi, sonrasında sahibiyle yaptığı ve Peker’i teslim etmeye yönelik baskılarının da etkili olmuş olabileceği bildirildi.

4 ilde Sedat Peker suç örgütüne operasyon: 25 gözaltı!4 ilde Sedat Peker suç örgütüne operasyon

SEDAT PEKER YAKALANDI MI?

Kaldığı yerden ayrılarak başka bir otele geçen ve sık sık otel değiştiren Peker’e en son Grand Hyatt Dubai’de bir operasyon gerçekleştirildiği, ancak Peker’i koruyan ekibin bu operasyonu engellediği, Peker’in yeniden “güvenli” yere götürüldüğü öne sürüldü.

Bu gelişmeler sonrası pazar günü Sedat Peker’in, Birleşik Arap Emirlikleri istihbaratınca kaldığı yerden alındığı öğrenildi.

SEDAT PEKER İÇİN PAZARLIK

Aydınlık’ın ulaştığı kaynaklar gelişmelerle ilgili olarak, “Peker, onun kaçışını organize edenlerin bilgisi dahilinde kaldığı yerden alındı. Yanına telefon ve başka hiçbir haberleşme aracı aldırılmadı. Ona eşlik edenler de panikledi. Bu durumu sosyal medyadan paylaştılar. Bu arada Türkiye’den giden bazı ekiplerle Birleşik Arap Emirlikleri istihbaratı, CIA, MOSSAD ve Dahlan’ın ekibi pazar günü öğleden sonra buluşarak pazarlığa başladılar. Buna ‘istihbarat diplomasisi’ de diyebilirsiniz. Görüşmeler akşam geç saatlere kadar sürdü. Ama sonuç alınamadı. Bu arada Peker tekrar ‘güvenli’ yerine götürüldü” dediler.

Saymaz'dan 'Peker' açıklaması: Yalnız değil, bilgi akışı var!Saymaz’dan ‘Peker’ açıklaması: Yalnız değil!

Öte yandan, Peker’i takip etmek için Dubai’de bulunan diğer ekiplerin de gelişmeleri yakından takip ettikleri iddia edildi.

AYDINLIK

7.

Erdoğan-Biden görüşmesinin perde arkası

16.06.2021

Beklenen görüşme önceki akşam gerçekleşti.

Kasım’da seçimleri kazanan, 20 Ocak’ta Beyaz Saray mesaisine başlayan ABD Başkanı Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan NATO zirvesinin yapıldığı Brüksel’de bir araya geldi.

Yaklaşık bir buçuk saatlik buluşmanın ilk yarısı baş başa, kalan kısmı heyetler arasında geçti.

Görüşmeler bittikten sonra yapılan açıklamalar, karşılıklı anlaşma ile olduğu izlenimi verecek şekilde bir diğeriyle ‘uyumluydu.’

Erdoğan, “Yararlı ve samimi bir görüşme oldu” dedikten sonra,

“Sayın Biden’la ilk verimli görüşmemiz gerçekleşmiş oldu. Kendisini Türkiye’ye davet ettim. Yoğunlukları aştıktan sonra Türkiye’ye gelebileceğini söyledi” ifadesini kullandı.

Biden, “Pozitif ve verimli bir toplantı yaptık. Toplantının çoğu baş başaydı. Ekiplerimiz görüşmelere devam edecek, Türkiye ile ABD arasında gerçek bir ilerleme kaydedeceğimize inanıyorum” dedi.

Dün, bu görüşmeye dair yeni açıklamalar da yapan Biden, Afganistan meselesinin sorulması üzerine, bu soruya daha geniş bir çerçeveden yaklaşıp, “Uzun görüşmelerimiz oldu. Toplantımızla ilgili iyi şeyler hissediyorum” şeklinde bir cevap verdi.

Bunlara basına, yani kamuoyuna dönük olarak yapılan açıklamalardı.

Bir de görüşmelerin dışarı yansımayan içeriği ve perde arkası var.

5 MADDEDE GÖRÜŞMENİN SONUÇLARI

Öncelikle şu bilgiyi aktaralım:

Türk tarafı, görüşmeye olumlu anlamlar yükleyerek, olabilecek en ideal sonucun elde edildiğini düşünüyor.

Görüşmenin içeriğinden haberdar olan çevrelerce, 5 maddeden oluşan değerlendirmeler yapılıyor.

Buna göre;

-Mevcut durumun korunduğu,

-Afganistan’da ortak gündemle hareket edildiği,

-Libya’da Türkiye’nin pozisyonunun ABD tarafından kabullenildiği,

-Karabağ ile ilgili bir sorun çıkarılmadığı,

-İdlib ve insani yardımlar konusunda birlikte hareket etme kararının alındığı

dile getiriliyor.

Bu başlıkları bardağın dolu tarafını yansıtan başlıklar olarak görmekle birlikte, önemli kazanımlar olduğunun da altını çizmekte fayda var.

Libya konusunda bir önceki yazıda aktardığımız gibi, Batılı ülkelerden çekilme baskısı geldiği için, NATO zirvesinin hemen öncesinde bir ‘çıkarma’ ile buna cevap verilmiş, kararlılık gösterisi sergilenmişti.

Demek ki bunun karşılığı Brüksel’de alınmış oldu.

ABD makamlarının Türkiye’nin Libya’daki pozisyonunu kabullenmiş olmaları bu anlamda önemli bir haber.

Karabağ’la ilgili Fransa başta olmak üzere Avrupa’dan gelen kimi tepkilere karşın, ABD cephesince bir sorun çıkarılmaması da önem taşıyor.

Dikkat edildiyse bu iki başlık, Türkiye’nin son 2 yılda yaptığı dış politika hamlelerinin iki önemli ayağını oluşturuyor.

Bu anlamda, ABD’den bu iki konuda itiraz seslerinin yükselmemesi, atılan adımların yerleşik hale gelmesine imkân sağlayabilir.

MEVCUT DURUMUN KORUNMASI DERKEN NE KAST EDİLİYOR?

Yukarıda sıraladığım 5 madde arasında yer alan “Mevcut durumun korunduğu” ifadesinin muğlaklığı dikkat çekmiş olabilir.

Bu ifade ile neyin kast edildiğine dair soruma bir cevap alamadım.

Bir tahmin yürütmek gerekirse, buradaki kastın, Ankara’nın en fazla baskıya maruz kaldığı S-400 meselesi olduğu düşünülebilir.

Malum olunduğu üzere, Caatsa yaptırımları devrede ancak, mevcut durumun korunması derken, yeni bir yaptırımın gündemde olmadığına vurgu yapılıyor olabilir.

Daha önce Erdoğan-Biden görüşmesinin ön hazırlıkları için Ankara’ya gelen ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Sherman, Türkiye’ye S-400 sisteminden vazgeçme çağrısında bulunmuştu.

Ancak bu türden çağrıları, yeni bir yaptırımın ayak sesleri olarak yorumlamak yerine, şu an uygulanmakta olan yaptırımın kaldırılması için öne sürülen bir şart olarak değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, görüşme sonrası düzenlediği basın toplantısında, bu konuyla ilgili soruya, “S-400’de bizim düşüncemiz daha önce neyse, aynı düşünceyi Sayın Başkan’a ifade ettim” şeklinde bir cevap verdi.

Demek ki bir geri adım yok.

O halde, bu görüşmenin bir çıktısı olarak şöyle bir hüküm verilebilir:

ABD tarafında mevcut krizleri derinleştirecek bir eğilim (somut yeni adım atma anlamında), Türk tarafında ise, onların ‘vazgeçme’ taleplerini karşılayacak bir geri adım vaadi, söz konusu olmadı.

YENİŞAFAK

 

8.

Erdoğan ve Aliyev’den tarihi imza ve açıklama! Ermenistan’la normalleşme…

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, iki ülke arasında “Şuşa Beyannamesi”ni imzaladı.

15.06.2021

Son dakika haberi: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 yıl sonra Ermenistan işgalinden kurtarılan Dağlık Karabağ‘ın sembol şehri Şuşa’da Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev tarafından resmî törenle karşılandı.

Başkan Erdoğan için Şuşa Valiliği’nde karşılama töreni düzenlendi. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, Başkan Erdoğan’ı makam aracından inişinde karşıladı. Cumhurbaşkanlarının tören alanındaki yerlerini almasının ardından iki ülke millî marşları çalındı. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ile tören kıtasını denetleyen Başkan Erdoğan, askerleri selamladı. İki lider karşılamanın ardından baş başa görüşmeye geçti.

ŞUŞA BEYANNAMESİ İMZALANDI
İki lider, görüşmelerin ardından Şuşa Beyannamesini imzaladı.

“KARABAĞ ZAFERİNİ BİR KEZ DAHA TEBRİK EDİYORUM”

Cumhurbaşkanı Erdoğan da yaptığı açıklamada, “44 günlük bir savaşın ardından Karabağ sahiplerine geçmiş oldu. Ermeni mezaliminden işgalinden kurtulmuş oldu” ifadelerini kullandı.

Erdoğan’ın açıklamalarından satır başları şöyle;

“44 günlük savaşın ardından Karabağ sahiplerine geçmiş oldu. Ermeni mezaliminden, işgalinden kurtulmuş oldu. Şu anda arkadaki fonda görülen bina aslında Ermeni mezaliminin ne yazık ki, bu şaheserleri ne hale getirdiğinin ifadesidir.

ARKALARINDAKİ BİNAYA DİKKAT ÇEKTİ

Kardeşim de fon olarak basın toplantısında gayet anlamlı bir yeri seçmiş bulunuyor. Bir tarafta valilik, öbür tarafta da Ermenilerin adeta yerle yeksan etmek üzere oldukları bir bina. Haydar Aliyev’i de anmadan geçemeyeceğiz. Kahraman Azerbaycan Ordusu’nun Karabağ zaferinin sevincini 10 Aralık 2020’de Bakü’de paylaşmıştık. O gün yine, bambaşka bir coşku, heyecan vardı. 6 ay sonra kadim şehir Şuşa’da kendisiyle beraber olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Verdiğimiz söz yerine gelmiş bulunuyor. Kardeşim Aliyev’in liderliğinde özgürlüğe kavuşan Karabağ’ı ayağa kaldıran çalışmaları takip ediyoruz.

“HER TÜRLÜ KATKIYI SAĞLAYACAĞIZ”

Kardeşim Aliyev’in liderliğinde özgürlüğe kavuşan Karabağ’ı ayağa kaldıran çalışmaları takip ediyoruz. Türkiye olarak yeniden inşa faaliyetlerinde de kardeşlerimize her türlü katkıyı vereceğiz. Burada gerçek sahipleri tekrar evlerine, meskenlerine dönsün.

6’LI PLATFORM ÇAĞRISI

Karabağ ve Azerbaycan topraklarının bir daha böyle felaketi yaşamaması için tedbirleri alacağız. Burada bizim de TOKİ ile atmayı planladığımız adımlar var. Bu adımları atacağız. Bölge ülkelerini de Azerbaycan halkının zaferini görmeye, geleceğe bakmaya davet ediyoruz. Ermenistan’ın kendisine uzatılan iyi niyet ve dayanışma elini tutmasını temenni ediyoruz. 6’lı bir platform dedik. Rusya, Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve İran. İstiyoruz ki 6’lı platform ile bölge barış içinde yaşanan bir bölge olsun.

“İLİŞKİLERİMİZİ ETRAFLICA DEĞERLENDİRDİK”

Kardeşim Aliyev’le görüşmede ilişkilerimizi etraflıca değerlendirme fırsatı bulduk. Anlaşma ile birlikte iki ülke arasında kimlikle seyahati 1 Nisan 2021 itibarıyla başlattık. Bu adım bizleri daha da yakınlaştıracak. İkili ticarette önemli adımlar attık. SOCAR başta olmak üzere Azerbaycanlı şirketlerin Türkiye’deki yatırımları bizleri memnun ediyor. Gerekirse SOCAR ve Türkiye Petrolleri’nin üçüncü ülkelerde yatırımlarını da ele aldık. Önümüzdeki dönemde ticari ve ekonomik işbirliğimizin kapsamını daha da geliştireceğiz. Dev projeleri beraberce tamamladık.

“ŞUŞA’DA EN KISA SÜREDE BAŞKONSOLOSLUK AÇMAYI PLANLIYORUZ”

Bugün yeni bir tarihi adımı attık. Bu adım önemli. Biraz önce kardeşimin ifade ettiği Şuşa Beyannamesi ile ilişkilerimizin yeni dönemdeki yol haritasını belirledik. 11 A4 sayfa beyanname Şuşa’da bugün hayatiyet kazanıyor. Bu beyannamenin içeriği birçok şeyleri kapsadığı gibi bundan sonra geleceğe yönelik adımları atarken sadece iki ülke değil, bölgeyi kapsayan kararlılığın burada yattığını görüyoruz. Şuşa’da en kısa sürede bir başkonsolosluk açmayı planlıyoruz.”

Şuşa Beyannamesi’nin Tamamı İçin Tıklayın

İşte Aliyev’in konuşmasından satır başları:

“Şuşa Beyannamesi savunma ve askeri anlamda işbirliği öngörüyor. 2 mesele önemli. Savunma alanında, savunma sanayii alanında ve karşılıklı askeri yardımlaşma. Birbirimizin güvenliğini sağlayacağız. Müttefiklik hakkında imzalanan bildiride Zengezur koridorunun olması büyük önem taşıyor. Şuşa’yı kurtarmak büyük kahramanlık istiyordu.

“BU ANLAŞMA GELECEK İŞ BİRLİĞİMİZİN TEMİNATÇISI”

Bugün burada müttefiklik beyannamesi imzaladık. Gelecek iş birliğimizin teminatçısı. Bugün Türkiye ve Azerbaycan dünyada en yakın ülkeler. Tarih, kültür, ortak etnik kökler, din, dil. Halklarımızın kardeşliği. Eşsiz ortaklık örneği gösteriyoruz.

“SAVAŞIN BAŞLADIĞI İLK SAATLERDEN İTİBAREN AÇIK DESTEK GÖRDÜK”

Erdoğan, savaş başlayan ilk saatlerde açık destek gösterdi. Müdahale etmek isteyen güçleri durdurdu. Dedi ki; ‘Türkiye, Azerbaycan’ın yanında’. Azerbaycan’ın haklı sesi, Türk medyası tarafından dünyaya duyuruldu.

“ERMENİSTAN DİZ ÇÖKTÜ”

Ermenistan diz çöktü. Beyaz bayrak kaldırdı, teslim oldu. 30 yıla yakın devam eden işgal son buldu. Azerbaycan buna son verdi. Kardeş Türkiye’nin desteğiyle. Bu gösterdi ki; irade, azim, güç ve adalet olan yerde her şeyi elde etmek mümkündür.”

KARS ANLAŞMASI

Kars Anlaşması sayesinde Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan bağımsızlığına kavuşmuş ve Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti, Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti adında üç devlet kurulmuştu. Rusya ise bölgeden çekilmişti.

9.

Βαγγέλης Μαρινάκης: Συλλέκτης τίτλων!

Βαγγέλης Μαρινάκης: Συλλέκτης τίτλων! (photos)

 

10.Yeni Birlik Gazetesi İlk Sayfası

Diriliş Postası Gazetesi İlk Sayfası

Türkiye-ABD ilişkilerinde üç önemli mesele

17.06.2021

Erdoğan-Biden görüşmesinden yansımalar, geçtiğimiz cumartesi günü bu köşede özetlediğimiz mahiyette gelişiyor, öyle de devam edecek… İki ülke arasında öne çıkan üç konu var; Suriye, Libya ve Afganistan…

Evet, Liderler diplomasisi tamam, ama devletlerarası münasebetlerin şekillenmesinde ve sürdürülmesinde, daimî rolü oynayan hariciye teşkilatları ve ilgili diğer kurumlardır… Hem Sayın Erdoğan hem Joe Biden, Brüksel’deki görüşmenin akabinde yaptıkları açıklamalarda, bu hususa işaret ederek, bahsi geçen mekanizmaların karşılıklı olarak görüşmelerini devam ettireceğini belirtti. Türkiye ile ABD arasında, çözüm arayışı itibarıyla, öncelik sırasına göre gündem konusu olan bir düzineden fazla mesele var. Nitekim baş başa ve heyetler arası, toplam bir buçuk saatlik görüşme sırasında, bunların hepsinin ele alınması da mümkün değildi. Dolayısıyla sözde soykırım meselesi gibi bazı netameli başlıkların hiç gündeme gelmemiş olması şaşırtıcı değil. Ele alınan diğer bazı kritik başlıklarda da herhangi bir ilerlemenin kaydedilememesi, keza beklenmeyen bir durum değil!.. Ezcümle; S-400 Meselesinde, Türkiye durduğu yeri teyit etmiş bulunuyor. Buna karşılık Amerikan tarafı, bizim için yakıcı bir konu olan PKK/YPG’ye destek verme ve iş birliği yapma hususunda, herhangi bir tutum değiştirme niyeti sergilemiş değil. Yani bu ve bunlar gibi diğer ihtilaflar olduğu yerde duruyor. FETÖ konusu, Halk Bankası Davası, bu meyanda hemen kendisini hatırlatıyor! Dolayısıyla F-35 problemi de daha çok su kaldırır… Ancak her şeye rağmen, bu görüşme, iki ülke arasında gerilimin azalması bakımından kesinlikle olumlu katkı yapmıştır…

İhtilafların varlığına ve şimdilik çözümü yakın görünmemesine rağmen, iki tarafın iş birliği yapabileceği alanlarda; birlikte çalışma ve yol alma iradesini ortaya koyması, bardağın dolu kısmıdır. Bu cümleden olarak Suriye, Libya ve Afganistan konularında, daha yakın ve kısmen uyuşması mümkün bakış açılarıyla, mesafe alınabilecek gibi görünüyor. Elbette her üç konuda da birbirinden farklı zorluklar ve üçüncü taraflardan kaynaklanacak etkenler hep devrede olacaktır. Şöyle ki, Suriye’de ABD ile Türkiye’nin çözüm hedefli ortak bir çabaya girişmesi, Rusya ve İran tarafından nasıl karşılanacaktır? Her iki ülkenin de, kendi güç ve nüfuzu oranında menfi tavırları kaçınılmazdır zira!.. Bunun yanında, ABD’nin öteden beri Kürt Meselesindeki yaklaşımı ve özellikle son dönemlerdeki PKK/YPG desteği; bir garnizon terör devletçiği kurma niyetini iyice açık etmesi, muhtemel iş birliğinin önündeki en çetin engeldir…

Her şeye rağmen, kanlı rejimin başı Esad’ın dayatmaya kalktığı uydurma ve gülünç seçimin reddedilmesi, insani yardım ve göç konusunda, uzun bir aradan sonra nihayet bir açıklama yapılmış olması olumludur. Libya konusunda da, BM’nin desteklediği meşru Millî Mutabakat Hükûmetine desteğin tazelenmiş olması ve savaş baronu Hafter’in ülke geleceğinde yer almaması konusunda görüş belirtilmesi çok önemlidir. Türkiye’nin bu ülkede sahip olduğu belirleyici pozisyonun kerhen de olsa kabul görmesi, dikkatle değerlendirilmesi gereken bir gelişmedir. Aynı şekilde Karabağ meselesinde, Türkiye’nin Azerbaycan’a verdiği güçlü desteğin getirdiği sonuçlara itiraz edilmemesi çok çok önemlidir…

Hem Kuzey Afrika’da hem Güney Kafkasya’da, bundan böyle Türkiye’nin siyasi ve askerî nüfuzu daha belirgin şekilde hissedilecektir. Bunun altını çizelim…

Türkiye-ABD ilişkilerinde, Brüksel görüşmesiyle birlikte ivme kazanan çok önemli bir konu da, Türkiye’nin Afganistan’da üstlenmesi muhtemel rol ve bunun bölgedeki yansımaları olacak…

Şayet, Türkiye’nin beklediği ölçüde destek verilirse, kırk iki yıldır savaş şartlarının hüküm sürdüğü bu çok zor coğrafyaya sükûnet gelebilir. Ve devamında da zaman içinde yaralar sarılabilir…

Yakın geçmişteki tecrübeler ve hâlihazırdaki şartlar böyle bir görevi (Gerekli siyasi ve ekonomik desteğin sağlanması şartıyla) ancak Türkiye üstlenebilir. Türkiye’nin teklif ettiği şekilde, Pakistan ve Macaristan’ın dâhil edilmesi suretiyle; şekillenecek müstakbel koalisyonun, en azından Afganistan’daki yangının büyümesine mâni olabilmesi mümkün görünmektedir. Fakat burada da yine çok değişik etkenler mevcut. Çin, Rusya, Hindistan ve İran’ın bölgeye dair emelleri ve uygulamaya çalıştıkları politikalar; kaçınılmaz olarak, çok bilinmeyenli denkleme dâhil olacaktır…

Özetlersek, Brüksel görüşmeleri bütün olumsuzluklara rağmen, olumlu şeylere de kapı aralamış bulunmaktadır…

Doğu Akdeniz ve Ege’de tansiyonun düşmesi ve daha sakin bir ortamın doğmasına dönük adımlar atılmış bulunuyor. Fransa’nın hem Doğu Akdeniz hem Kuzey Afrika konularında içine girdiği aksi tutum, öyle anlaşılıyor ki, bundan böyle daha bir davranış biçimine dönüşebilecektir. Eh, bunlar da az şey değildir. Zaten uluslararası konularda gıdım gıdım mesafe alınmıyor mu?!.

11.

NATO’nun küreselleşmesi

17.06.2021

NATO Toplantısı nihâyete erdi. Toplantı üzerine sayısız spekülasyon yapılıyor. Tabiî ki odakta aşırı yorumlarla yüklü ABD-Türkiye ilişkilerinin geleceği var. Bir defâ vurgulamak gerekir ki, bu toplantı ABD-Türkiye odaklı bir “ikili ilişkiler” toplantısı değildi. Son yazımda bunun NATO’nun 2030 Vizyonu olarak bilinen bir gündemi olduğunu belirtmiştim. Şöyle de anlayabiliriz: Eğer ABD-Türkiye ilişkilerinin izini tâkip etmek istiyorsak, bu yeni vizyonun ne olacağına bakmak gerekecek. Eğer bir vizyon şekillendiyse, bu ABD-Türkiye ilişkilerinin de belirleyicisi olacaktır. Değilse, ABD-Türkiye ilişkisi bu vizyonu belirlemeyecektir.

NATO, tekrar edelim; sert çekirdeği olan Anglosakson dünyâyı, Kıt’a Avrupa’sına eklemleyen bir oluşumdur. Aktörleri de ulusdevletlerdir. İçeriğinde derin çelişkileri barındırır. Türkiye bu oluşumun en aykırı unsurudur. Birincil çelişki bizzat sert çekirdeğin içinde yatar. Bu, hegemonik gücünü kaybeden Birleşik Krallık ile onu devralan ABD arasındadır. Hegemonik bir gücün tahtını bir diğerine terk etmesi, bir zorunluluk olsa da, tahmin edilebilir ki “güle oynaya” olmayacaktır. Hatırdan çıkarılmaması gereken diğer bir husus, ABD’nin varlığını, bir zamanlar nüfuzu ve ağır vergilerinin ağırlığı altında yaşadığı Birleşik Krallık’tan bağımsızlık elde etmesine borçlu olmasıdır.

NATO’nun ikinci çelişkisi, aralarında târihsel husûmet bulunan Fransa ve Almanya gibi iki Kıt’a Avrupası gücünü eş anlı baskılayarak kurulmuş olmasıdır. Zâten Birleşik Krallığın ABD ile Anglosakson sert çekirdekte buluşmayı ona hazmettiren unsur da, Ada Avrupası olarak, yanına Benelüks devletlerini de alarak Kıt’a Avrupası’na koyduğu bu üstençci mesâfedir.

Diğer çelişkiler, siyâsal kültürel gelenekleri hayli farklı olan İspanya, İtalya, Portekiz, Yunanistan vb Akdenizli devletlerinin varlığında yatar. Bu coğrafyada, içinde Opus Dei, P2 Locası ,Gladio gibi zaman içinde NATO’nun en kirli yapılarının yığıldığı ve faşizan operasyonlarını yürüttüğü, bir “gri” alana dönüşmüştür.

Türkiye ise NATO’nun en aykırı varlığıdır. Bir defâ Hristiyan ortak paydanın dışındadır. Bir Batı paktı olan NATO’nun en “Doğulu” ve tek Müslüman unsurudur. Doğulu olsa da Batılı olmaya azmetmiş bu aykırı devlet Gri NATO’ya dahil edilmişti.

NATO’nun bir “askerî” yapı olduğu âşikârdır. Bu, NATO’nun merkezde yer alan, belki de ana sütunu idi. Askerî sütunu destekleyen ikinci sütun ise anti-komünizm odaklı “ideolojik” sütundur. Zâten yapının içinde yer alan bütün çelişkileri, fay hatlarını etkisizleştiren de odur. Diğer iki sütun, “siyâsal” ve “ekonomik“ sütunlar diğerlerine göre hayli bodur kalmaktadır.

Ama NATO’nun kuruluş aşamalarını esasta tamamlayan Varşova Paktı’nın kuruluşudur. Analitik bakış ile bunun anlaşılabilmesi mümkün değildir. Burada diyalektik bakışa ihtiyaç var. NATO’yu esasta var eden, daha sonra kurulacak olan Varşova Paktı’dır. Şöyle de ifâde edebiliriz: NATO aslında Varşova Paktı’nın kurulduğu gün kurulmuş oldu. Bu değerlendirmeyi biraz daha ilerletecek olursak, Varşova Paktı’nın yıkıldığı 1990’lar, NATO’nun zaferi gibi agılansa da aslında NATO’nun da, yıkılmasa da onu boşluğa düşüren ağır bir sarsıntı geçirmesine, aşınmasına işâret eden bir olgudur. 1990’ların, bizzat Kıt’a Avrupası’nın üzerindeki Anglosakson baskıyı hafifletmek için kurulmuş olan AB’nin yıldızının parladığı bir devir olması tesâdüf değildir. Trump devrinde en fazla vurgulanan husûsun NATO’nun işe yaramazlığı olduğu dikkâtten kaçmamalıdır.

Şimdi toplantıdan çıkan bildirine bir bakalım. En kaba değerlendirmeyle bu, NATO’nun küreselleştirilmeye çalışıldığı bir metin olarak tezâhür ediyor. NATO’nun iklim, karbon salınımı, uzay ve sibernetik açılımlar kazanması isteniyor. Ayrıca, askerî harcamaların arttırılmasından, yoğun silahlanmalardan dem vuruluyor ve Asya ve Afrika açılımlarından bahsediliyor. Temenniler, içi boş, iri iri bir sürü lâf.. Soğuk Savaş refleksleri harekete geçirilmek isteniyor. Ama nâfile ..İdeolojik sütunun yerinde yeller esiyor. “Light” bir otokratiklik- demokratiklik farkı vurgusu NATO’ya ideolojik bir getiri sağlamıyor. Askerî yapıların güçlendirilmesi..Evet ama kime karşı, ne için? Belli değil. Çin ilk defâ odağa alınıyor. Ama burada coğrafya kayıyor. Atlantik aklını Pasifik aklının, Avrupa aklını Asya aklının yerine koymak o kadar kolay mı? Biraz da ironi yapalım.. Macar askerlerini Afganistan’da tahayyül edebiliyor musunuz? Kapitalizmin ultra modellerinin laboratuarına dönüşmüş olan Çin bir ideolojik düşman olabilir mi? Mesele otokratiklik ise, İran ile yakınlaşmanın esbab-ı mûcibesi ne ola ki? Suudlarla sızlanarak da olsa yakınlığın devâm ettirilmesi, Tâlibân ile iş tutmak ne mânâya gelmektedir ?

NATO, II.Genel Savaş sonrası ekonomik gücü elinde tutan ABD’nin liderliğinde, Dolar’ın gücü ve baskısı ile kuruldu. Bugün karşımızda ekonomik kriz yaşayan, sahte rakamlarla baskılan bir enflasyona ve ağır işsizlik rakamlarına mâruz kalan, Çin karşısında ağır ekonomik ve teknolojik kayıplardan muzdarip, alt yapısı eskimiş, kamuoyu kutuplaşmış bir ABD var. Başının çâresine bakmaya çalışan ve gerek Rusya, gerek Çin ile belâ istemeyen, kendi açılımlarının peşinde yaşlı bir Avrupa var. Birleşik Krallık ikili hesaplarını yapıyor. ABD son bir hamle peşinde.. Nâfile.. Târihin çarkları geriye doğru çalışmıyor. Flû bir vizyon…Bir söylem.. İçi boş… NATO, ölmüş, ağlayanı yok..

YENİŞAFAK

12.

The Unusual New Israeli Government

It is the most diverse – and most fragile – in Israel’s history.

 

The unusual happened at the Israeli Knesset (parliament) in Jerusalem on Sunday, June 13, 2021. The bloc of Change (the anti-Netanyahu bloc) was able to form a coalition government with less than the required 61 Knesset members voting their confidence in the government led by Naftali Bennett and Yair Lapid. The vote was 60 for the new government and 59 against. Lapid, the force behind the Change Bloc, and the alternate Prime Minister in rotation with Bennett, had to summon Labor Knesset member Emilie Moatti from her hospital bed to vote while lying on a stretcher, just to make it 60… The Arab Islamist list (Ra’am in Hebrew), part of the new coalition government, had one of its four members abstain. Without Moatti’s vote there would have been no Lapid-Bennett government. Naftali Bennett will be leading the most diverse coalition in Israel’s history.

Another unprecedented fact about the incoming government led by new Prime Minister Naftali Bennett is that he leads a party of only six Knesset members in the unicameral Knesset of 120 members. The outgoing Prime Minister Benjamin Netanyahu, the longest serving PM in Israel’s history (15-years in total, and last 12 consecutive years) leads the largest party in the Knesset with 30 members. Amichai Chikli of Bennett’s Yamina party voted against his own leader, pointing out that he could not bring himself to sit in the same government with the far-left Meretz party that is part of the new coalition.

The new coalition government has one binding issue in common; all eight parties wanted to get Netanyahu out of office. There is little else they share. Yair Lapid’s (57) center-left party, Yesh Atid (17 seats in the current Knesset) has a liberal agenda on domestic-economic affairs; its platform says little on foreign and security affairs. Interestingly, while its platform calls for an effective government with no more than 18 ministers, the current Change Bloc that Lapid has concocted has 27 ministers. Yesh Atid, a secular, Tel Aviv centered party believes in drafting Haredi boys into the IDF, and the integration of the Ultra-Orthodox (Haredi) community into Israeli society. Lapid served as Finance Minister in 2013, under Netanyahu, who subsequently fired him. Lapid was also a member of the security cabinet. A former journalist and a TV host, Lapid shares President Biden’s commitment to a two-state solution with the Palestinians, but he opposes the division of Jerusalem. Lapid is now Israel’s Foreign Minister and is slated to rotate with Naftali Bennett and become the Prime Minister in 2023.

Benny Gantz (62), leader of the centrist Blue and White party (8 seats), will continue serving as the Defense Minister in the new government. Once a partner with Yesh Atid’s Lapid, Gantz (former IDF Chief-of-Staff) joined Netanyahu’s government on the basis of a rotation. Unfortunately for him, pulling out of the government failed to materialize his chance. Gantz appeared rather glum in the festive photo of all the newly sworn in government ministers taken with President Rivlin. There is certain pathos in Gantz’s situation. He could have been Prime Minister, and now he has to endure under Bennett and Lapid. In 2019, Gantz was the senior partner in the merger of Lapid’s Yesh Atid, his own Resilience party, and Moshe Yaalon (a fellow IDF Chief-of-Staff) Telem party. He was slated to serve first as Prime Minister in rotation with Lapid in a government that never materialized. On defense, especially on Iran, Gantz shares a hardline view with Netanyahu. He did however oppose Netanyahu’s annexation plans in Judea and Samaria.

Naftali Bennett’s (49), leader of the Yamina party (7 seats), has been sworn in as Israel’s 13th Prime Minister last Sunday. A successful entrepreneur, he moved into politics after serving as chairman of the Judea and Samaria Council. Under PM Netanyahu, Bennett served as Minister of Diaspora Affairs, Education Minister, and Defense Minister. A religious-Zionist and a Jewish nationalist, Bennett will sit in his cabinet alongside politicians with completely opposing ideologies to his own. Lapid’s short speech at their first cabinet meeting, following the Knesset swearing in process, pointed out that the new government is based on “mutual trust and friendship.”

Bennett’s ideology on many issues lies to the right of Netanyahu’s. Like Netanyahu, Bennett served as an officer in the IDF’s elite unit Sayeret Matkal. Bennett sold his high-tech company for $145 million, and he is one of Israel’s young millionaires. But, like Netanyahu, Bennett opposes the creation of a Palestinian state. In a New York Times opinion piece (November 5, 2014) titled “For Israel, Two States is no Solution.” He wrote: “For its security, Israel cannot withdraw from more territory and cannot allow for the establishment of a Palestinian state in the West Bank. If we were to pull out of the West Bank, the entire country would become a target for terrorists who would be able to set up rocket launchers adjacent to the Old City of Jerusalem, the hills above the runways of the Ben Gurion International Airport, and the Tel Aviv Stock Exchange.”

Avigdor Lieberman, head of Israel Beitenu, originally a Russian immigrant party (7 seats), is a rightist party and hawkish on defense. Lieberman hates the Ultra-Orthodox, the Arabs, and above all, “Bibi” Netanyahu. His reason for splitting with Netanyahu was sheer ego. Although Lieberman supports a Two-State solution, he has proposed annexing the large Jewish settlement blocs in Judea and Samaria, while ceding the predominantly Arab Triangle in northern Israel to the future Palestinian state. Lieberman was given one of the three most important government portfolios – the Treasury. He will serve as Minister of Finance adding to his previous stint as Defense Minister.

Like Lapid, Merav Michaeli (54) has been a journalist for Ha’aretz newspaper and a talk show host before entering politics as a Labor party Knesset member. The party is located in the ideological left. She rejected the idea of joining the Netanyahu-Gantz coalition last year, declaring that she won’t sit with Netanyahu. But, her Labor party chairman, Amir Peretz, did join. Michaeli was elected Labor party chairman on January 24, 2021. Labor brings 7 seats to the Bennett-Lapid government coalition. Michaeli, who is now the Transportation Minister in the new government, is a self-declared feminist.

Gideon Saar (54) launched his new party, New Hope (6 seats) last year. He previously challenged his mentor Netanyahu for the chairmanship of the Likud and lost decisively. A lawyer by profession, Saar entered politics as a cabinet secretary in 1999. After entering the Knesset as a Likud Member (MK), he subsequently served as Education Minister, then as Interior Minister. Ideologically Saar is right of Netanyahu and his party is a right-wing nationalist. He rejects the Two-State solution and was against Sharon’s unilateral withdrawal from Gaza. He supports annexation of the West Bank. Saar is the Justice Minister in the new government.

Nitzan Horowitz (56), chairman of the far-left Meretz party (6 seats), is a former journalist and an openly gay Knesset member. In a Ha’aretz article (June 27, 2019), he said that he would make the struggle against religious coercion, and fight for social justice, the focal points of his party’s agenda. He is the Health Minister in Bennett’s cabinet.

The most unprecedented feature of the 36th Israeli government is the inclusion in the coalition government of the United Arab (Islamist) list. Its leader, Mansour Abbas (47) is a dentist. Ra’am’s 4 seats are crucial to Bennett’s government survival. As part of the coalition agreement, the Arab sector will receive $16 billion to improve infrastructure, and combat violent crime in Arab towns. Another provision includes freezing the demolition of homes without permits in Arab villages. Abbas will serve as Deputy Minister of Arab Affairs in the Prime Minister’s Office.

While this government is the most diverse, it is also the most fragile, and it is unlikely to survive its full term.

 

13.

The Two Chinas

One wants to kill democracy and freedom.

It’s a little-known fact that there are two Chinas.

One China unleashed a pandemic on the world that killed close to 4 million people and has the World Health Organization in its back pocket. The other isn’t even allowed to join WHO.

One China is a destabilizing force, poised to start World War III. The other wants only peaceful relations with its neighbors and the rest of the world.

One China is ruled by a totalitarian regime that crushes dissent, suppresses religious and ethnic minorities and even tries to regulate births. The other is a thriving democracy where civil liberties are protected.

One China spies on us, arms rogue states like Iran, and threatens our security. The other was our ally in World War II, Korea and Vietnam.

One is the hilariously misnamed People’s Republic of China, where the only role the people play is as hostages. The other is the Republic of China on Taiwan, the official name of the nation of 23 million, on the other side of the Taiwan Straits, that the PRC claims as its own.

Beijing calls Taiwan a breakaway province. That’s rich. Since the end of the First Sino-Japanese War (1895), Taiwan has been ruled by the mainland for at most half a dozen years – never by the Chinese Communist Party. One might as well say that America is a breakaway province from Britain.

It’s difficult to describe the systematic brutality and massive human rights violations that go on every day in the Peoples Detention Camp of China.

Since 2014, Beijing has systemically suppressed the Muslim Uyghurs. It’s estimated that more than a million are held in camps where torture, rape and forced sterilization are commonplace. The treatment of the Uyghurs been described as the largest, most systematic imprisonment of ethnic and religious minorities since World War II.

Last week, security forces raided the offices of the Apple Daily newspaper in Hong Kong, arresting five journalists and executives for telling the truth. (The official charge is “collusion with a foreign country or with external elements to endanger national security.”)

This is only the latest violation of the commitments made to Britain when the city was handed over to China in 1997. Under “one country, two systems,” Hong Kong was promised a “high degree of autonomy, rights and freedom for 50 years.”

Since then, the PRC has moved rapidly to give the residents of Hong Kong the same degree of freedom as the rest of China.  One country, one system.

Following massive pro-democracy protests, in 2020, a national security law was promulgated to give Hong Kong’s puppet government new powers to suppress and punish dissent. Communists who lie? Fancy that.

Now, guess which China we have diplomatic relations with, and which we do not? Aw, come on, someone told you. Only 14 nations have official relations with Taipei. The rest have given in to Beijing’s bullying.

With the 23rd highest nominal GDP in the world, countries should be falling all over each other to have diplomatic ties to Taiwan. But when Beijing says jump, the world politely inquires as to the altitude.

Communist China’s actions toward Taiwan are psychotic. In a 72-hour period earlier this month, 36 Chinese military planes flew over Taiwan’s air space, the most ever.

It’s just the latest aggressive move to signal to the Taiwanese and the rest of the world, that Beijing intends to incorporate the island into its evil empire sooner or later.

China builds its military, including its blue water navy, with singlemindedness. We are turning ours into a woke laboratory, where a majority of the population is taught to hate itself.

It’s not enough for the international community to send signals, like the recent communique by the G7 leaders that stressed the “importance of peace and stability across the Taiwan Strait.” Translation: “It would be really cool if China didn’t start a war in pursuit of its territorial ambitions.”

Talk is cheap. Everything shows Beijing that it can get away with anything – the Wuhan lab leak, genocide against the Uyghurs, Gestapo tactics in Hong Kong and ongoing espionage. (FBI Director Christopher Wray says the Bureau opens a new investigation every 10 hours into illegal activities by the Peoples Republic in the United States.)

It’s reminiscent of the prelude to World War II in Europe. The Rhineland was remilitarized, and nothing happened. The Anschluss took place – and nothing happened. Kristallnacht (a dress rehearsal for the Holocaust) occurred – same thing. The surrender of the Sudetenland – the West colluded in that one.  The world pays a terrible price for the betrayal of little countries.

Like sleepwalkers, we stumbled into a World War that left an estimated 75 million dead. Then we said never again. Did a slogan ever have more of a hollow ring?

Now, it’s still not too late. Nothing is the most dangerous thing we can do.

The 7th Fleet can become more assertive. The U.S. and its allies can push for Taiwan’s inclusion in international bodies. More delegations can visit the island, like the three members of the U.S. Senate who were there in early June.

The more we can do to create a diplomatic iron dome over Taiwan, the less likely Beijing will do something we’ll all regret.

14.

A Racist Training Program for the U.S. Navy

Forget fighting China, confess your white privilege.

Daniel Greenfield, a Shillman Journalism Fellow at the Freedom Center, is an investigative journalist and writer focusing on the radical Left and Islamic terrorism.

As he assumed the office of Chief of Naval Operations, Admiral Michael Gilday announced that he wanted to change the Navy. While the title of his remarks in the video you see here below was: “One Team, One Navy,” its actual message was racist and divisive. His bottom line: only “conversations” about race would help. The “conversations” he referred to were in fact a lecture from America’s most popular and fact-challenged racist du jour, Ibram X. Kendi.

The “conversation” included “shared” videos of naval personnel claiming that America was racist and that they were angry. “Being African-American in America is not fun,” an aviation technician claimed, especially no doubt for a two-term African-American president who pocketed $100 million for the skillful exploitation of his public office.

There was no word on whether being African in Somalia, Sudan, and Nigeria is any more “fun” than being black in America or whether being a Somalian hater of Jews and America might put you on the House Foreign Affairs Committee and get you protected by Speaker Nancy Pelosi and the leadership of the Democrat Party.

In keeping with Gilday’s efforts to divide the Navy by race, an official Navy video endorsed the Marxist organization Black Lives Matter and denounced police for the death of drug-dealer-accomplice Breonna Taylor, who was shot resisting arrest when her boyfriend triggered a hailstorm of bullets after shooting and wounding a police officer doing his job. Bottom line of the video: naval recruits and officers need to hate their “white supremacist” country and question their service.

In the video, a lieutenant commander claimed that he had experienced “systemic racism” and “implicit bias” – note, not actual bias. A white corpsman urged that “we can stand up for change” and then, mouthing the standard Marxist line, declared that “tomorrow’s Navy will finally stand on the right side of history when we realize that black lives matter.”

“I have become very aware of my privilege as a white person,” a female musician confessed. Then she claimed that “this country has a history of systemic racism.” [FACT: systemic racism was outlawed nearly 60 years ago by the Civil Rights Act]. She called for creating a “country that is more equitable and just.” How this was to be accomplished by repeating racist tropes about white people – guilty because of their skin color — she didn’t bother to explain.

The video closed with Gilday vowing to eliminate “systemic racism” with a new task force.

This dangerous farce wasn’t taking place under the Obama or Biden administrations. No one from above was forcing Gilday to undermine national security or attack the foundations of this country. The year was 2020 and the Chief of Naval Operations was doing it entirely of his own accord.

Gilday, a naval mediocrity, got to his position at the top of the Navy leadership because a new political environment made better men fearful of taking it.

Normally, it’s not a job for vice admirals. The virtually unprecedented promotion happened after President Trump’s original nominee, Admiral Bill Moran, was kneecapped by a politically-motivated, phony scandal.

Moran, a talented leader, was pushed out and forced to retire because he had emailed a former staff officer who had been accused of misbehaving at a Christmas party back in 2016.

The Pentagon probe pushed by Senator Kirsten Gillibrand ended Moran’s career.

Navy Secretary Richard Spencer claimed that Moran maintaining a friendship with a former officer who had misbehaved, “caused me to call his judgment into question” and suggested it was at odds with treating “every person with dignity and respect.”

Moran’s purge wasn’t isolated. Democrat politicians, the media, and Pentagon bureaucrats had made a point of coming after virtually any Trump nominee. Their agenda was to cripple the administration and cancel its America First policies. These tactics endangered national security and weakened the military, and carried on the political agendas of the Obama-Biden administration. Under this onslaught, few leaders wanted to take a top job because they risked being destroyed on the thinnest pretext.

Navy Secretary Richard Spencer would later be fired over the witch-hunt against Navy SEAL Eddie Gallagher, after which he denounced President Trump and endorsed Democrat presidential candidate Michael Bloomberg. Spencer had already shown that he wouldn’t stand behind a Chief of Naval Operations under leftist attack. So Gilday, a vice admiral, was suddenly given a job no one qualified wanted.

This was bad news for the Navy and for America’s security.

Gilday was nominated because he was “progressive” enough or could play that part. He would not be a candidate for a witch-hunt. While Admiral Moran had stood up for his people, Gilday began pushing racial campaigns before Biden occupied the White House.

In the summer of 2020, Gilday began mandating his “conversations” about race, which insisted that the Navy was racist. The infamous video was one of the most public of these “conversations.”

Rear Admiral Alvin Holsey, one of the few black admirals, headed Task Force One Navy whose report swapped out traditional naval tradition for fighting “racism, sexism, ableism and other structural and interpersonal biases.” TF1N members vowed to advocate for “all lived experiences and intersectional identities of every sailor.”

Officers were told that it was their job to “advocate for change.”

The new “One Navy” was a college campus whose focus wasn’t fending off China, but recruiting activists for leftist causes. Its guidelines drew heavily on “white privilege” materials, warning officers to “actively listen and do not be defensive.” In other words, if you criticize the racist propaganda we offer that in itself proves you’re a racist.

The report also proposed fighting “systemic racism” by removing “problematic” language. It  dismantled uniform and grooming standards. Even the term “good taste” was banned.

But there were more ominous proposals like including bias awareness training or so-called “implicit bias” (and what might that be?) which would force Navy leadership into critical race theory sessions.

Gilday was overseeing the transformation of the Navy into a leftist indoctrination machine.

The same month that the report was released, Gilday had a whole new list of reading materials for the fleet. While Gilday has since tried to portray the Professional Reading Program as an optional hobby, it’s understood that these books convey the thinking of the brass. Reading and absorbing their concepts makes officers a good fit for the culture and helps their careers.

While these books had been generally about the military with a focus on leadership, the list sharply diverged with The New Jim Crow which claimed preposterously that America is based on a “racial caste” system (tell that to Barack and Michelle Obama), and Ibram X. Kendi’s How To Be An Anti-Racist.

The leftist texts not only violated the military’s non-partisan role in protecting a diverse democratic society, they were racist texts that divided people by color and undermined the Navy’s mission and morale.

Kendi’s anti-racism message is that you either agree with his political “solutions” — or you’re a racist.

“There is no such thing as a not-racist idea, only racist ideas and antiracist ideas,” he preaches. The title of this text Gilday is recommending is a thesis that you’re either a left-wing activist or a racist. Either you support and will work to achieve Kendi’s leftist political objectives or you’re a bigot.

According to Kendi, discrimination can be a good thing. “If discrimination is creating equity [like giving benefits to people who are not white], then it is antiracist. If discrimination is creating inequity [for anyone but white people], then it is racist.”

To Kendi everything is transmuted into racism. Even the weather. “Do-nothing climate policy is racist policy,” he argues, “since the predominantly non-White global south is being victimized by climate change more than the Whiter global north.” But of course, the chief global polluters, China, Pakistan, and India, are nations “of color” who have refused to change their climate policies, while the biggest pusher of climate change alarmism is the long-time white racist now-president of the “white supremacist” United States.

Kendi’s is not your garden variety racism. It’s argued on the same level as the sermons of the long-defeated Ku Klux Klan – in reverse. In college, Kendi wrote that “Europeans are simply a different breed of human” who are “facing extinction” because of their “recessive genes” and are trying to “level the playing field with the AIDS virus.” His presentation since then has grown slicker without varying from the same premise that white people are innately racist and the aggressors in an endless struggle to suppress black people.

This racist worldview, promoted by Gilday and the Democrat leadership, and funded by Twitter CEO Jack Dorsey, is fundamentally no different from Louis Farrakhan’s blue-eyed-devil explanation of everything that’s wrong with Western history and its civilization. Forget the fact that there is still black slavery in Africa and brown slavery in China, and that America and the British Empire led the world in freeing black slaves.

Kendi sees everything through the lens of racial hatred. He even denounced Supreme Court Justice Amy Coney Barrett as a “white colonizer” because she adopted two Haitian children. This is the Navy’s new race guide.

The oath of enlistment for naval recruits pledges them to “support and defend the Constitution of the United States” and its elected officials. But its race guru Ibram Kendi wants to replace all of that with a Department of Anti-racism (DOA) that would have total authority over all “local, state and federal public policies” and given “disciplinary tools to wield over and against policymakers and public officials who do not voluntarily change their racist policy and ideas.”

Forget the oath of enlistment; this attack on the Constitution is what Chief of Naval Operations Gilday has twisted the Navy into endorsing.

Rep. Jim Banks, a Navy reservist who served in Afghanistan, asked Gilday at a hearing about his endorsement for Kendi’s racist views. Instead of condemning Kendi’s racist idea that white people aren’t human and created AIDS to kill black people, Gilday argued that these were “cherry-picked quotes” and went on defending the legitimacy of pushing Kendi’s noxious agendas.

“What this is really about is trying to paint the United States military, and in this case, the United States Navy as weak, as woke,” Gilday complained. “We are not weak.”

Sorry but the Navy is on a path to becoming as weak as it is woke.

If Gilday weren’t weak, he wouldn’t be occupying his current position over the heads of more qualified admirals. And if those admirals had shown a willingness to stand up to the purgers, then the entire Navy wouldn’t be subjected to woke witch-hunts and what the Chinese Communists refer to as “struggle sessions.”

Even before the Navy confronts Communist China or Jihadist Iran, it’s under attack from their anti-American leftist allies in this country. The enemy is inside the military and waging psychological war on its own country.

Gilday, like the rest of the woke military leaders, is a pathetic figure who has dispensed with his oath of allegiance and has sworn a woke oath to anti-white race theory. He has pledged his service to racist ideas, like those of Ibram X. Kendi, who will forever despise him on account of his skin color.

And as a reward for his treason, he hopes to be left alone long enough to retire as a lobbyist.

15. ΟΣΟΙ ΕΚ ΤΩΝ “ΑΓΓΕΛΩΝ” ΕΠΙΣΤΡΕΦΟΥΝ ΣΤΗΝ ΧΩΡΑ ΜΑΣ ΑΠΟ ΤΟΥΡΚΙΑ ΚΑΙ ΑΛΒΑΝΙΑ, ΕΝΗΜΕΡΩΝΟΝΤΑΙ ΠΩΣ ΣΤΙΣ 15-07-2021 ΘΑ ΛΑΒΕΙ ΧΩΡΑ ΣΤΟΥ “ΛΑΜΟΓΙΑ” ΣΥΝΑΝΤΗΣΗ – ΣΥΓΚΕΝΤΡΩΣΗ, ΜΟΡΦΗΣ ΛΗΨΕΩΣ ΟΔΗΓΙΩΝ ΚΑΙ ΤΙΜΗΤΙΚΗ ΔΕΞΙΩΣΗ!

ΠΑΡΑΚΑΛΟΥΝΤΑΙ ΟΙ “ΑΓΓΕΛΟΙ” ΠΟΥ ΔΡΟΥΝ ΣΤΗΝ ΠΕΡΙΟΧΗ ΤΟΥ ΧΑΚΚΑΡΙ, ΝΑ ΕΠΙΚΟΙΝΩΝΗΣΟΥΝ, ΜΕΧΡΙ ΤΗΝ 01-07-2021, ΜΕ ΤΟΥΣ “ΣΥΝΤΟΝΙΣΤΕΣ” ΤΟΥΣ ΣΤΗΝ ΑΓΚΥΡΑ, ΣΤΑ ΑΡΒΗΛΑ ΚΑΙ ΣΤΟ ΙΝΤΛΙΜΠ!

!@ΕΡ%87(Χ)12!

ΕΛΛΗΝΑΣ

-/-